Aşı sömürgeciliğine karşı açık biyogüvenlik kapasitesi oluşturulmalıdır
Tarihin akışında sömürgeciler her türlü metayı sömürgeleri için bir araç olarak kullanmaktan çekinmemişlerdir. Battaniye verip, votka verip toprak almış, iki tane elektrik hattı döşeyip tüm madenlerine konmuş, sadece liman yapacağız deyip parasıyla toprak almış, yanına kaleler ve sus payı olarak yerel dini tapınaklar yapmış, sonra da şirketleri ile tüm yer altı ve üstü varlıklarına kapitülasyonlar ile sahip olmuşlardır.
Bu sömürgeler sonsuza dek sürmese de bir döngü hâlinde devam etmektedir. Coğrafya değişmekte, verilip karşılığında alınan metalar değişmekte ama sömürgecinin kanı ve hâliyle niyeti hiç değişmemektedir.
Bugün dünyada 20’den fazla firma aşı üretimi konusunda çalışmakta olup, bunların bir kısmı da aşılarını piyasaya sunmuş durumdadır. Devletler şirketlerin aşı programlarını milyonlarca dolar desteklediği hâlde aşıları parayla satın almaktadır. Aşıların her bir doz için fiyatları 5 - 62 dolar arasında değişmektedir. Bu rakamın ortalaması olan 33.5 doları dünya nüfusu ile çarptığımızda iki doz aşı için 525 milyar dolarlık bir pazardan bahsedebiliriz. Bu pazarın tamamının 10 yıl içinde aşılandığı varsayılırsa yıl başına 52.5 milyar dolarlık bir pazar.
Bir de sömürgecilik ekonomisine bakalım. Columbia Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, Birleşik Krallık’ın 1765’ten 1938’e Hindistan’dan sömürdüğü miktarın 45 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. İngiltere’nin bugünkü hasılasının 15 katı, o zamankinin belki onlarca katı. Bu miktar yılda 260 milyar dolarlık bir sömürüye karşılık gelir.
Rakamlar üzerinden bakıldığında, aşı, bir pazar olarak İngiltere’nin koca Hindistan’ı sömürmesiyle karşılaştırılabilir bir gelir sunmaktadır.
Şimdi biraz farklı bir açıdan bakalım. Statista araştırmasına göre, Microsoft’un 2002’de 28 milyar dolar olan geliri 2020 için 143 milyar dolar olmuştur. Bu firmanın tarihinde uyguladığı yöntemleri birçoğunuz bilmeyebilir. Türkiye’de anlaşmalı avukatlık büroları ile şirketlerin aranıp lisans satın alınmaması hâlinde olabilecekler ile ilgili tehdit edildiği satışa çevirme yöntemleri dahi kullanılmıştır.
Bir yandan bu yöntem yürürken bir yandan benim de gururla bir savunucusu olduğum açık kaynak kodlu yazılım felsefesi ilerlemiştir. Açık kaynak kodlu yazılım öyle ilerlemiştir ki bugün çevremizde insana dokunan hemen her aygıtın içinde bu herkese ait yazılımlar bulunmaktadır. 5G denilen koca bir ekosistem açık kaynak kod üzerine inşa olmaktadır. Microsoft masaüstünde kazanıyor gibi görünse de gömülü yazılımda kazanamamıştır. Açık kaynak kodlu yazılımların varlığı kapalı yazılımların fiyatlarını da dengelemiştir.
“Yazılım-aşı-konvansiyonel sömürgecilik” örneklerini karşılaştırdığınızda korku, belirsizlik ve şüphe (FUD: Fear, Uncertainity, Doubt) üçlüsü de kasanın para basması için kullanılmaktadır.
O hâlde ihtiyacımız olan nedir? Aşı karşıtı değiliz, fikri mülkiyet karşıtı da değiliz. Peki, salgın hastalık gerçekliği içinde aşı sömürgeciliğine nasıl fırsat vermeyebiliriz? Bunun yolu, açık kaynak kod felsefesindeki gibi sahibinin herkes olduğu modeldir.
Geçtiğimiz ekim ayında Hindistan ve Güney Afrika’nın başını çektiği ülkeler aşıdaki fikri mülkiyet haklarının kaldırılması için Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Ticarette Fikri Mülkiyet Hakları Konseyi’ne (TRIPS) başvurdular. Bu tartışma hâlen devam etmektedir. Yeterince hızlı fikri mülkiyet oluşturamayan Hindistan, fikri mülkiyete ulaşmakta geç kalmış, yeterli üretime dönüştürememiş ve televizyonlarda izlediğimiz insanlığın utanması gereken manzaralar oluşmuştur.
ABD ve Rusya aşının formüllerinin herkese açık olması önerisinde bulunur gibi yapmaktadır. Buna DSÖ çok iyi olur demekte, DTÖ aşı adaletinden dem vururken, AB hâlen görüşmekte, Almanya ise karşıdır. Hatta Türk olduğu için “gururlandığımız” Uğur Şahin Hoca ise aşının fikri mülkiyetinin korunması gerektiğini, fakir ülkelere ise gelişmiş ülkelerin ve üretici şirketlerin yardım etmesinin daha doğru bir yol olduğunu öne sürmektedir! Şu anki durumda hâlen aşı bir “ticari meta” olarak dolaşımda kalmakta, buna sahip olanların sahip olmayanlar üzerinde bir baskı ve sömürü unsuru olarak durmaktadır.
Bu, tarihin akışına baktığımda şüphesiz yanlış görünüyor. Aşının en azından ticari kapalı olanları kadar açık ve özgür olanları da olmalıdır. Bu daha sağlıklı ve rekabetçi bir pazar demektir. Aşılar bir savaş uçağı geliştirmek için ülkelerin bir araya geldiği modellerde geliştirilebilmelidir. Bu adımlar, kapalı fikri mülkiyet ile çalışan şirketleri de dünya fikri mülkiyet hukukunda var olan zorunlu lisanslamaya açık olmaya iter.
Türkiye aşıda fikri mülkiyetin kalkmasına öncülük yapmalıdır, Türk aşıları açık olmalıdır. Ayrıca Türkiye yerli ilaç şirketlerinin yanı sıra devlet olarak da bizzat üretim hatlarını kurmalı ve büyük ölçekli üretim kapasitesine ulaşmalıdır. Türk beklenendir.