OPEC’in kurucuları arasında yer alan Venezüella, petrol ihracatından sağlanan gelire büyük ölçüde bağımlı olan bir ülke. Petrol fiyatlarının oynaklığı, kimi dönemlerde ülke ekonomisinin ciddi miktarda zor duruma düşürebiliyor. Üretimin ve dolayısıyla ihracatın azaldığı bir dönemde petrol fiyatlarının da düşmüş olması, ülke ekonomisini sarsabilecek boyutta bir etkiye sahip oluyor.

Son günlerde yaşanan krizi ülke içerisinde destekleyen kitlenin en önemli gerekçesi de ekonomik şartlar. Bu durum bize “Arap Baharı” denen süreçte iktidara baş kaldıranların geçim sıkıntısından mustarip olduğunu ve zor şartlardan bıkan bu kitlenin isyanın büyümesini sağladığı gerçeğini hatırlatıyor. Ekonomi tek başına iktidarı devirmeye yeter mi sorusu tartışmaya açık olsa da ekonomik krizin siyasi hareketleri pekiştireceği bir gerçek. Venezüella bunun bu önerme için bir örnek teşkil edecek gibi görünüyor.

1960’ta OPEC kurulduğunda Venezüella, günde yaklaşık 2,8 milyon varil petrol üretimi ile diğer OPEC ülkeleri olan İran, Irak, Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın hepsinin önündeydi. Hatta Venezüella’nın üretimi, Suudi Arabistan’ın üretiminin iki katından fazlaydı. İran ve Kuveyt’in üretimlerinin toplamı da ancak Venezüella’yı yakalayabiliyordu. Aradan geçen neredeyse 60 yıl sonra durum tersine dönmüş durumda. Zikrettiğim beş ülke içinde Venezüella üretim miktarı açısından son sıraya gerilemiş durumda. Venezüealla 2018’de 1960’takinin neredeyse yarısını üretirken, Suudi Arabistan Venezüella’nın üretimini 5-6 kat aşar hale gelmiş. Venezüella’nın petrol sektörü açısından önemi de buna paralel bir şekilde ister istemez düşüyor.

Petrol geliri açısından bakıldığında da ciddi bir azalma var. 2008 yılında petrolden 90 milyar dolar gelir elde eden ülke, 2018 yılında ancak 20 milyar dolar elde etmiş. Ülkedeki ekonomik krizin temel sebeplerinden birinin bu olduğu hususunda herkes hemfikir görünüyor. Ekonomide petrol gelirine bağlılığın fazla olması, bu azalmanın herkes tarafından hissedilmesine sebep oluyor. Ekonomik kriz derinleştiği ve enflasyon artış oranının yüzde bir milyona ulaşacağı söylendiği bir dönemde, ülkenin bir de siyasi krizle boğuşması, ülkenin geleceği açısından karamsar olmaktan başka çare bırakmıyor.

Böylesi bir dönemde, ABD başkanı Trump’ın Venezüella’nın iç işlerine burnunu sokması ve muhalefeti tanıyıp seçilmiş lideri iktidardan düşürmeye çalışması elbette krizi içinden çıkılmaz hale getirecektir. Bir de ABD’nin Venezüealla’nın yumuşak karnı olan petrol sektörünü hedef alan yaptırımlara başvurması, Maduro iktidarını ciddi derecede zorlayacaktır. ABD, uzun zamandır gitmesini ve kendi çıkarlarına hizmet edecek yeni bir yönetimin gelmesini arzu ediyordu ve o kişiyi bulduğunda Venezüella halkını iktidar aleyhine kışkırtmak için ekonomik yaptırımlarla işe koyuldu.

ABD’nin dünyanın dört bir yanında ticaret savaşlarına girmesine alıştığımız ve Türkiye gibi bir NATO müttefikine bile yaptırım uygulayabildiğini gördüğümüz için yaptırım kararı bizlere şaşırtıcı gelmemiş olabilir. Ancak, Venezüella’nın mevcut ekonomik krizinin başlıca sebeplerinden biri milli gelirin yaklaşık yarısını teşkil eden petrol gelirindeki sert düşüş iken devlete ait petrol şirketinin yaptırım kapsamına alınması Çin’e ya da Türkiye’ye ek gümrük vergileri getirmenin çok daha ötesinde etkide bulunacaktır. Ekonomisi giderek kötüleşen ülkede muhalefete destek artacak, Maduro’nun işi zorlaşacaktır.

Bu çekişmenin sonucunun ne olacağını Maduro’nun halkı ikna etme ve milli birliği koruma konusundaki başarısında yatıyor. Dışarıdan yöneltilen ekonomik savaşla ve içeriden buna destek olan muhalefetle nasıl mücadele edileceği ülkenin kaderini belirleyecek derecede önemlidir.