Milletler mücadelesinin insafı yoktur.

Milletler mücadelesinin vicdanı yoktur.

Milletler mücadelesi bir gerçektir ve bu mücadeleye uygun pozisyon alınmazsa devletler oyununun acımasızlığına maruz kalınır.

Dünyanın hiçbir milleti, milletler mücadelesini yok sayarak varlığını sürdüremez.

Dünyanın süper gücü diye bilinen Amerika da milletler mücadelesinden kenara kaçamaz.

Üstelik Amerika, bu mücadeleyi daha tedirgin bir halde sürdürmek zorunda.

Düşünün, Meksika’dan gelecek göçmenlerden korkuyor; suyun üzerine bile duvar örüp, sınır tahkimi yapıyor.

İlgilenmediği hiçbir kenar köşe kalmadı. Büyük Orta Doğu Projesi kurgulayıp, Afrika-Orta Doğu hattını Baas’çı rejimlerden temizledi. Bunun için herkesi kullandı. Baasçılar için İhvan hareketini, İhvancılar için Sisi gibi darbecileri meydana sürdü.

Amerika darbesever bir ülkedir; bu gerçeği yediden yetmiş yediye herkes biliyor.

Şimdi kafayı Venezuela Devlet Başkanı Maduro’ya takmış.

Milletler mücadelesi her konuya ilgi duyar ama çatışmayı kişiselleştirmez; Maduro bu çatışmada bir ideolojiyi temsil ediyor.

Amerika, Hugo Chavez’in yardımcısı olan ve Bolivarcı Latin Amerika milliyetçiliği anlayışıyla hareket eden Maduro’yu alaşağı etmek istiyor.

Trump’ın, Maduro rejimiyle alakalı yaptığı açıklama her şeyi gözler önüne seriyor: Asker karar verirse, ordu tarafından çok hızlı şekilde devrilebilecek bir rejim.

İnsanın kanını donduran bir ifade.

Demokrasinin koruyucusu, özgürlüklerin hamisi geçinen bir ülkenin, askeri darbeyi telaffuz ederek bir ülkenin içişlerine açıkça müdahale etmesi neyle açıklanabilir? Elbette milletler mücadelesinin aldığı seyirle açıklanabilir. Artık kimse elindeki kartı gizlemiyor.

Seçimle iş başına gelen hükümeti, darbeyle tasfiye etmek, Amerika’nın milletler mücadelesi metoduna uygun düşmektedir. Trump, diplomatik bütün metodları kıra döke siyaset yapıyor. Maduro’nun karşısına Venezuela meclis başkanını çıkarıp resmi muhatap ilan ediyor; görülür şey değil! Açıkça ülkeyi ikiye bölüyor; iki farklı kamp, iki ayrı öfke iki ayrı kutuplaşma.

Emperyalizm acımasızdır, çıkarından başka tasası yoktur.

Amerika, Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak görüyor: Washington, Maduro’nun hemşehrisi, Güney Amerika’nın özgürlük sembolü Simon Bolivar’ın iki asırdır ilham verdiği birleşik ve özgür Latin Amerika ideolojisine öteden beri şiddetle karşı. Latin Amerika’nın dayanışmasını boğmak derdinde. Venezuela, elindeki petrol kaynaklarına rağmen halkı yoksul ve perişan ama bu perişanlıkta, uluslararası petrol mafyasının ve ambargocu Amerika’nın rolü büyük.

Simon Bolivar, "Bize nasıl olmamız gerektiğini öğretmeye kalkmayın, bizi kendinize benzetmeye çalışmayın; kendinizin iki bin yılda zar zor becerebildiğiniz şeyi yirmi yılda başarmamızı beklemeyin" diyordu. Bir zamanlar bu düstur, Latin Amerika’nın bütün liderlerinin ortak bakışını oluşturuyordu. Bugün birlik ve dayanışma eskisi gibi değil.

Gazeteci Kaşıkçı’yı göz göre göre boğazlayan Suud diktasını koruyan Amerika, "bizi kendinize benzetmeyin” diyene hayat hakkı tanımıyor.

Milletler mücadelesi kıyasıya sürüyor.

Kutuplardan, çöllere, okyanustan, metropollere dünya milletler mücadelesinin doğal mekanı haline gelmiş durumda.

Milletler mücadelesi bize çok şey anlatıyor da biz ne kadar anlıyoruz orası muamma.