İdlib saldırısından hemen sonra Türkiye Bahar Kalkanı Harekatı’nı başlatmıştır. Arap Baharı’nın isyan dalgasının son etabı olan Suriye’ye karşı Türk’ün bahar kalkanı sınırlarımıza set çekmiştir. Sorulacak hesabımız vardır. Alınacak intikamımız vardır. Aynı anda F-16’lar, SİHA’LAR, İHA’lar, Kasırga Füzeleri, Fırtına Obüsleri zulüm mevzilerini dövmeye başlamıştır.
Rejim unsurları kaçacak ve saklanacak delik aramanın derdindedir. Bir hususu tarif ve tespit etmenin sayısız yararları vardır: Türkiye İdlib’de savaş oyunlarının, hegemonya senaryolarının içinde değildir. Buna niyeti de yoktur. Gaye vatandır, gaye sınır, toprak ve insan güvenliğidir. Sınır demek devlet demektir. Sınırları kalbura dönmüş, güvenlik duvarları aşınmış, girenin çıkanın belirsiz olduğu bir devletin egemenlik hakları çiğnenmiştir. Aynı zamanda devlet demek egemenlik demektir. Türk devletinin hükümran haklarının başlangıç noktası hudut boylarıdır. Bu gerçeği görmeyen, bu gerçeği göstermeyen, üstelik bu gerçeği çarpıtan iç ve dış odakların alayı birden aynı şer ekseninde toplanmışlardır. İdlib Hatay’ın dibindedir. Hatta tarihsel olarak mündemiçtir. İdlib’den geri çekilirsek eninde sonunda Hatay’dan olmamız kaçınılmazdır. Böyle olursa Suriye’deki kaosun Anadolu’ya ithali de mukadderdir. Evimizin önü yanarken omuz silkersek milli onurumuzdan ve milli ömrümüzden mahrum kalırız.
Jeopolitik ve jeostratejik denklemin içinde bağımsız güç olarak var olmak zorundayız. Tarih bize diyor ki, mücavir topraklarda, komşu ülkelerde önü alınamamış krizler, iç kargaşa ve çatışmalar bir virüs gibi yayılıp eninde sonunda ülkemize bulaşacaktır. Misak-ı Milli’nin koordinatlarına muvafık şekilde Türk savunma alanı oluşturuyoruz. Bu savunmayı yapamazsak, bu savunmada tereddüt edersek, herkesi uyarıyorum ki, Anadolu’yu veririz, Anadolu’yu teslim ederiz. Bir Rus haber sitesinde, çalınan şehir Hatay başlığıyla haber yapılmış, gizli hedefler, sinsi ve yüzsüz arzular deşifre edilmiştir. Bugün aynı zamanda Hatay’ın ilk ve son Cumhurbaşkanı merhum Tayfur Sökmen’in de 40’ncı vefat yıldönümüdür. 3 Mart 1980’de hayata gözlerini yummuş merhum Cumhurbaşkanı, Hatay’ın 29 Haziran 1939’da anavatan Türkiye’ye katılmasında tarihi rol ve payı olan vakarlı ve vatansever bir şahsiyetti.
Aziz anısını rahmet ve hürmetle yad ediyorum. Hatay onyıllardır Suriye haritalarında açıkça gösterilmiştir. Ve şimdi de çalınan şehir Hatay diye haberler yapılmaktadır. Bu utanmazlıktır, mütecaviz bir Moskov oyunudur. Hatay Türk milletinin ve Türkiye’nin kardeşlik köprüsü, ayrılamaz, koparılamaz, vazgeçilemez zümrüt örtüsüdür. Kim Hatay’a göz dikiyorsa, o gözü oyarız, kim el uzatıyorsa, o eli kökünden keseriz. Hatay’ı tartışmaya açmak, Hatay üzerinde kuşkular uyandırmak cinayettir, hıyanettir, rezalettir. Ve emel sahipleri karşılarında Türk milletinin tamamını bulacaklardır. Hatay bizim diyen cani Esad rejimi, Suriye’yi tam 402 yıl egemenliği altında tutan cihan imparatorluğunu ne çabuk unutmuştur? Ne işimiz var Suriye’de gürültüsü koparan aymazlar bu hakikatten haberiniz var mıdır? Niye Libya’dayız diyenler, 494 yıl orada bulunduğumuzun farkında mısınız? Yoksa safa mı yatıyorsunuz?
459 yıl Mısır’da, 402 yıl Irak’ta, 402 yıl Ürdün’de, 402 yıl Filistin ve İsrail’de, 402 yıl Lübnan’da, 401 yıl Yemen’de, 400 yıl Bahreyn’de, 400 yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde, 400 yıl Katar’da, 399 yıl Suudi Arabistan’da, 397 yıl Sudan’da, 381 yıl Kuveyt’te, 350 yıl Somali’de, 308 yıl Tunus’ta, 303 yıl Cezayir’de hangi kudret sahibi imparatorluğun hükmünün geçtiğini aklını ve aidiyet bilincini kaybetmiş güruh biliyor mu? Sayın Kılıçdaroğlu ve ipini ele vermiş siyasi çürükler sizin bunlara dair bir fikriniz var mıdır? Şayet varsa kimlerin hizmetkârısınız, kimlerin hizasındasınız? Hadi yok diyelim, o zaman ne işiniz var Türkiye’de, ne arıyorsunuz siyasette? Misak-ı Milli coğrafyasında bir kuşun kanadı kırılsa, bir kuzu av olsa, bir mazlum feryat etse, bir masumun göz pınarlarından yaş süzülse Türk milleti mesele eder, dert eder, tavır gösterir, bedelini de peşinen ödetir.
Hem içimizdeki hem de çevremizdeki gelişmelere dikiz aynasından, geri görüş kamerasından, kozmopolit prizmadan bakmayız, bakamayız. Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın diyemeyiz, elhak o yılanı yuvasında boğazlarız. Mondros Mütarekesi imzalandığında fiilen hakimiyetimizde olan alanları içine alacak şekilde Misak-ı Milli’nin hudutları çizilmişti. Gazi Mustafa Kemal de bunu şöyle izah ve ilan etmişti: “Bu hudut, İskenderun Körfezi cenubundan Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü cenubunda Fırat Nehrine ulaşır. Oradan Deyr-i Zor’a iner; sonra doğuya uzatılarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır. Bu hudut dahilinde kalan ülkemizin bölümleri Osmanlı camiasından ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmiştir.” Sayın Kılıçdaroğlu, şimdi anlıyor musun niye İdlib’deyiz? Niye Suriye’deyiz? Niye Libya’dayız? Bize değil, aziz Atatürk’e kulak ver. Bizi duymuyorsan bari Atatürk’ü duy, bari muhterem hatırasına riayet et.