“Tanrı sizi, Allah bizi korusun” derler; tanrının cins, Allah’ın özel isim olduğunu bilmeden kelimelere kendi günahlarını yüklerler; günümüzün cennetten arsa satan papazvari imamları… Karşılığında da “Tanrı bizimle Allah arapları korusun” der; ruhsuzca, fani bedenin bağnaz savunucuları….

İnsanlığımızın en can alıcı unsuru olan düşünüp özgür karar verme yetisini, bir kaval sesine kaptırmış gibiyiz. Bir olay, bir söz, bazen de bir kelime virüs gibi herkesi sarıyor; kimse ardını önünü sorgulamıyor ama herkes hâkim, herkes savcı, herkes imam, hemen yargılanıyor. Gözle gördüğünden dahi emin olmamayı, konuşmamayı; imanın kul ile Allah arasında olduğunu, yalnız Allah’ın sorgulayacağının ve bileceğinin vurgusunu öğütleyen, bu hak dinin mensupları, uzaktan duyduğunu bir de evirip çevirip satıyor, işin kötüsü inananı da çok bu tellalların…

Ellerinde din ölçer varmışçasına, bir kelime ile imanı sorgulanıyor insanların… Kelimeler gerçek manalarıyla değil, giydirilip satılmış anlamlarıyla sorgulatıyor… Sözgelimi seni Türk yaratana Türk’çe seslenemiyorsun…  Toplum “bu Müslüman değil” diyecek cüreti bir anda kendinde bulabiliyor çünkü..  Tanrı kelimesini günahkâr kılan bu güruh, Tanrı’nın Farsçası olan “hüda” ve Arapça “efendi” anlamına gelen “Mevla” kelimelerinden rahatsız olmuyor… Ellerinde olsa, Türklük şeytan icadıdır, diyecekler…

Biz bu dünyaya ruhlarımızın üflendiği bedenlerle, bir sınav için gelmişken,  bedeni yok sayılan bir ruh, yaratılış şekline aykırılıktan öte geçmez, ki zaten var oluşumuz yaradılışa her yönüyle şükür etmeyi gerektirmez mi..?

Kur’an-ı Kerim’de  “Rabbiniz Allah’tır” diye açıkça geçerken; Rab kelimesinin Tanrı kelimesi ile aynı anlamı taşıdığı ve yaratıcı kelimesine karşılık bulduğu,  bunun tebliğ edilmek için Kur’an-ı Kerimde geçtiği apaçıktır. Aynı şekilde Kelime-i Şehadet’te geçen ilah kelimesi de, tanrı kelimesinin karşılığıdır.  Tüm Türkçe meallerde “Allah’tan başka Tanrı yoktur.” Diye geçmesi de “Tanrı” kelimesinin yaratıcı, ilah, hüda, mevla, rab kelimelerinden bir farkı olmadığını, Allah’ın bizi yaratış şeklinin, dildeki karşılığı olduğunu tanımlamaktadır. Ve tüm bu kelimeler bir yaratıcı ifadesinin farklı dillerdeki yansıması, yani cins isimdir. “Allah” ise varlığı İslamiyet’le başlamayıp yaratılışı kapsayan özel ve kutsal olandır. Elbette ki yaratanın kelamı ve adı ile huşu bulur, öyle sığınırız. Elbette ki Kur’an-ı Kerim’in dilini yok sayıp, kendi dilimiz olsun bencilliği değildir bu bahis, biz aklın vardığı yolun sözcüsüyüz sadece…   Ama bunun yanında kendi dilimizin günahkâr kılınması da elbette kabul edilemez, ancak bir kelimeyle din ölçenleri cüretkâr kılar bu tavır, cahil kılar, ötesinde din ölçer mi var? Kulun imanını yargılamak yaratıcısından başka kime düşmüş ki, bu papazlık vasfının İslamiyet’te yeri yok! Bilinmeli..

Tanrı kelimesi  de İlah gibi bu evrenin ve aklımıza sığmayan her şeyin yaratıcısına verilmiş Türkçe bir addır, “kafir misin..?” sorusunun muhatabı olan bu kelime, maalesef yabancı bir sinemanın Türkçe alt yazısında geçmesi sebebiyle bile kafirce bir kelime olabiliyor… “Kâfirler tanrı der” diyebiliyor insanlarımız, o alt yazıda geçen tanrı kelimesinin, karşılığının kafir dediklerince ‘God’  olduğunu, tanrının çeviri yani Türkçesi olduğunu düşünmeden, birilerinin onlar yerine düşünüp yorumladığı tavırla yargılarlar… Bu da bir sürü psikolojisinin, kelimelerin aslından uzak kodlanarak milliyet duygusunun ezilmesinin ve isme takılanların gerçek varlıkla alakası olmayıp, yaratanın verdiği aklı çar-çur edişinin en net resmidir.

Yüzyılda yaşayan büyük mutasavvıf Kuşeyri (ö. h.465/m.1072), “İlahımız, Arapça Allah, Farsça Hüdâ, Türkçe ise Tanrı’dır” diyor. Bizim insanımız da Tanrı diyeni neredeyse İslam’ın dışına atacak kadar agresifleşiyor.

Farklı bir pencereden baktığımızda da Allah denildiği zaman Arapçı olunduğunu düşünenler var, Kur’an–ı Kerim’in dilindeki evrenselleşen manayı dar açıdan yorumlayanlar, bu da aynı şekilde cehalet lügatı ile fikir beyan etmektir ve ruhsuz bir bedenin savunuluş şeklinden öte değildir…

Memleketçe manasına varamadığımız cümleleri ezberimize almışız, manaya varamıyoruz, ama güya maneviyatın savunucusuyuz… Allah bize akıl vermişken, cimriliğin lüzumu yok ki, en amiyane tabirle başkalarının aklına otlakçılık yapmaktır bu… Savunucuları tarafından içi boşaltılan kavramlar, putlaştırılıp sunuluyor… Biz artık kelimelere takılıp düşme raddesine gelmek yerine, manalarını kavramalıyız, sorgu vakti çattığında sürü halinde yargılanmayacağız ama sürüye kapılıp gidişlerimizden şüphesiz ki sorgulanacağız.

Kulun imanını sorgulamayı yaratana bırakacak imana sahip olduğumuz sürece, bir kaval sesine kulak verip akıntıya yem olmayız, biz bu dünyaya şer barındıran akıntıya kürek çekmeye geldik… Biliyorlar ki Türk kendini bildi mi hak yolda imanının gücüyle savaşacaktır, bu yüzden silmek gayesi…

Biz birilerinin altında ihanet yatan tanımlarına kör bakıp, kuyuya atılan her taşın peşinden atlamaya devam edersek, bu gayya kuyusunda boğulmamız hazin ama pek hak edilmiş bir son olacaktır…