Jeopolitik olarak diken üstünde bir bölgede bulunan ülkemize yönelik dört bir yandan yürütülen sinsi politikalar bitmek bilmiyor.
Birlik Gazetesi'nde yer alan habere göre, Yunanistan’da seçimlerin ardından emekli Büyükelçi Leonidas Chrisanthopoulos akıllara durgunluk veren bir çıkışta bulundu.
Leonidas Chrisanthopoulos, AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması’nın tamamen dondurulması ve Türkiye’nin Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığı sürece Türkiye’ye yaptırımlar uygulanması gerektiğine işaret ederek, “eğer yeniden seçilirse Erdoğan’ın dış politikasında herhangi bir değişiklik beklemiyorum” ifadelerini kullanıyor.
Chrisanthopoulos, Türkiye’nin Ege’deki adaları silahsızlandırma çabalarının devam edeceğini ileri sürüyor ve şu ifadeleri kullanıyor:
“Atina’nın yanıtı, askerden arındırmaya atıfta bulunmayan Lozan Antlaşması’nın (Madde 13) hükümlerine atıfta bulunmaya odaklanmalıdır.
Türkiye, Lozan Antlaşması’nın iki ada için bir tür özerklik sağlayan 14. Maddesini ihlal ettiği için Gökçeada ve Bozcaada’nın iadesi talep edilebilir.
Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik çizgisi sert olmalı, ABD ve Almanya’nın arabuluculuk çabalarına engel olmalıyız. Yunanistan eğer hiçbir şey iddia etmiyorsa herhangi bir taviz de veremez.
Türkiye, Kıbrıs (Güney) Cumhuriyeti’ni tanımamaya devam ettiği sürece, AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması tamamen dondurulmalı ve AB üyesi bir devleti tanımayan Türkiye’ye yaptırım uygulanmalıdır.
Nihayet Arnavutluk konusunda ciddileşmeli ve Yunan azınlığın insan haklarını ihlal etmeyi bırakana kadar AB üyelik müzakerelerini durdurmalıyız.
Cumhurbaşkanı olarak yeniden seçilmesi halinde Erdoğan’ın dış politikasında herhangi bir geri dönüş görmüyorum. Türkiye, çıkarlarını dünya çapında savunmayı amaçlayan birleşik bir dış politikaya sahiptir. Yunanistan’a karşı takınılan sert tutum, Rusya’ya yönelik politikası değişmeyecektir. Çünkü bu şekilde Ankara’nın çıkarlarına hizmet edilmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin ne ABD’ye ne de AB’ye yöneleceğini görmüyorum.
Elbette Türkiye’nin Ege’deki adalarımızı silahsızlandırma çabaları devam edecektir. Atina’nın yanıtı, askerden arındırmaya değil, deniz üslerinin var olmamasına atıfta bulunan Lozan Antlaşması’nın hükümlerini (Madde 13) alıntılamaya odaklanmalıdır ve orada deniz üslerimiz yok. Türklerle konuşurken Lozan hükümlerinin önümüzde olması ve genellemelerden kaçınmakta fayda var.
Özellikle, Madde 13 aşağıdakileri belirtmektedir: “Barışın sağlanması için Yunan hükümeti Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarında aşağıdaki tedbirlere uymakla yükümlüdür: A. söz konusu adalar bir deniz tesisi veya bir istihkam projesi inşası için kullanılmayacaktır. Yunan askeri uçaklarının Anadolu kıyılarının üzerinden uçması yasaklanacak. Buna göre Osmanlı Hükümeti askeri uçaklarının da söz konusu adalar üzerinden uçmasını yasaklayacaktır. Seçilen adalardaki Yunan askeri kuvvetleri, var olan toplam Yunan topraklarıyla orantılı bir jandarma ve polis gücünde ve yerinde eğitilebilecek, askerlik hizmeti için çağrılan olağan sayı ile sınırlandırılmalıdır.
Limni ve Semadirek’in askerileştirilmesine izin veren 1936 Montrö Sözleşmesi’nde de Türkiye, bu hakkı dönemin Dışişleri Bakanı Rüştü Aras’ın TBMM’de yaptığı açıklamalarla tanıdı. Bu açıklamalar dönemin Atina Büyükelçisi Ruşen Eşref’in Yunanistan Dışişleri Bakanı’na yazdığı 6.5.1936 tarihli mektubu ile gönderilmiştir.
1947 Paris Antlaşması ile Yunanistan’a gelen ve o dönemde Sovyetler Birliği’nin ısrarı ile adaların silahsızlandırılmasını sağlayan On İki Ada’ya gelince, Ankara’nın bu Antlaşmaya taraf olmadığı Türkiye’ye sürekli hatırlatılmalıdır. Paris ve dolayısıyla Viyana Antlaşmalar Sözleşmesinin 34. Maddesine göre: “Bir antlaşma, sözleşme tarafları dışındaki üçüncü ülkeler için yükümlülük veya hak yaratmaz”.
Türkiye’nin konuyu Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirmeye cesaret edeceğini sanmıyorum çünkü Yunanistan Ocak ayından itibaren geçici üye olacak. Elbette bunu önceden ayarlayabilir, ancak koşullar açıkça ona karşıdır. Karşılıklı tavizlerin çözümüyle ilgilenen ABD ve Almanya’yı, Yunanistan’ın taviz vermesine yer olmadığına ikna etmek için yukarıdakiler her zaman vurgulanmalıdır.
Son olarak, Türkiye Lozan Antlaşması’nın iki ada için bir tür özerklik sağlayan 14. Maddesini ihlal ettiği için Gökçeada ve Bozcaada’nın iadesi talep edilebilir.
Türkiye’nin bu adaların birçoğunun kendi mülkiyetine geçmesini istemesi gibi basit bir nedenden dolayı mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Teorik olarak, Ankara, Yunan adalarıyla ilgilenmediğini beyan ettiği sürece bir miktar anlaşmaya varılabilir. O zaman Ege’nin enerji kaynaklarının ortak kullanımı için bir anlaşmaya varılabilir.”