Türkiye'nin on yıllardır maruz kaldığı terörizm, özellikle 11 Eylül sonrasında başlayan küresel “terörle mücadele” kampanyasıyla diğer ülkelerin de öncelikli gündem maddelerinden biri hâline geldi.

Bugün bakıldığında hâlen terörün kim tarafından yapılırsa yapılsın, amacı, saikleri ve yöntemi ne olursa olsun kınanmasına yanaşamayan hatta çıkarlarını gerekçe göstererek terör gruplarına destek veren ülkelerin olduğunu görmek, insanlık adına üzücü bir durum. ABD’nin önce Afganistan ardından da Irak’ı işgal etmesi, terörizm açısından bir kırılma noktası oldu.

Kuşkusuz ABD’nin İslâm coğrafyasında giriştiği işgaller ve sebep olduğu kargaşa, terör örgütlerinin neşet etmesinin arka plandaki sebeplerinden biri. Bu terörün meşrulaştırılamayacağı gerçeğini elbette değiştirmez. Ne var ki işgallerin ortaya çıkardığı otorite boşluğunun, terör örgütlerinin sahada güçlenmesine ve daha rahat hareket edebilmesine fırsat yarattığı da bir gerçek.

Bunun en iyi örneğini Irak ve Suriye’de büyük insanî dramlara sebep olan DAEŞ ile gördük. DAEŞ’in kısa bir sürede yayılması ve ciddi sayılabilecek bir alanda hâkimiyet kurması, hem Irak hem de Suriye’deki kaos ortamının bir tezahürü. Özellikle Suriye’de 2011’den bu yana yaşanan iç savaş, terör örgütlerinin tam da aradığı şartları sağlamış oldu.

ABD, Rusya, İran ve İsrail başta olmak üzere birçok küresel veya bölgesel aktörün Suriye iç savaşına bir şekilde dâhil olması, ülkede “senin teröristin, benim ortağım” şeklinde özetlenebilen tuhaf bir durum yarattı.

ABD, müttefiki olan Türkiye’nin aleyhine PKK terör örgütünün Suriye koluna muazzam bir yardım yaptı. “DAEŞ Şiîleri katletti” diyen İranlı milisler, bunu Sünnîlere karşı acımasızlıkta sınır tanımayan muameleler için yeterli bir gerekçe olarak gördü. PKK uzantısı teröristler de “DAEŞ’le mücadele karşılığında ABD destekli özerk devlet” hayâliyle Suriye’den bir toprak parçası koparmaya çalıştı. PKK/YPG bu esnada gözüne kestirdiği topraklarda yaşayan Arap ve Türkmenlere katliam uyguladı. PKK/YPG bir terör devleti kurmanın katliam gerçekleştirmeden mümkün olmadığını ilan eder gibiydi. Bu kargaşa ortamında, milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi. Bu göçün bir sebebi zalim Esad rejimi ise bir diğerinin de PKK/YPG terörü olduğu tartışmasız.

Türkiye’nin güney sınırı boyunca bir “terör kuşağı” kurmaya yeltenen terör örgütü, bu bölgeyi homojenleştirmek adına hunharca katliamlar gerçekleştirdi. Bilhassa rejim ile PKK arasında sıkışıp kalan Türkmenlere karşı işlenen kıyımın ve insan hakları ihlallerinin haddi hesabı olmadı. Bu gidişatı durdurmak, Suriye’ye barış ve istikrar getirmek, Türkiye’nin sorumluluğu oldu.

Türkiye önce Fırat Kalkanı, ardından da Afrin’e yönelik Zeytin Dalı harekâtlarıyla terörle mücadelesini Suriye topraklarında da sürdüreceğini gösterdi. Ayrıca, terör koridoru ile Türkiye’yi kuşatmaya kalkan İsrail ve ABD destekli PKK/YPG’ye haddi bildirilmiş, terör örgütü üzerinden destekleyicilerine güçlü bir mesaj verilmiş oldu. ABD’nin Suriye’den çıkacak olması, İsrail’in de bu çekilmeden büyük üzüntü duymasının temel sebebi Türkiye’nin terör karşısındaki tavizsiz ve kararlı tutumu oldu. Şimdi bu mücadele Münbiç ve Fırat’ın doğusunda yeni bir harekâtla devam ettirilecek. O bölgenin de terörden temizlenmesi gerçekleştiğinde, Afrin’den Kandil’e kadar uzanan bir “güvenlik kuşağı” inşa edilmiş olacak.

Böylelikle Türkiye’nin toprakları sınır hattının çok ötesinde korunur hâle gelecek. Bu arada Suriyelilerin bu güvenli bölgeye geri döneceğini ve göçün ülkemizde yarattığı sorunların hafifleyeceğini söylemeye gerek dahi yok. Türkiye, “PKK’nın terör kuşağını” bertaraf edip kendi “güvenlik kuşağını” kurduğunda, kazanan tek bir taraf değil tüm Suriye halkı olacak.