Yesevi’nin Anadolu’ya uçurduğu turna kuşu: Hacı Bektaş Veli


Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda Hoca Ahmed Yesevî’nin manevi mirasını yüklenerek Horasan’dan Anadolu’ya gelen Türk sufilerin en önemli temsilcilerinden biridir. Yesevî, Anadolu’dan çok önce Türkistan bozkırlarında Türk dilinde hikmetler söyleyerek İslam’ı yaymıştı; Hacı Bektaş da Anadolu’da aynı ruhu devam ettiren bir sufi olarak tanındı. Onu takip eden yüzyıllar boyunca Hacı Bektaş Veli gerek Anadolu’da Türk İslamı’nın benimsenmesinde gerek Türk kültürünün İslami yorumunda merkezi bir rol oynayan bir alperen olarak saygıyla anıldı.
Hacı Bektaş Veli’nin Türklük sevdası sadece kökenine değil, eserlerinde kullandığı dile de yansımıştır. Öğretilerinin çoğunu Türk Dili’nde kaleme almış olması son derece dikkat çekicidir. Nitekim Besmele Şerhi adlı eserini, devrinin sade ve temiz Türkçesiyle yazdığı bilinmektedir. O dönemde yaygın olmamasına rağmen Hacı Bektaş’ın halka doğrudan kendi dilinde seslenmeyi seçmesi, Türk Dili ve Kültürüne verdiği önemi gösteriyor. Dilindeki sadelik ve Türk Dili’ne duyduğu sevgi, düşüncelerinin Anadolu’da hızla benimsenmesini sağlamış; böylece Türk irfan geleneğinin mimarlarından biri olarak kabul edilmiştir.
Hacı Bektaş Veli, kardeşi Menteş ile 13. yüzyıl ortalarında Horasan’dan yola çıkıp önce Sivas yöresine, oradan da dönemin Sulucakaraöyük’üne (bugünkü Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesi) yerleşmiştir. Sulucakaraöyük’te kurduğu tekke kısa sürede büyük Türkmen kitlelerini cezbeden bir ocak haline gelmiştir. Hacı Bektaş Veli insanlara burada İslam’ı katı fıkıh kurallarından ziyade Türk tasavvuf geleneğinin diliyle, yani sevgi, hoşgörü ve kardeşlik diliyle anlatmıştır. Bu yaklaşım, o dönemde dünyadaki sert dinî otorite anlayışına alternatif bir gönül kazanma yöntemi olarak geniş kitlelere ulaşmıştır.
Hacı Bektaş Veli’nin öğretisinde ahlâkî olgunlaşma ön plandadır. “Dört Kapı Kırk Makam” prensibi ile O, insanın şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarından geçerek manen tamamlanmasını tavsiye eder. Bu yoldan geçen bir sufi için en önemli kural “eline, beline, diline sahip olması”, yani kimseye zarar vermemesi ve nefsini terbiye etmesidir. Hacı Bektaş Veli, niyet ile amelin uyum içinde olmasını ve gönül temizliğini gerçek imanın şartı saymış; ibadetini yapıp da elini, dilini, belini terbiye edemeyenleri ise “şeklen insan, manada hayvan” olarak nitelemiştir. Bu niteleme, onun zahirî dindarlıktan ziyade kalp saflığı ve nefis terbiyesi vurgusunu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Hacı Bektaş’ın sevgi ve güzel ahlak temelli öğretileri, Türk toplumunun İslam’ı yürekten benimserken Türk Töresi ile barışık bir yorum geliştirmesine büyük katkı sağlamıştır.
Hacı Bektaş Veli’nin Türk-İslam sufiliği içindeki yerini en iyi anlatan unsurlardan biri, Ahmed Yesevî ile manevi bağını vurgulayan menkıbelerdir. Türkistan’dan Rum diyarına kadar uzanan bu anlatılar, Hacı Bektaş’ı her zaman Hoca Ahmed Yesevî’nin manevi ocağına ve İslam’ın saf kökenine kesintisiz bağlamaktadır. Türk halk inancına göre, Hoca Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş Veli gibi alperenler ihtiyaç duyduklarında turna kuşu şekline girebiliyordu. Turna (allı turna/ flamingo), Türk sufiliğinde çok önemli bir simgedir ve esas olarak Hazreti Ali’nin ve onun yolunu takip eden Yesevî erenlerinin simgesi olarak kabul edilir. Nitekim meşhur Türk halk ozanı Pir Sultan Abdal bu inancı şu dizeleriyle ölümsüzleştirmiştir: “Hazret-i Şah’ın avazı/ Turna derler bir kuştadır”. Yani Hz. Ali’nin sesi, halk inanışında bir turna kuşunun içinde yankılanmaktadır.
Hacı Bektaş Veli’nin hayatını anlatan Velâyetnâme de turna motifine geniş yer verir. Anlatıya göre Horasan’daki alperenler, Hoca Ahmed Yesevî’yi bir meclise davet etmek istediklerinde turna kılığına girmiş bir sufiyi haberci olarak Türkistan’a doğru uçururlar; haberi alan Hoca Ahmed Yesevî ve halifeleri de aynı şekilde turna kılığına girerek onlara doğru uçar ve o mecliste buluşurlar. Bu tür motifler, halk dilinde Hacı Bektaş Veli’nin Hazreti Ali’den ve Hoca Ahmed Yesevî’den gelen yolun mirasçısı olduğunu anlatmanın efsanevi yollarından birisidir. Turna kuşu, böylece pîrden pîre, nesilden nesile aktarılan hakikatin sembolü haline gelmiştir.
Peki turna kuşu Türk tasavvuf geleneğinde neden bu denli önemli bir simge haline gelmiştir? Turna, göçmen bir kuştur; Türkistan ve Horasan’dan Anadolu’ya uzanan göç yollarında her sene gidip geri gelen, sürekli hareket halinde olan bir canlıdır. Bu yönüyle, Türklerin diyarlar arasında taşıdığı inanç ve kültürün sürekliliğini temsil etmektedir. Turnaların bazı özellikleri doğrudan Hazreti Ali’nin faziletleriyle özdeşleştirilmiştir. Turnalar topluluk halinde uçarken sergiledikleri düzen ve intizam, sürü içinde nöbetleşe tek ayak üzerinde uyuyarak gösterdikleri uyanıklık, seslerindeki hüzünlü tını ve hiç durmadan yollarda olmaları ve hep tetikte kalmaları gibi nitelikler, Türklerin ayrı bir muhabbet beslediği Hz. Ali’nin cesareti, adaleti, hikmeti gibi erdemlerle bağdaştırılmıştır. Bu nedenle Türk tasavvuf geleneğinde turna, Hz. Ali’nin yolundan giden öncü alperenlerin benzetildiği kuştur. Turna aynı zamanda hakikatin habercisi ve emanetçisi sayılır. Diyar diyar dolaşıp hakikatin geçici olmadığını, her zaman varlığını koruduğunu hatırlatır. Yeniçerilerin başlıklarına taktıkları turna tüyü de bu geleneğin bir devamıdır; Yeniçeri Ocağı, Hacı Bektaş Veli’yi manevi pirleri olarak görmüş ve turna tüyünü hem irfanın hem de sadakatin sembolü olarak benimsemiştir.
Sonuç olarak Hacı Bektaş Veli, Türk irfanının mimarı unvanını hak eden tarihî şahsiyetlerden biridir. Pir-i Türkistan Ahmed Yesevî’den aldığı maneviyat meşalesini Anadolu’da Türkmen kitleler arasında tutuşturmuş; onları sevgi, kardeşlik ve insanlık değerleri etrafında birleştirmiştir. Türk kimliğine sıkı sıkıya bağlı kalarak İslam’ı yorumlaması, İslamiyet’in Anadolu’da yerlileşmesine ve kalıcı hale gelmesine büyük katkı sağlamıştır. Günümüzde de Hacı Bektaş Veli’nin mirası, Semerkand’dan Mostar’a kadar Türk kültürel kimliğinde ve tasavvuf geleneğinde yaşamakta; turna misali diyar diyar gezip gönüllere girmeye devam etmektedir.
(Bu vesile ile Hünkarımız Hacı Bektaş Veli’nin (k.s.) mirasına sahip çıkarak geleneği sürdüren; Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde hibe ettiği arsa üzerinde Horasan Erenleri Hacıbektaş Kültür ve Cemevi Külliyesi’ni yükselten Türkmen Beyi Sayın Dr. Devlet Bahçeli’ye mahsus teşekkürlerimi arz ederim.)