Esad’ın sonu…
Tunuslu seyyar satıcı 26 yaşındaki Muhammed Buazizi, 17 Aralık 2010 tarihinde tezgâhına el koyan güvenlik güçlerini protesto etmek amacıyla kendini yaktı.
Tunus’ta yaşanan bu olayın akabinde bir benzer hadise Cezayir’de yaşandı.
Tunuslu Buazizi’yi örnek alan bir Cezayirli kendini yakarak hayatına son verdi.
Mısır’da da bir kişinin meclis binası önünde üzerine benzin dökerek kendini ateşe vermesi sonrasında Tunus’ta başlayan protesto eylemlerinin türevleri Cezayir, Mısır, Libya ve Suriye’de görülmeye başladı.
Adına Arap Baharı denilen sürecin fitili böylece ateşlenmiş oldu.
***
Suriye yönetimi ilk etapta ekonomisinin iyi durumda olması, ülkesinde güçlü bir muhalefetin bulunmaması, ABD ve İsrail karşıtı bir siyaseti benimsemesi, İran ve Rusya ile iyi ilişkilerinin bulunması gibi sebeplerle Arap Baharı sürecinin ülkesini etkilemeyeceğini düşündü.
15 Mart 2011 tarihinde Dera şehrinde bir grup ilkokul öğrencisi okul duvarına “Ey doktor şimdi sıra sana geldi” yazdı.
Bu yazı sonrası Dera şehrinde binlerce kişinin sokaklara çıkarak başlattığı rejim karşıtı eylemler kısa sürede ülke çapına yayıldı.
Protesto eylemlerinin kısa sürede ülke çapına yayılıp kitlesel bir harekete dönüşmesinde Suriye yönetiminin protestolara sert müdahalede bulunmasının ve bu durumun göstericiler gözünde yönetimin meşruiyetini kaybettiği sonucunu doğurmasının önemli payı vardı.
Suriye yönetiminin ülkesini etkilemeyeceğini düşündüğü bu süreç, ordudan kaçan askerlerin göstericilerin safına katılmasıyla birlikte Suriye’yi Arap Baharı’nın en kanlı cephesinin açıldığı iç savaşın başlangıcına doğru sürükledi.
***
Çatışmaların giderek şiddetlenmesi sonucunda Suriye yönetimi Rusya’dan askeri destek talebinde bulundu.
Suriye yönetiminin talebine olumlu cevap veren Rusya, Suriye’ye gönderdiği kara gücünün yanı sıra Suriye hava sahasını kontrol etmesiyle Suriye’deki en etkili oyuncu durumuna geldi.
Rusya’nın Esad yönetimine olan doğrudan desteği ve yönetimin karşısında yer alan muhalif gruplara açık müdahalesi sonrası ABD’nin öncülüğündeki Batılı koalisyon da rejim ve onun destekçisi olan diğer unsurlara karşı çeşitli müdahalelerde bulundu.
Bu aşamadan sonra Suriye, farklı devletlerin kendi menfaatleri doğrultusunda farklı gruplara askeri, ekonomik ve siyasi destekler vermesi neticesinde vekalet savaşlarının yaşandığı bir alana dönüştü.
***
İç savaşının başlamasının ardından geçen 13 yılda Suriye’de envaiçeşit terör örgütü cirit attı.
ABD ve destekçisi vahşi Batı ile İran ve Rusya akan kanı durdurmadı, soruna çözüm olmak yerine ortalığı daha fazla karıştırdı.
Nitekim 1 milyondan fazla Suriyeli hayatını kaybetti, 10 milyondan fazlası ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Bu süreçte Esad herkese kulak verdi, bir tek Türkiye’nin uzattığı eli tutmadı.
Ona göre Türkiye’nin ülkesinin toprak bütünlüğünde gözü vardı.
Oysa Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan bir tek Türkiye vardı.
***
Ve Türkiye’nin tek isteği de topraklarında gözü olan terör örgütlerinin sırtlarının sıvazlanmamasıydı.
Şam’a sıkışıp kalan Esad bu gerçeği göremedi.
Kabuğuna çekildiği dar alanda iktidarda kalmanın çaresini emperyalist güçlere boyun eğmekte, İran ve Rusya’nın desteğini almakta ve terör örgütü PKK ile işbirliği yapmakta aradı.
***
Nitekim Esad umduğunu bulamadı.
Suriyeli muhaliflerin 8 Aralık itibariyle Şam’a girmesinin ardından ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Rus basınında yer alan haberlere göre ailesiyle birlikte Rusya’ya sığındı.
Yani sıra doktora geldi.
Doktorun gidişiyle İran’ın bölgeye dair politikası yıkıldı, küresel güç olma iddiasında olan Rusya önemli bir darbe aldı, ABD’nin PKK’yı desteklemekten ibaret politikası iflas bayrağı açtı.
Geriye sadece Türkiye’nin tezleri kaldı.
Esad bu gerçeği göremeden gitti inşallah Suriye’nin geleceğini şekillendirecek olanlar görür çünkü Suriye’nin istikrarı için başka bir çözüm kalmadı.