25 Kasım; derin bir maziye sahip olan bu aziz milletin köklerini vefa ile geçmişe, dallarını ülkü ile geleceğe uzatmayı ömrüne pay edinmiş, bir Türk’ün doğum günü…

Bu gün takvimimizin adı; çileyi sevda diye ömrüne yoldaş eden, Türklüğün ocağını içindeki ateş ile yakan ve gönüllere memleketin dumanını tüttürecek kıvılcımı düşüren, Türk dünyasının Başbuğ’u; Alparslan Türkeş!

Fikirler için ölüm yoktur, çünkü bedenle değil ruh ile taşınırlar. Bu sebeple fikirleri ruhlara nakşedenlerin doğumu kutludur; çünkü zamanı, mekanı ve bedeni aşan mücadelenin miladıdır. Büyük fikirleri, verimli topraklarla buluşturacak bedenlerin var oluşu; kıvılcım düşen gönüllerin, gönüllerindeki ateşi harlayarak kuracağı cümlelerinin vefa dayanağıdır. Biz de vefa ile başlarız nizama dizdiğimiz cümlelerimize…

Türkçenin tüm öğeleriyle saygı duyduğu hitap: Başbuğ, Türklerin saygıyla yol başçı bildiği Türkeş’e yakışmıştır, şüphesiz… “Başbuğ Türkeş!” diye binlerce bedenin bir sesle yeri göğü inletmesi, alelade bir hareket değildir. Bu hareket, tarihe Türklüğü ezber ettiren bir harekettir, bu harekete geçiren yol başçının adı, elbette ki gök kubbede çınlamaya değerdir.

Sevdasını cihanı yedi koldan saran Türklük bilmiş, Türklüğe yar olmuş ve bu uğurda ömrüne dert ekmiştir Başbuğ…  Ve ömrüne ektiği dert, memleketi diri tutan gençlikle yeşermiştir. Bu gün, memleket kokan sloganlarını duyduğunuzda güvende hissettiğiniz gençler, Başbuğ’un evlatlarıdır. Benliği aşıp biz olan ve biz olabilmenin davasını güden, bağrı tarihle yanık, yüreği şehadete susamış masum çocukların kulaklarında çınlayan sestir Başbuğ… “evlatlarım!” diye girdiği cümleyi duyamayanlar dahi ruhlarına emanet bilmiştir her sözünü ve emir saymıştır o öğütleri… “Başbuğ’umuz emin olsun!” sözü, ömürle sınırlanmış cümlelerin sloganlaşmış hali değildir, büyük fikirlerin yılmaz emanetçisi olmanın yeminidir. Bir doğumu, gönüllerde ölümle buluşturmayan, yaşatan yemini…

Ömrünü kendine adayanların karşısında, tok sesiyle bir milletin sedası olmuştur Başbuğ… Anadolu değildir sadece cümleleri; o, Türk dünyasının, cihanı saran feryadını azat eden cümlelerin kurucusudur. O tarih sayfalarında süzülen oka ülkü işleyen, Türklüğün ustasıdır… O fani ömrünü, yaratana şükür diye tanımladığı ülküsü ile süslemiştir…

Başbuğ, erozyona uğratan çağ curcunası karşısında, memleketi kalkan olacak fikirlerle ağaçlandırmıştır. Gençliği toprağa kenetlemiş, vefa ile sulamış, vatana bekçi kılmıştır. Hızla akan zamanın, milliyeti donduran değişim fırtınalarına karşı memleketi ısıtan Ülkü Ocakları’nı kurmuştur. Üç hilal ile, devleti kutsal bilen bir milletin meclisinde; her türlü hileyi barındıran kıvrak siyasete, dik duruş veren omurga olmuştur. Dillerde türkü ömüre ülkü olan bir dava bırakmıştır, Başbuğ…

Destansı varlığıyla tarihe yön veren bu milletin bağrında, destanlardan kopup gönüldeki kıvılcımları harlayan bir ülkü oluşturmuştur. Tarih boyunca koşan atlarımızın, hızını kesecek ters rüzgarlara karşı, ruhu coşturan ve varlığı hatırlatan hitaplarla seslenmiştir gençlere… Destanları yaşatan ocakları, asenalar-bozkurtlar yetişsin, gelecek yeni destanlar yazsın diye kurmuştur.  Türkçe selam etmiştir meydanlarda, onun bozkurtu göğe yükseldikçe, bozkurtlarının sesi gürleşmiştir… O Anadolu’nun herhangi bir köşesinden seslenmiş, sözleri Türklüğün vardığı cihanın her köşesinde yankılanmıştır ve her kelamı Türk’den ötesine de nizam vermiştir…

Memleketi, dünden yarına aydınlatacak Dokuz Işık yakmıştır fikirleriyle… Ve de Turan’ı mutlak kılmıştır akıllarda, yeniden… “Milliyetçi Türkiye!” diye haykıran gençleri hediye etmiştir vatana, çünkü milliyet, bir milletin kapısına vurduğu kilittir. Başbuğ 57. Alay’ın ruhunu ülkücülere aktarıp, düşmana karşı memleketin kapısını kilitlemiştir. Ki bu muazzam bir öngörüdür, bu gün popüler kültürün girdabında kaybolup, geleneğinden uzaklaşan, başkalaşan ve başkalarına yem olanların yok oluşu karşısında; varlığına sahip çıkan gençler elbette ki memleketin kırılmaz kilidi olacaktır.

Başbuğ çarpık çağa isyan eden, düzensizliği düzen edenlere nizam veren ve varlık mücadelesinde hakka sığınıp galip gelen bir ülkü ile seslenmiştir ve geleceği yaşatan bir yemin almıştır. Doğumunu sonsuz kılan evlatlarının, bozkurtlarını hasretle göğe doğrultarak ettiği yemin; Başbuğ’a saygı ile selam, fikirlere hayattır ve de toprağın bereketi olan şühedanın ruhuna huzur veren, gür bir sedadır, yani vefadır!

Öyleyse; tarihe geçmişi anımsatan ve gelecekten görünen bir iz bırakan varlığın yıl dönümünde, daha gür bir sesle: “Başbuğ'umuz emin olsun..!”

Saygı, vefa ve dua ile …