Avrupalı devletler, pastadan pay alabilmek için âdeta sıraya dizilmişken Osmanlı Devleti olduğu yerdeydi. Peki Amerika’ya gitmiş olsaydı, orada tutunabilir miydi?
Dönemin getirdiği şartlar, ihtiyaçlar, güç ve dahası… Aslında bu sorunun tek bir cevabı yok.
Osmanlı Devleti’nin Amerika’ya gitmemesinin arkasında pek çok sebep vardı
Öncelikle coğrafi koşullar, pek çok tarihçi için en önemli neden olarak gösteriliyor. Osmanlı İmparatorluğu, temelde Akdeniz merkezli bir güçtü. Akdeniz’den Atlantik Okyanusu’na geçiş, o dönemin teknolojisiyle oldukça zorlu bir yolculuk anlamına geliyordu. Osmanlı, Atlantik’e doğrudan kıyısı olmayan bir imparatorluktu ve bu durum, deniz aşırı seferler düzenlemeyi zorlaştırıyordu.
Özellikle Osmanlı’nın Akdeniz’den Atlantik’e geçmesi gereken mesafe, donanmanın bu tür uzun yolculuklara uygun olmadığını ortaya koyuyor. Kuzey Afrika’daki Osmanlı limanları da bu konuda etkili bir rol oynamıyordu. Cezayir gibi limanlar, Avrupalı limanlar kadar derin ve geniş değildi.
Resiflerle dolu sığ sular, büyük gemilerin bu limanlarda güvenle yanaşmasını zorlaştırıyordu. Aynı sorunlar Hint Okyanusu ve Kızıldeniz'deki Osmanlı limanları için de geçerliydi, bu da donanmanın etkinliğini sınırlıyordu. Karşılaştırıldığında, Umman Sultanlığı gibi okyanus kenarındaki ülkeler, deniz ticaretini devlet politikası haline getirmiş ve bu sebeple okyanus aşırı seferlerde daha başarılı olmuşlardı.
Siyasi olarak da Osmanlı'nın Amerika'ya ulaşma çabası da büyük engel taşıyordu
İstanbul merkezli bir Osmanlı donanması, Akdeniz’i geçerken birçok ülkenin kara sularından geçmek zorunda kalırdı. Bu ülkelerle sürekli iyi ilişkiler kurmak zorundaydı, aksi takdirde deniz aşırı seferlerin başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmaz olurdu. Özellikle Cebelitarık Boğazı’nı geçmek için İspanya ile ilişkileri iyi tutmak zorunluydu.
Oysa İspanya ile olası bir savaşta, bu boğazın kapanması Osmanlı'nın deniz aşırı topraklarla bağlantısını keserdi. Bu da Osmanlı’nın deniz aşırı toprakları kaybetmesine neden olabilirdi. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi’nde geçen Bayezid’in Kolomb’a verdiği cevap, Osmanlı’nın bu stratejik yaklaşımını ortaya koyuyor: “Bize Mekke ve Medine ve bu cezire-i dünyanın feth ü teshiri lazımdır, eyle derya aşırı mesafe-i ba’ideye bizim gitmemiz lazım değildir.”
Bu sözler, Osmanlı’nın mevcut topraklarını güçlendirmeyi ve savunmayı önceliklendirdiğini gösteriyor. Kristof Kolomb, Amerika'yı keşfetme çabasıyla dönemin Osmanlı padişahı II. Bayezid’e başvurmuştu. Ancak olumlu bir cevap alamamıştı.
Piri Reis, “Kitâb-ı Bahriye” eserinde, Osmanlı Devleti’nin Amerika’yı, Kolomb’dan yaklaşık 29 yıl önce keşfettiğini söylüyor
Bu kıtayı “Antilya” olarak adlandırdığını bile ortaya koymuş. Piri Reis’in haritaları, Amerika’nın bilinmeyen kıyılarına dair bilgi sunuyordu, ancak bu bilgi Osmanlı'nın geniş çaplı bir keşif ya da fetih planı yapması için yeterli olmayabilirdi.
Ayrıca 1538-1553 yılları arasında Osmanlı Devleti, Hint Okyanusu'na yapılan yüksek maliyetli seferler sebebiyle ekonomik olarak zor durumdaydı. Bu seferler, istenilen sonuçları tam olarak vermemişti ve bu durum, Osmanlı’nın uzak kıtalara yönelik keşif ve fetih stratejilerini gözden geçirmesinin bir sebebi olmuştu.