ABD Başkanı Trump’ın “Suriye’den çekiliyoruz” açıklamasına ihtiyatla yaklaşmak gerektiği artık net bir şekilde görüldü. ABD Başkanı, Kongre üyelerinden ve danışmanları dâhil geniş bir çevreden gelen “DAEŞ henüz bitmedi, erken çıkış ABD için zararlı olabilir” şeklindeki eleştirileri sonrasında çark etti ve çekilme sürecinin “zaman alacağını” beyan etti. Hatta ABD’li yetkililer Kürtlerin temsilcisi zannettikleri PKK/ YPG terör örgütünü çekilmeleri halinde bile korumak istediklerini duyurdu. ABD’nin terör örgütünü kimden koruyacakları(!) ise malum: Türkiye. Anlaşılan o ki, ABD’nin üst yönetiminde Türkiye ve Suriye hakkında kafa karışıklığı hâlen sürüyor.

ABD, Türkiye’nin PKK/YPG tarafından kontrol edilen alana askerî müdahalede bulunması hâlinde şimdiye dek terör örgütüne yaptığı onca yardım ve yatırımın ziyan olacağını düşünüyor. Kendi kontrolünde olan ve her dediğini yapmaya razı görünen terör örgütünün yok edilmesini kolay kolay içine sindiremeyecek gibi görünüyor. ABD, taşeronluğunu yapan PKK/YPG’nin değil de kendi politikalarını uygulamaya kararlı görünen Türkiye’nin bölgede etkin olmasını kendi çıkarları açısından zararlı görüyor. ABD’nin açıkça söylemeseler de Türkiye’nin Suriye’de etkinliğini artırmasını istemiyor ve çekilme sonrası bunun çok muhtemel olduğunu biliyor. O yüzden de Türkiye’yi Suriye’de terörün bitirilmesi konusundaki kararlılığını kırmaya çalışıyor. Ancak, Türkiye’nin bundan çekinip ABD’nin beklentileri doğrultusunda adım atması hiç de gerçekçi değil.

ABD’nin bazı şeyleri unuttuğu ya da görmezden geldiği anlaşılıyor. Öncelikle Türkiye teröre savaş açmış, güçlü bir ordusu ve siyasal iktidarı olan güçlü bir devlet. ABD’nin güya “Türkiye’den koruyacağı” PKK/YPG ise Suriye’deki otorite boşluğunda neş’et etmiş ve hiçbir açıdan Türkiye ile kıyaslanamayacak bir terör örgütü. Türkiye’nin daha önceki askerî harekâtlarıyla hem PKK/ YPG hem de DAEŞ ile mücadele ettiği de bir gerçek. PKK/YPG ise kendisine homojen bir alan yaratmak için başta Türkmenler olmak üzere Kürt olmayanlara karşı insanlık suçları işlemiş, eli kanlı ve gayrimeşru bir örgüt. Dolayısıyla, ABD’nin bu iki karşıt arasında tercihini PKK/YPG’den yana yapması, kaçınılmaz şekilde ABD’nin “terörle savaş” söyleminin iflası anlamına gelecektir.

Bu noktada, ABD’nin harabeye çevirdiği Afganistan’da Taliban ile müzakere sürecine girdiği de dikkate alınmalı. ABD, 17 yıl boyunca “terörle mücadele ediyorum” diyerek Taliban’ı hedefe koymuş olmasına rağmen, şimdi onunla müzakere masasında olması, ABD’nin terör tanımının ne olduğu sorusunu akıllara getiriyor. Bir de şunu sormak da lazım: “Terörist” ilan ettiği Taliban’la dahi müzakereye başlayan ABD, terörist olduğunu bir türlü kabullenmediği PKK/YPG ile mücadele edilmesini ister mi?

Anlaşılan o ki ABD’nin 11 Eylül sonrası başlattığı “terörle küresel savaş” söylemi miadını doldurmak üzere. Artık terörist ilân edilmiş gruplar ile anlaşma masasına oturmak, müttefiklerini zarara uğratma pahasına da olsa ABD için mubah görülüyor. Türkiye gibi önemli bir NATO müttefikini bile karşısına alıp bir terör örgütünü kollamaya kalkışmak, ABD’nin Ortadoğu’da içine düştüğü acziyetin de bir göstergesi olsa gerek.

ABD’nin politikası, tavrı ve beklentisi ne olursa olsun, Türkiye Fırat’ın doğusundaki illegal yapıyı bertaraf etmek, bölgeyi terörden arındırmak, bölge halkını terör örgütünün tasallutundan kurtarmak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü temin ederek ülkeye kalıcı barış getirmek için gerekeni yapmak durumundadır. Türkiye’nin “düzen tesis eden bölgesel güç” olma iddiasının gerçekleşmesi, gerekirse ABD ile karşı karşıya gelmeyi göze almasından geçmektedir. Türkiye bu kararlılığı zaten göstermektedir. Dolayısıyla, düşünmesi ve politika değiştirmesi gereken bir ülke varsa, kuşkusuz ki o ABD’dir.