Demli bir çay söylüyoruz yahut az şekerli bir kahve, hayat bizim için..  Henüz kapımızı bir komutan çalmadı, Ay Yıldızı acıyla asmadık balkonumuza, yüreğimizdeki ateşi metanetle söndürüp

“Vatan Sağ Olsun!”

demedik. O yüzden demli söylenen çayın açık gelmesine, kahvenin köpüksüz olmasına bozuluyoruz haliyle…

Gün geceyi buluyor huzurla uyuyoruz, çünkü gece nöbetlerinde uyumuyor birileri, bizim uykularımız kaçmasın diye onların göğüsleri siparane... Biz ise sabah uyandığımızda kabuslarımızı dert ediyoruz. O rüyalara dalabilecek güveni veren birileri var, ölmedikleri sürece anılmayan birileri...

Ekranda resimleri geçiyor, tanışıyoruz; emin adımlarla yürüdüğümüz caddelerde bizi emin kılan güvendiklerimizle… Sonra devam ediyor hayatımız kaldığı yerden, birileri bizim için hayatını noktalamışken …

Bu hayat gailesine kapılıp akarken, yokluyor musunuz peki hiç vicdanınızı? İşte biz tam da bunu dert ediyoruz, sesimiz en yüksek oktavda bu yüzden, uyuyan tüm vicdanları uyandırmak için… Ama irkiliyorlar adımızı duyunca, en masumane fikirleri barındırırken biz, en acımasız yaftaları takıyorlar adımıza…

İnsanlıktan bi haber, hırsa bürünmüş benliklerini en kallavi maskelerle satıyorlar… Komşunun tarlasına dalıp talan ediyorlar, suçları söylenince imdat(!) diyorlar.

Bir de türkü tutturmuşlar, Ülkücüler saldırgan, Ülkücüler kavgacı…

Ülkücüler kimdi? Kavgaları kimleydi?

Adını salavatsız anmaya yaradandan ar ettiğimiz Peygamberimizin adını, küfürle ananlara göğsünü siper edenlerdi.. Atasını unutup it izi sürenlerin getirmeye çalıştığı çarpık düzene “dur” diyenlerdi.. Ezanı, bayrağı, vatanı kutsal bilen, yaradılışına şükrünü ülkü edinen, haklı kavgaların masum suçlularıydı Ülkücüler… Sehpaya şehadetle vardılar, ölmediler! Giden bedenlerin sızısıyla aynı ruha bürünenlerde dirildiler.

Bugün Ülkücüler kim? Memleketin geleceğini yetiştirecek kampüsleri, terör inine çeviren vatansızların karşısına canıyla dikilen, kavgası vatan olan Fıratlar…

İnsanlık narası atanlar kanlı ellere güvercin sıkıştırıp, ateş düşen ocakları saymazken candan ve evrensel görüşüne sığdıramazken vatan evlatlarını, aydın diye tanımlanan karanlık zevatlar, çağdaşlığın tanımını yaparken oturduğu yerin neden rahat olduğunu sorgulamadan; uydurdukları kalıplara uymayan Ülkücüler ölümle nişan takıyor yüreğinde, vefa denen kaybedilmiş hissiyatı yaşatarak... Pek duyarlı şahsiyetler, şehitleri sayarken ve sığdırırken bir iki kelimeye o büyük acıları; Ülkücüler her cana canından sayıyor, aldığı nefesi borç bilerek…

“Şehitler ölmez! Vatan bölünmez!” diye sesi kısılıncaya kadar gök kubbeyi inletenler: Ülkücüler, sırf uyutulmuş vicdanlar uyansın diye…

Zigzag çizmenin moda olduğu devirde çizgisi dosdoğru olanlar, uyuyan vicdanları dürttüğü için mi dokunuyor birilerine? Bizler; “Ben başkan olacağım!” diye çığırtkanlık yapanların yanında, vatan, millet, devlet sedamızı benliğimizden önde tuttuğumuz için mi haksız düştük? Oysa ki, en haklı kavga bu iken…

Kavgası benlik olanlar, kavgası “biz olmak” olanları elbette ki anlayamazlar. Ama biz de anlatmaktan usanmayız…

Her pazartesi ve cuma bir ağızdan okunurken marşımız okullarda, gökte tarihin şanını resmedercesine salınırken Ay Yıldız, ezanlar semanın sedası olurken ve de kanımızla karılan bu vatan bağrına basarken bizi, içimizden akan ifrite rağmen… biz susmayız!

Yiten her can bizle dirilir, sesimize bir ses daha katarız. Bize benzeyip bizi vurmaya çalışırlar arkalarına tüm düşmanlar dizilir; biz içimizde ahde vefayı yaşatırız, bir can değil bin can taşırız, sesimizi kısmayız! İyi bilinmeyiz ama gocunmayız… Biz dünyanın emanetçileriyiz, hesabı ahrete bırakırız.

Biz adalet terazisine fitne düşmüş bu devranda; HAKLI KAVGALARIN , MASUM SUÇLULARIYIZ, şirazesi kaymamış terazilerde ise doğrularımızla ağır basarız.