Renkli televizyonların fazla yaygın olmadığı tek kanal zamanlarıydı. Yeni alınan renkli televizyon aileye sevinç getirmişti. Akşama doğru baba eve işten döndükten sonra renkli televizyonu izleme keyfini yaşayacaklar. Akşam baba geldi, heyecanlı aile televizyonun önüne toplandı. Televizyon açıldı fakat kanal gösterilmiyor. Acaba anten mi bozuk yoksa televizyon mu diye merak ettiler,  sonra çocuğu komşuya gönderdiler, bak bakalım komşuda yayın var mı yoksa sorun bizde mi sadece? Yayın hiçbir yerde yok, bazen merkezden uzaklarda yerleşen bölgelerde bu sorunlar zaman zaman yaşanırdı. Sorunun kaynağını tahminleri üzere bulup ağız birliğiyle onda karar kıldılar. Renkli televizyonları bozuk çıkmadıklarından dolayı hatta sevindiler.  Fakat sonradan bileceklerdi ki, renkli televizyon aldıkları gün, yani 19 Ocak 1990’da Bakü’deki televizyonun enerji ünitesi katliamdan önce patlatıldı. Halkı susturmadan önce televizyonu susturmalıydılar. Amaç kanlı niyetlerini hayata geçirmek için her türlü sesi boğmak…Bakü’de o gün başlanan katliamdan diğer illerin ve ilçelerin haberi olmadı. Sovyet ordusu uyanan halka gözdağı veriyordu. Yaşanan katliamda evinin içinde bulunanlar da, yaralılara yardıma gelen tıp görevlileri de, hatta polis de  nasibini aldı. Kanlı Ordu için Bakü’de olanların mesleği, yaşı ve kimliği önemli değildi.  Tanklar arabaların üzerinden geçiyordu, içinde insanların varlığına aldırmadan. Cesetler tanınmaz haldeydi, kimisi kimliğinden, kimisi de elbisesinden tespit edildi.

Bakü’de katliam haberi dalga dalga yayılmaya başladı. Ailesinden, akrabasından, başkentte eğitim alan evladından haber alamayan insanların tedirginliği, merkezde nelerin olduğunu anlamayan, olanlara anlam veremeyen insanlar ne yapacağını bilemiyordu. Bakü’de katliam yaşanıyordu…

Okula gidecekti, evden çıktığında mecburi kılınan her zaman giydiği beyaz gömleği giymek istemedi. İnsanlarımızı katlediyorlar, herkes yasta, azar işitsem de beyaz giymeyeceğim dedi okul yolunu tuttu.  Matem havası vardı her yerde, kimse konuşmuyordu ve kimse de nelerin yaşadığını bilmiyordu. Okulda birçoğunun da  kendisi gibi beyaz giymediğini fark etti. Katliam zamanı kendi akranları, okula giden çocuklar da öldürülmüştü.  Çocuk kalplerindeki yası ve kini böyle dışarı aktardılar…

Bakü’de ise insanlar sokakta cenazelerini kaldırıyorlar.  Artık kimse dışarı çıkma yasağını aldırmadı. Oğlu katledilen anne, babayı içeride kim tutabilirdi. Bakü o günü sokaktaydı. Gemiler susmadı, feryat etti, aralıksız siren sesleriyle şehitlere ağıt yaktı. Azadlık meydanından  Dağüstü parkına kadar uzanan bir izdiham. Omuzlarda giden şehitler Bakü’nün en yüksek yerine taşınıyordu. En yüksek yerde mekan kılıp isimlerini yazdırdılar…Şehitler Hiyabanı…

Hazar’da bir farkıydı o gün. Toprağa gömülmeyen bir çok insan kendisinde yatıyordu. Kanlı Ordu bir çok kişiyi o gün katledip Hazar’a bırakmıştı.  O günü kaybolanlar kimlerdir ve sayıları nedir net olarak kimse bilemedi. Toprağa gömülmeyenler Hazar’a gömüldü.

Özgürlük isteyen halkın sesini susturmak için 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gece Bakü’ye giren Sovyet Ordusu resmi rakamlara göre 147 kişiyi katletti, 744 kişiyi yaraladı. Bakü ve bazı bölgelerde 841 kişi tutuklandı. Bunlardan 112’si SSCB’nin farklı şehirlerine götürüldü ve cezaevlerine konuldu. Katliam zamanı devlet mülkleriyle beraber özel mülklere de zarar verildi. Askerler tarafından 200 ev, 80 araba, hatta yaralı taşıyan ambulanslar kurşuna dizildi, yakıldı ve imha edildi…

20 Ocak’ta masum insanların katledildiği sokaklara karanfiller dizildi. Karanfiller şehit kanına eşlik etti. Şehitler Hiyabanı’na kadar yoldaşlık etti. 20 Ocak 1990 yılından sonra  kimse kimseye karanfil vermedi, karanfilin artık sahibi oldu.   Karanfil Şehit çiçeği oldu.