İnsanlık tarihi kadar köklü bir maziye sahip olan Türk milletinin şehircilik serüveni Aşkabat şehri yakınlarında başlar. İklimiyle, coğrafyasıyla, politik yapısıyla büyük bir mücadele sahası olan Türkistan'da başlayan bu serüven obalarını yaylaktan kışlağa katar katar taşıyan Türklerin ortak hafızasında tüm dünyaya yayılmıştır. Türkistan'dan Çin’e, İran'a; Kafkasya'dan Arap Yarımadası’na, Anadolu’dan Avrupa'ya dalga dalga yayılan Türk fütuhatı uzandığı her köşeye, soluklanıp durduğu her bir taşa bu birikimi de taşımış; bunun yanında, karşılaştığı kültürlerin birikiminden de istifade ederek zengin bir kültür hazinesini oluşturmuştur. Bu birikim içerisinde en mühim kısmı teşkil eden şehircilik kültürü tekniğini Çin'den Viyana'ya, Lehistan'dan Orta Afrika'ya kadar uzanan Türk hâkimiyet sahasında uygulanan mimari usullerden ve temelini ise Türk’ün ananesinden, İslam’ın yüce değerlerinden almıştır. Buhara'yı Semerkand’ı, Turfan’ı bu ruhla inşa ettik; Bağdat’a, Tebriz’e, Bakü'ye bu ruhu kattık; Bahçesaray'a, Akyar’a, Selanik’e, Drama’ya bu yüce mirası hediye ettik; Ahlat’a, Konya'ya, Edirne’ye, İstanbul’a bu ruhla geldik. Bu hissiyatla Anadolu’da geçirdiğimiz bin yılda miraslarını koruyarak inşa ve ihya ettiğimiz kadim şehirleri önümüzdeki bin yıl da yine tarihimizden süzülüp gelen bu anlayışla abat edeceğiz. Tarih boyunca kutlu ecdadımız vatan kıldığı her karış toprağa hanlar, hamamlar, kervansaraylar inşa ederek coğrafyaların imar ve ihyasını sağlamış, bunu yaparken de doğayı korumayı vazife bilmiştir. Şehirleri kurarken huzur soluyan evler inşa etmiş, umutları birbirine bağlayan sokaklarıyla, birbirinin cephesini kapatmayan konutlarıyla, komşusuna saygı duyan planlamasıyla karakterini ortaya koymuştur. Türk milleti, Türk ve Türkiye Yüzyılı’nı da kendisine yakışan şekilde asırları kucaklayan bir şehirleşme anlayışıyla karşılamaya layık ve muktedirdir. Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin ifade buyurdukları üzere en büyük sevgi vatan sevgisidir. İnsanoğlunun yaşadığı yeri güzelleştirmeye, geliştirmeye yönelik her türlü çabası da işte bu en büyük ve ulvi sevgiyle ilişkilidir. Ülkesini, vatanını seven insanlar çevrelerini de mamur etme, buralarda eser bırakma gayreti içerisinde olurlar. Çünkü yaşanılan çevrede meydana getirilen her güzel eser, sonuçta hem onu meydana getiren insanı ve hem de orada yaşayanları mutlu eder. Bu anlayışımızın bir yansıması olarak ortaya koyduğumuz üretken belediyecilik modelimizle şehirlerimize ve çevreye yüksek bir hassasiyetle yaklaşıyoruz. Çünkü bizim şehir tahayyülümüzün sadece binadan ibaret değil, ülke aşkımız sözden ibaret değil, vatan bilincimiz de sadece topraktan ibaret değildir.
İçinde yaşadığımız tabiata uyum sağlamak, çevreye hassasiyetle yaklaşmak, yaşamı tüm değerleriyle bir denge içerisinde ele alarak hareket etmek mecburiyetindeyiz. Taşımız toprağımız, havamız suyumuz, dağımız ovamız bize hangi şartları sunuyorsa hayatımızı da ona göre şekillendirmemiz gerekmektedir.
Ülke topraklarımızın neredeyse yüzde 70'e yakını birinci ve ikinci dereceden deprem kuşağında yer almaktadır. Bu gerçeklik bize, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğunu söylemektedir. Kuzey Anadolu'da, Doğu Anadolu'da ve Batı Anadolu'da 3 büyük fay hattıyla sarılmış olan ülkemizde şehirlerimizi, binalarımızı bir an önce depreme karşı dirençli hâle getirmek mecburiyetindeyiz. 6 Şubat depremlerinde yaşadığımız acıyı bir daha asla yaşamamak için üzerimize düşen görevi mutlaka ve ivedilikle yerine getirmeliyiz. Uzmanların “asrın felaketi” olarak isimlendirdiği ikiz depremlerde neler yaşadığımızı hatırlarsak, konunun aciliyeti zaten çok daha iyi anlaşılacaktır. 11 ilimizde, 14 milyon vatandaşımızın etkilendiği depremlerde 50 binden fazla canımızı toprağa verdik. 680 bini konut, 170 bini iş yeri olmak üzere toplam 850 bin bağımsız bölüm ağır hasar alarak kullanılamaz hâle geldi ve 110 milyar dolarlık bir maliyet ortaya çıktı. Söz konusu depremlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Devletimizin en asli ve en acil görevi vatandaşın canını ve malını korumaktır. Vatandaşı dağdaki teröristten korumak da afetlere karşı korumak da eş değer önemdedir; ikisi de bizim beka meselemizdir; ikisine de aynı ruhla, aynı inançla, aynı kararlılıkla cevap vermek ve çözüm üretmekle mükellefiz.
Türkiye genelinde 31 milyon konut ve 5 milyon ticari alandan oluşan 36 milyon bağımsız bölüm bulunmaktadır; bunların 6 milyonu risk altında ve 2 milyonunun acilen dönüştürülmesi gerekmektedir. 6 milyon konut ve 1,5 milyon ticari alandan oluşan bağımsız bölüme ev sahipliği yapan İstanbul’da ise acilen dönüştürülmesi gereken 600 bin bağımsız bölüm bulunmaktadır. Gazi Meclisimizin geçtiğimiz haftalarda çıkardığı kentsel dönüşüm yasasının, bu büyük kentsel dönüşüm hamlesine hatırı sayılır bir katkı sunacağı tartışmasızdır. Yasayla birlikte, Cumhurbaşkanlığı kararıyla kurulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı kentsel dönüşüm çalışmalarına yeni bir mahiyet kazandıracaktır.
Maalesef güzel yurdumuzun karşı karşıya olduğu tek afet deprem değildir; bunun yanı sıra, deprem kadar mühim ve en az onun kadar büyük tehlike arz eden iklim değişikliği veya iklim krizi de kapımızdaki büyük bir tehlikedir. Sözde gelişmiş, hakikatte ise vicdanları körelmiş emperyalist ülkelerin hepimizin yuvası olan gezegenimize ihanetlerinin yol açtığı bu tehlikeye “Dur!” demek zorundayız. Atmosfer sıcaklığında yaşanan ve etkilerini hissettiğimiz ciddi artışın sürmesi hâlinde dünyamızın insanoğlu için yaşanmaz hâle gelmesi kaçınılmazdır. Tarihte Avrupa'nın, bugün ise Amerika, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin kirletme yarışına girdikleri dünyamız hemen her gün çeşitli şekillerde bizi uyarmaktadır. Her yıl çok daha sert yaşanan sel olayları, neredeyse habitatları yok eden yangınlar, milyonları göçe zorlayan kuraklık ve çölleşmeyle gezegenimiz bize artık “Dur!” demektedir. Ya bu kirletme, doğaya zarar verme çılgınlığına bir son vereceğiz ya da insanlığın sonunu kendi elimizle hazırlayacağız. Türk milleti ve devletimiz bu meselede de herhangi bir tarihî sorumluluk taşımamasına karşın üzerine düşen manevi mesuliyeti büyük bir gayret ve özveriyle yerine getirmektedir. Bütün dünyanın bir var olma, yok olma meselesi olarak telakki etmesi gereken iklim değişikliği krizine karşı devletimizin attığı adımların her zaman destekçisi olduk, olmaya da devam edeceğiz. Bu anlamda, ülkemizin iklim krizine karşı attığı en önemli adımlardan birisi Paris İklim Anlaşması’na taraf olmasıdır. Bununla birlikte, İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planımız gereği 541 eylem ve bunlardan mesul kuruluşları belirleyen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı korunan alan miktarımızın artırılması hususunda çok titiz çalışmalar yürütmektedir. Küresel karbon emisyonu kaynakları içerisinde en büyük paylardan birine sahip olan inşaat işlerini yürütürken çevreye saygımızdan, iklim dostu tavrımızdan ve sıfır atık prensibimizden asla taviz verilmemelidir. Hâlihazırda deprem bölgesinde inşası devam eden yüz binlerce konutumuzda bu prensiplerin kararlı şekilde uygulandığını görmekteyiz ve bundan da ziyadesiyle memnunuz.
İhracatımızın tökezlemeden, daima üzerine koyarak ilerlemesi için sanayide yeşil dönüşümü gerçekleştirmek ana hedeflerimizden biri olmalıdır. Bugün, Türkiye'nin çevre politikaları içerisinde bir amiral gemisi olarak tavsif edebileceğimiz Sıfır Atık Projesi bütün dünya da adından gururla söz ettirmektedir. Son G20 Liderler Zirvesi sonuç metninde de zikredilen projeyle 30 Mart gününün Uluslararası Sıfır Artık Günü ilan edilerek tüm dünyada kutlanması kararlaştırılmıştır. Proje kapsamında yürütülen çalışmalarla ülkemizde 45,5 milyon ton atık geri dönüştürülmüş ve bu sayede 96 milyar liralık ekonomik kazanç sağlanmıştır. Böylelikle 432 milyon ağaç kurtarılmış, 108 milyon varil petrolden de tasarruf edilmiştir. Dolayısıyla atık üretmeyen, israf etmeyen, dünyayı kirletmeyen bir Türkiye'ye hiç olmadığımız kadar yakın olduğumuzu rahatlıkla ifade edebiliriz.
İklim değişikliği, nüfus artışı, sanayileşme ve plansız su kullanımı gibi faktörlerle birlikte dünyada su kıtlığı giderek artan bir sorun hâline gelmiştir. Gıda güvencesinden toplumsal çatışmalara, ekosistemden ekonomik kayıplara sebep olabilecek su kıtlığına karşı su kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı amacıyla kurulan Ulusal Su Kurulu’nu bu anlamda çok yerinde ve gerekli bir çalışma olarak gördüğümüzü ifade etmek isterim. Ayrıca, Türk dünyasıyla giderek derinleştirdiğimiz iş birliğimizin iklim değişikliği meselesinde de karşılık bulacağı ve ortak çalışmalar yapılacağı inancındayım. Sovyetler Birliği döneminde doğal kaynaklarına büyük zarar verilen soydaş ülkelerimizin bu hususta desteklenmeleri, Türk milletinin yarınları için pek yakında Altaylardan Tuna’ya her manada el ele verecek olan büyük Türk milleti adına çok büyük bir hizmet olacağına inanmaktayız.
Sözlerimin sonunda yaşadığımız yüzyılın felaketi, depremler sonrasında yaşanan koordinat kayıtlıklarını hesaplayarak ülke koordinat birliğini sağlayan, çadır ve konteyner kentlerin yerini tespit eden, mobil araçları ve uygulamalarıyla hizmeti vatandaşlarımızın ayağına götüren Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğümüze ve çalışanlarına teşekkür etmek istiyorum. Bu anlamda birkaç öneriyi de buradan paylaşmak istiyorum: Ülkemiz açısından büyük stratejik önem taşıyan yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde iktisadi ve mali iş birliği anlaşması kapsamında başta Maraş bölgesi olmak üzere, tüm Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güncel üç boyutlu kadastro ve üç boyutlu kent modellerinin oluşturulmasına Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce bir an önce başlanılmalıdır. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğümüzün engin bilgi ve birikimini Türk Cumhuriyetleriyle de paylaşmalıyız ve ülkeler arası görüşmeler yaparak birlikte kadastro çalışmaları yürütmeliyiz.