FRANSA Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 24 Nisan'ı "Ermeni soykırımını anma günü" ilân etti. Bunun üzerine aklıma gelen ilk şey şu soru oldu: Tarih, sebep ve sonuç ilişkisine dayanan, yer ve zaman bildirerek geçmişteki olayların nesnel bir şekilde izahı mıdır yoksa siyasetçiler tarafından yeniden yazılabilen bir anlatı mıdır?

Tarihin siyasetçiler tarafından yeniden inşa edildiğine, kimi gerçeklerin gizlendiğine, hiç olmamış şeylerinse bir vak’a olarak tarih kitaplarında yer aldığına dair onlarca örnek olduğu biliniyor. Bunun en önemli sebebi, tarihi kendi kurgusuna, çıkarlarına, ihtiyaçlarına göre yeniden yazan, tarihi şekillendiren ya da bütünüyle gerçeklikten koparıp çarpıtan siyasetçilerin varlığı. Hatta siyasî tarihi tarihçilerden çok siyasetçilerin yönlendirdiği dahi iddia edilebilir. Tarihyazıcının ne kadar isterse istesin bilimsellikten ve objektiflikten ayrılmamaya ne kadar özen gösterirse göstersin tamamen nesnel olamayacağı da bir gerçek. Post-modern teorilerde her bilginin siyasi nitelik taşıdığı yönündeki iddiası pek de yabana atılır gibi değil. Dolayısıyla, tarih okunurken mutlak bir nesnellik beklememek gerekir. Yine de tarihin bir bilim olduğu ve güvenilir bilginin ancak bilimsel bir tarihyazıcılığına bağlı olduğu tartışmasız.

Tarihi yeniden yazma, bu süreçte de siyasî amaca göre kimi gerçekleri gizleme ya da çarpıtma konusunda en başarılı örneklerden biri hiç şüphesiz “Ermeni soykırımı” iddialarıdır. 1915’te Osmanlı topraklarında yaşananların bir “soykırım olduğunu” iddia edenler bunu sistemli bir kampanyaya dönüştürdü ve onyıllardır aynı söylemi tekrarlamaktan bıkmadı. İlk kez 1965’te “Ermeni soykırımının 50. yılı” diye sokakta gösteri yürüyüşüne başlayan Ermeni diasporası o günden beri dünyanın dört bir yanında aslında olmayan bir soykırımın tanınmasını sağlamak için bir algı operasyonu yürütüyor. Ermeni diasporasının yoğun olduğu ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede 1915 olaylarının “soykırım” olduğuna dair siyasî kararlar alınmış durumda. Burada altını çizmek gerekir ki bu kararlar, siyasetçilerin irade beyanı olmaktan başka bir anlam ve önem taşımıyor.

Oysa soykırım, bir siyaset değil hukuk terimi, bir suçun adı. Soykırımın var olup olmadığını tespit etmek, varsa suçun faillerinin nasıl cezalandırılacağını belirlemek de doğal olarak yargının, mahkemelerin işi. Suçların en büyüğü olan soykırımı mahkemeler dururken Ermeni lobisinden nemalanan üç beş tarih bilmez siyasetçinin ağzına dolaması ise en hafif tabirle abesle iştigâl. Türkiye’yi haksız isnatlarla suçlayıp gücendirme pahasına Ermeni diasporasının ve lobi faaliyetlerinin tuzağına düşen Macron’un adını bu siyasetçiler arasına yazdırması da kendi itibarı ve inandırıcılığı açısından büyük bir kayıp.

Soykırım suçunun kendine has maddî ve manevî unsurlarının olduğu ve bu suçun işlendiğini tescil etmenin çok da kolay olmadığı dikkate alındığında siyasetçilerin herhangi bir olayı “soykırım” ile yaftalamasının ne kadar yanıltıcı olabileceği anlaşılabilir. Fransa bu yanlışa çok kez düştü ve bu gaflet hâlini devam ettirecek gibi görünüyor.

Bir parlamentonun “bu bir soykırımdır” demesinin onu soykırım yapmaya yetmeyeceği çok açık. Fransa’da 24 Nisan gününün “soykırımı anma günü” olarak adlandırılması da somut belgelerle kayıt altında olan tarihî gerçekleri değiştirmeye elbette yetmeyecektir. 24 Nisan tarihinin yaklaştığı bu günlerde Ermeni lobisinin benzeri girişimleri hızlandıracağı ve Türkiye’yi hayal kırıklığına uğratacak gelişmelerin artacağı da dikkatten kaçmamalı.

Bu gibi siyasî adımların Türkiye ve Türk milleti aleyhine yürütülen algı kampanyasını pekiştirme ihtimali Türk yetkililer tarafından ciddiye alınmalı ve tarihi yeniden yazmaya yeltenen siyasetçilere fırsat verilmemeli. Bu çerçevede, Macron’un siyasî istismar kokan ve hukuken hiçbir hükmü olmayan açıklamasına Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’ın sert tepki göstermesi yerinde ancak Fransa’nın bundan daha sert tepki ve protestoları da hak ediyor.