Buenos Aires’te düzenlenen G20 Zirvesi, dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisinin (19 ülke ve Avrupa Birliği) yanı sıra İspanya gibi davetli olan diğer ülkelerin ve IMF gibi uluslararası kuruluşların liderlerini biraraya getirdi. Aslında Zirve, yıl boyunca devam geniş katılımlı eden çalışma gruplarında ve bakan seviyesindeki toplantılarda varılan uzlaşının son aşamada liderlerin onayına sunulduğu bir forum niteliğinde. Zirve öncesi Arjantin’in dönem başkanlığında yürütülmüş olan bu çalışmalar, “Adil ve Sürdürülebilir Kalkınma İçin Uzlaşı İnşa Etmek” başlıklı bildirinin esasını oluşturdu.

Liderler tarafından varılan uzlaşının sadece zirveye iştirak eden ülkelerin ekonomisini ilgilendirdiğini söylemek yanlış olur. Zira, dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturan G20 grubu, uluslararası ticaretin %75’ini, küresel yatırımların %80’ini ve küresel hâsılanın %85’ini gerçekleştiriyor. Ayrıca, ortaya konan politika tercihleri başta ticaret olmak üzere uluslararası seviyede uygulanan politikaları ve küresel ekonomik gidişatı etkilediği için, zirve kararlarının etkisinin katılımcı ülkelerle sınırlı kalmayacağı kesin.

Zirve sonuç bildirgesi; dönem başkanı Arjantin’in öncelikli konular olarak belirlediği işbirliğinin geleceği, kalkınma için altyapı, sürdürülebilir gıda stratejisi ve cinsiyet eşitliği başlıklarının liderler tarafından kapsamlı şekilde masaya yatırıldığını belirtiyor. Zirvenin en önemli sonucu, adil ve sürdürülebilir ekonomik kalkınma için kurallara bağlı bir uluslararası düzenin taşıdığı öneme yapılan vurgu oldu.

Kurallara bağlı kalınması çağrısı, iklim değişikliği konusunda diğer ülkelerden ayrışan ABD’ye bir uyarı olarak değerlendirilebilir. Zira Trump’ın Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı alması, diğer ülkelerle ABD arasında temel bir fark yaratmış oldu. Zirvede ABD’ye yöneltilen eleştirilerden biri küresel iklim değişikliği konusunda yapıldı. ABD hariç diğer ülkeler, “geri dönüşü olmayan bir anlaşma” olarak niteledikleri Paris Anlaşması’nın uygulanması konusunda kararlılıklarını teyit etti.

Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) istenen seviyede işlevini yerine getiremediği ve reforma ihtiyaç duyduğu tespiti ise, serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik bir çağrıydı. Bu çağrı, yine üstü kapalı bir şekilde ABD’ye karşı bir eleştiri içeriyor. Her ne kadar ABD’nin yürüttüğü “ticaret savaşları”na doğrudan atıf yapılmamışsa da G20 bildirisinde geçen küresel ticaretin serbestleştirilmesi çağrısının ilk muhatabının korumacı politikalarıyla gerginliklere sebep olan ABD olduğu açık. Korumacı ticaret politikaların hedef alan tespit ve ilkeler, Trump’ı rahatsız edecek nitelikte.

DTÖ’nün son beş ayda yaklaşık 500 milyar doları kapsayan 40 yeni ticareti kısıtlayıcı tedbire başvurulduğu tespiti, G20 zirvesinde karşılık bulmuşa benziyor. ABD ile Çin arasındaki görüşmeler sonrasında iki ülke arasındaki “ticaret savaşı”nda bir yumuşamanın yaşanacağı anlaşılıyor. Trump ile Çin Devlet Başkanı Cinping’in “90 gün boyunca yeni gümrük vergisi getirilmemesi ve bu süre boyunca müzakerelerin yürütülesi” konusundaki mutabakatı, belki de zirvenin en dikkate değer sonuçlarından biri. Zira bu gelişme, Trump’ın korumacılığının bir sınırı olduğunu ve ona yaklaşıldığını ortaya koyuyor.

Peki, küresel iklim değişikliği ve korumacı ticaret politikaları üzerinden açıkça olmasa bile ABD’nin eleştirilmesi neyin göstergesi olarak görülmeli? Bu durum öncelikle, artık ABD’nin küresel ekonomik düzenin tek belirleyicisi olmadığını ortaya koyuyor. ABD hâlen dünyanın en büyük ekonomisi olmaya devam etse de, ABD’nin küresel ekonomideki kural koyucu rolünün sarsıldığı anlaşılıyor. Yakın zamana kadar serbest ticaretin baş savunucusu olan ABD’nin korumacılığa kayarken, “komünist” Çin’in ona karşı küresel ticarettin liberalleşmesini savunması gibi ironik bir durum, ABD’nin küresel iddialarının inandırıcılığını da azaltıyor.