Rabbimin nasip ettiği marifete şükürler olsun.

Her hafta sevdiklerimle birlikte, coşkuyla aşkın ve vatanın şarkılarını söylerken biz olmanın keyfini yaşıyoruz.

Her marifet, aslında bir imtihanın gerekçesi.

Sanat yapmanın imtihanı da ‘ben’e, ‘ego’ya teslim olmadan ‘biz’e ulaşmanın yolunda inançla yürümektir.

Sanatçı, Platon’un mağara mecazında anlattığı gibi ışığa yani hakikate sırtını dönmeden gerçek müessiri yani Allah’ı idrak ederek işini yapabilendir. Çünkü müzik de, resim de, sinema da, şiir de, roman da bütünlüğün işaretleridir. Bütüne ulaşırken yaratılmış olandan istifade etmek, yaratılmış olana yeni renkler, biçimler, sesler katarken dua etmek sanatçının vazgeçilmezidir.

Malatya, Derince, Eskişehir derken bu hafta da Rize’de idim. Pazar günü inşallah Elazığ’da olacağım.

Ana-Ata memleketim Rize’de önceki konserlerimde olduğu gibi mutlu saatler geçirdim. Her biri kıymetli gönüldaşlarımla sohbetler ettim. Fikirlerini aldım, görüşlerimi paylaştım. Sohbetimiz her zaman olduğu gibi memleket meselesi üzerineydi. Türkiye’nin saadeti, devletin bekası ve vatanın bölünmez bütünlüğü noktasında çocukluktan başlayan sorumluluk duygusuyla olgunlaşmış bir  zihin dünyasına sahip olan kardeşlerimle elbette memleket meselesi konuşacaktık. Önce ülkem ilkesi  bizim sosyal klasiğimizdir.

Rize’de, Doğu Türkistan’da yaşanan millettaşlarımıza yönelik emperyal baskıyı da dile getirdik. İşgalci Çin’in, bitip tükenmeyen zulmünü sahnede ifade ettik.

Sarıkamış’ı da andık; ödüllü eserim Sarıkamış’ı sahnede seslendirirken tıpkı “Ayyıldız Kolye”, “Geriye Aşk Kalır“, ”Vay Delikanlı Gönlüm”, ”Yalnızkurt” vs şarkılarımı söylediğimiz gibi hep bir ağızdan coşkuyla, hüzünle ama tek bir yürekle okuduk.

Sarıkamış’ın bende özel yeri vardır. Çünkü Gülali Dede’min ağabeyi Hasan Dedem, Sarıkamış’ta şehit düşmüştü. Sarıkamış’ı Bakü’de bestelemiştim; Bakü açıklarında Nargin adasının öyküsünü dinleyince eser neredeyse sözleri ve ezgisiyle kafamda canlanmıştı.

Sarıkamış, yaslı yaralı bir destandır.

Ve ne yazık ki bu destana hala siyasi nüfuz açısından bakıyoruz. Dönemin Savaş Bakanı Enver Paşa’yı tarihe gömmek, linç etmek amacıyla kalemimizi kılıç gibi kullanmaktan geri durmuyoruz. Tarih ibret almak içindir ama bu gerçeği kime anlatacağız?

Binlerce Mehmetçiğimizi zemheriye teslim ettiğimiz bu hüzünlü kahramanlık hikayemiz, milletler mücadelesi perspektifi açısından incelenmelidir. Bu incelemeyi yaparken sebep-sonuç ilişkisini hatırdan çıkaramayız.

Elbette bu destanın sonu mutluluk verici olabilirdi.

Ruslar elli yıldır işgal ettiği topraklarımızdan çıkarılırken Mehmetlerimizi tipiye, zemheriye, buza teslim etmeyebilirdik. Ancak yapılan hataların bile sebepleri vardır. Bu sebepler aklı selim düşünülmeden dönemin siyasi rüzgarlarına uygun algılarla zihnimizi karartamayız. Enver Paşa ile hayatının hiçbir döneminde geçinememiş biri olarak Atatürk’ün şu sözü aklıselimin ifadesinden başka bir şey değildir :

“Sarıkamış harbinden önce dönemin bütün subayları başını yastığa koyduğunda ‘Elviyei Selase’yi yani üç vilayeti kurtarma planı yapıyordu. Bu vatanseverliğin gereğiydi..”

Tarih, televizyon “konuklarıyla“ anlaşılamaz. Popüler kültüre göre işleyen, reytinge tutkuyla bağlı bir aygıt olan televizyon, her şeyi tahrif ettiği gibi tarihe de gereken özeni göstermez. Ekrandan uzak bir bilim kurulu bu meseleyi incelemeli ve tarihe not düşmeli.

Sarıkamış şehitlerimize rahmetler diliyorum.