Kimileri modernleşme diye bir şey yoktur dese de, dünyanın bir tarafı askeri, sanayi, teknolojik anlamda atılım yaparken diğer tarafı bundan geri kalmak istemez ve modernleşme süreci böylece başlar.

Bizim modernleşme tarihimiz iki asır önceye dayanır ve fazlasıyla siyasi karakter arz eder.

Çünkü tarihi şartlarımız sebebiyle bizde değişim yukarıdan yani devletten gelmiştir ve devletin el attığı her şey siyasidir.

Modernleşme tarihimiz askeri eksenli başlasa da bu hamlenin etrafında oluşan sivilleşme daha fazlasını isterim noktasında bir zihniyet çatışması meydana getirmiştir. Keçecizade Fuat Paşa’nın sözlerinden anlıyoruz ki bu çatışmayı yabancı konsolosluklar da bir güzel teşvik etmiştir.

Jöntürkler bu teşvikin muhatabı olarak tarih sahnesine çıkarlar.

Jöntürkler, Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki unsurların Anayasa ile kurulan Meclis'te temsil edilmeleri halinde meselenin kökünden halledileceği ve devletin kurtulacağı fikrine masumiyetle inanır. Önce ikiye ayırılırlar. Kollektivist İttihatçılar zamanla devleti fark ederler. Liberal ittihatçılar da İngiliz siyaset okulunun temsilcisi olarak ademi merkeziyeti savunurlar. Kollektif İttihatçıların başı Ahmet Rıza’dır. Liberallerin lideri ise Prens Sabahattin.

Kamuoyunu etkileyen siyaset anlayışımız genelde bu ayrımı kaçırır. İttihatçılar diye kestirip atılır ve İttihatçılık zındıklık alameti olarak görülür. Oysa tarihi olayların da doktor yaklaşımına ihtiyacı vardır: Hastalık nefretle düzelmez.

1893’te samanlıkta dört tıbbiyelinin kurduğu bir Kur’an, bir rovelver, bir yeminle başlayan hikaye çok başka yerlere savrulmuştur. Çünkü milletlerin kaderini etkileyen hiçbir olay başka milletlerin hesabından bağımsız değildir. Hem süreç hem sonuç milli olmak durumundadır.

Jöntürk hareketi zamanla başlangıç noktasından ve amacından uzaklaşmış, 1912’den sonra iktidara oturan İttihatçılar bambaşka bir siyasi anlayışla hareket etmişlerdir. Enver Paşa’nın İttihat ve Terakkisi, İbrahim Temo’nun Jöntürk hareketinden çok farklıdır. İttihatçılar, Osmanlı Devleti düşmanı değildir. Aksine herkesten fazla Osmanlıcıdırlar. Hatta yemin ettikleri metin, "Dinim, vicdanım, namusum üzerine yemin ederim ki esas maksadı, İslamiyetin tealisine, ve Osmanlıların İttihat ve Terakkisine çalışmaktan ibaret olan bu cemiyetin.." diye başlar.

Ama ne Osmanlı ittihadını ne de terakkisini yani ilerlemesini sağlayabilmişlerdir.

1914’te Birinci Dünya Savaşı ilan edildiğinde İttihatçılar, Teşkilat-ı Mahsusa’nın etkili yöneticisi Bahattin Şakir’i Taşnak Cemiyeti ile görüşmeye gönderirler. Amaç, Taşnakların harpte Osmanlı’nın yanında olmasını sağlamaktır. Ama Taşnaklar, bu çağrıya olumlu yanıt vermez ve bir zaman sonra savaş bütün acımasızlığı ile başlar, doğu vilayetlerimiz Taşnakların rehberliğinde Ruslar tarafından işgal edilir, Van’da insanlık dışı katliamlar yapılır. Tehcir’e bu olayların ardından başvurulur.

Oysa Jöntürk mantığına göre Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve Meclis'in kurulması bütün meseleleri halledecektir. Halletmiş midir? Hayır. Neden? Çünkü, hürriyet, yabancı eliyle sunulduğunda hiçbir milletin hayrına işlemez. Nitekim işlememiştir.

Jöntürklerin hikayesi etraflıca incelenmelidir.

Kimisi İttihatçılara, kimisi Abdülhamit’e kimisi de her ikisine sövüyor. Tarih sevgi ya da sövgü işi değil galiba biraz da felsefe işi.

Felsefe neydi? Bilgiyi sevmek sanatı.

Bilgiyi sevmek lazım.