17 Kasım 2024
weather
12°
Twitter
Facebook
Instagram
Türkgün Siyaset MHP'li Koçak: Terörizm hiçbir şekilde, hiçbir zaman masum, haklı ya da meşru değildir

MHP'li Koçak: Terörizm hiçbir şekilde, hiçbir zaman masum, haklı ya da meşru değildir

MHP Konya Milletvekili Konur Alp Koçak, Türkiye'nin bölgesel ve uluslararası alanda artan güvenlik tehditleriyle karşı karşıya olduğunu, DEAŞ, PKK ve PKK'nın Suriye'deki uzantısı olan PYD-YPG gibi terör örgütlerinin komşu ülkelerdeki kaotik ortamın en başta gelen müsebbibi olmayı sürdürdüğünü belirtti.

12 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
MHP'li Koçak: Terörizm hiçbir şekilde, hiçbir zaman masum, haklı ya da meşru değildir

MHP Konya Milletvekili Konur Alp Koçak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Milli Savunma Bakanlığının 2024 yılı bütçelerinin TBMM Genel Kurulundaki görüşmelerinde söz aldı.

MHP'li Koçak'ın açıklaması şu şekilde; 
Millî Savunma Bakanlığının 2024 yılı bütçesinin yaklaşık 440 milyar lira olarak öngörülmüş olmasını yerinde bulduğumuzu belirtiyor, bu birleşimin sonunda yapılacak oylamada kabul oyu kullanacağımızı şimdiden ilan etmek istiyorum. 

Devletlerin vatandaşlarına korkudan uzak ve insan haysiyetine yaraşır bir hayat sunabilmesinin ön şartlarından biri egemenliği altında bulunan topraklarda yaşayan tüm bireylerin güvenliğini temin edebilmesidir. Bunu sağlayacak en önemli araçlardan biri ise etkin, güçlü ve caydırıcı bir güvenlik teşkilatıdır. Bu açıdan bakıldığında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin daha etkin ve hızlı hareket edebilen, imkân ve yetenekleri her gün gelişen, yüksek teknolojiye ayak uyduran, silah, mühimmat, araç ve gereç tedarikinde yurt dışı kaynaklara bağımlılığı her geçen gün biraz daha azalan, saygın bir ordu hâline gelmiş olması millî güvenliğimizin temini açısından bizlere umut ve güven vermektedir. Sınırlarımızın dâhilinde ve ötesinde millî menfaatlerimizin korunması için bir yandan terör örgütleriyle diğer yandan da hasmane tavırlar sergileyen ülkelerle mücadele eden, ambargolara, tehdit ve baskılara boyun eğmeyen ve şehadetlerle sınavsa dahi yılmayan, yıkılmayan Türk ordusunun kahraman mensuplarına şükranlarımızı ve minnettarlığımızı ifade etmek isterim. Bu vesileyle, ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün muhafazası için şehadet şerbeti için tüm Emniyet ve ordu mensuplarımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyor, gazilerimize; sağlık, mutluluk ve uzun ömürler diliyorum. 

Güvenliğin tesis edilemediği bir ortamda adaletten, özgürlükten, demokrasi ve insan haklarından söz etmek elbette ki mümkün değildir. Dolayısıyla her devletin egemen olduğu sınırlar içerisinde yaşayan her bir vatandaşın hakkını, hukukunu, huzur ve güvenliğini koruyabilmesi gerektiği tartışmasız bir gerçektir. Ne var ki yurt içinde huzur ve güvenliğin tesis ve temini, yurt dışında da siyasi ve askerî açıdan aktif olmayı gerekli kılmaktadır. Komşularımızda yaşanan istikrarsızlık, terör örgütlerinin bölgemizde hâlen faal olması ve tüm uyarılarımıza rağmen sözde müttefiklerimizin hâlâ bu terör örgütlerini destekliyor olması gibi gerçekler savunma ve güvenlik kurumlarımızın sınır ötesinde de yaşananlara müdahil olmasını gerekli kılmaktadır. Unutulmamalıdır ki Türkiye kendisine muazzam jeostratejik avantaj sağlayan coğrafi konumunun beraberinde getirdiği risklere de maruz kalmaktadır. Ülkemiz bölgesel ve uluslararası alanda artan güvenlik tehditleriyle karşı karşıyadır. DAEŞ/PKK ve PKK’nın Suriye'deki uzantısı olan PYD/YPG gibi terör örgütleri komşu ülkelerdeki kaotik ortamın en başta gelen müsebbibi olmayı sürdürmektedir. Bu terör örgütlerinin varlığı yetmezmiş gibi binlerce kilometre uzaktan bölgemize gelen emperyalist güçler bu terör unsurlarını maşa olarak, piyon olarak kullanmakta, bölgemizde istikrarsızlığı körüklemekte, ülkemize yönelik tehditleri artırmaktadır. Bölgesinde istikrar ve huzur örneği olarak öne çıkan Türkiye, bilhassa FETÖ’nün hain darbe girişimi sonrasında artan terör tehdidinin önüne geçmek, Türkiye’yi Suriye ve Irak’a dönüştürme emellerini boşa çıkarmak amacıyla sınır ötesi askerî operasyonlar icra etmek durumunda kalmıştır. Bu kapsamda, ordumuz ilk olarak 2016 yılında Fırat Kalkanı Harekâtı’nı, ülkemizin güneyinde oluşturulmak istenen terör koridorunu parçalamak ve bölge halkını terör örgütlerinin zulmünden kurtarmak için 2018 yılında Zeytin Dalı Harekâtı’nı icra etmiştir. Bu harekâtlar başarıyla tamamlanmış olsa da bazı sözde müttefiklerin terör örgütlerine verdiği siyasi, askerî ve ekonomik yardımlar sebebiyle terör kaynaklı güvenlik sorunları bütünüyle sona erdirilememiştir. Ancak bu durum Türkiye’yi çaresiz ve eylemsiz bırakmamış, tam aksine yeni sınır ötesi operasyonları gündeme getirmiştir. Sınır güvenliğimize yönelik tehditlerin giderilmesinin yanı sıra 2011’den beri devam eden iç savaş yüzünden yerinden edilmiş milyonlarca Suriyelinin evlerine dönüşlerini sağlamak amacıyla 2019 yılında Barış Pınarı Harekâtı; Suriye’deki birliklerimizin güvenliğini sağlamak, Suriye rejiminin saldırılarıyla sınırlarımıza yönelecek kitlesel göçü önlemek ve bölge halkının güvenli geri dönüşlerini temin etmek amacıyla da 2020 yılında Bahar Kalkanı Harekâtı icra edilmiştir. Diğer taraftan, Irak’ın kuzeyindeki tehditlerin önüne geçebilmek için 2019 yılında başlatılan Pençe Operasyonları kararlılıkla sürdürülmektedir. 
Burada vurgulanması gereken bir husus vardır ve o da şudur: Türkiye bu sınır ötesi harekâtları Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51'inci maddesiyle tüm egemen devletlere tanınan meşru müdafaa hakkı kapsamında icra etmiştir. 

Bizim için, terör hangi bahaneyle, hangi amaç, hangi araçla yapılırsa yapılsın insanlığa karşı en ağır suçlardan biridir. Terörizm hiçbir şekilde, hiçbir zaman masum, haklı ya da meşru değildir. Terör örgütlerinin sözcülüğüne soyunanların demokrasi, insan hakları, hukuk ve adalet gibi ulvi kavramları dillerinden düşürmemesi ise son derece komik ve bir o kadar da ironiktir. İnsan haklarının en başında gelen yaşama hakkına bile tecavüz eden, masum sivillere yaşama hakkını bile çok gören terör örgütlerinin ve bu örgütleri destekleyenlerin insan haklarından ve demokrasiden dem vurması insan aklıyla alay etmektir. Teröre “terör”, teröriste “terörist” demek, terör örgütlerini ve teröristleri kınamak, insan onuru ve demokrasiye saygının bir gereğidir, bir insanlık görevidir. Tüm iftiralara, karalama kampanyaları ve algı operasyonlarına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri ordusunu “Peygamber ocağı” addeden aziz Türk milletinden aldığı kuvvet ve cesaretle terör örgütlerine karşı yürüttüğü amansız mücadeleden mutlaka zaferle çıkacak, ülkemizin ve milletimizin huzur ve güvenliğine yönelik her türlü tehdit ve tehlikeyi muhakkak bertaraf edecektir. Nitekim, kararlı bir şekilde yürütülen terörle mücadele politikaları sayesinde, 2023 yılı içerisinde etkisiz hâle getirilen terörist sayısı 2 bini aşmıştır. 24 Temmuz 2015’ten bugüne dek etkisiz hâle getirilen teröristlerin sayısı ise 40 bine yaklaşmıştır. Diğer yandan, PKK’nın yurt içindeki militan sayısı en düşük seviyelere inmiş, sadece bu yıl içinde 100’den fazla terörist güvenlik güçlerine teslim olmuş, örgüte katılım ciddi derecede azalmış, terör örgütünün finans kaynaklarından olan uyuşturucu ve silah kaçakçılığıyla mücadelede önemli başarılara imza atılmıştır. Çaresizce saklandıkları inlerde ölümü bekleyen teröristler için artık hiçbir yer güvenli değildir. Terör belasının er ya da geç defedileceğinden, terörle mücadelede kesin ve kalıcı sonuç alınacağından hiçbir şüphemiz yoktur. MHP olarak Hükûmetimizin bu doğrultuda atacağı her adımı destekleyeceğimizden, Türkiye’nin geleceğini güvenceye alacak her karar ve girişime, her çetin imtihana hazır olduğumuzdan da hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. 

Sahada elde ettiğimiz başarılar ne kadar barizse millî güvenliğimizin temini noktasında başka ülkeler ya da ittifaklara güvenemeyeceğimiz de bir o kadar açıktır. Zira müttefik zannettiğimiz bazı ülkelerin günlük siyasi çıkarları uğruna, hem de güya savundukları ilke ve değerleri çiğneme pahasına terör örgütlerinin yanında durabildiği acı bir gerçektir. Türkiye’ye silah ambargosu uygulayan sözde müttefiklerin Türkiye’ye silah doğrultan terör örgütlerine binlerce tır dolusu silah hibe ediyor olması son derece düşündürücüdür, tam bir garabettir. 
Türkiye'nin paydaşı olduğu F-35 projesinden çıkarılması ya da F-16 satın almak istediğimizde ABD Kongresinin direnciyle karşılaşmamız savunma ve güvenlik alanındaki alternatiflerimizi çoğaltmanın yanı sıra kendi imkân ve yeteneklerimizi artırmak zorunda olduğumuzu ortaya koymaktadır. Bu çerçevede kapasitesi ve saygınlığı giderek artan ordumuzun her gün yeni bir başarı öyküsü yazan savunma sanayimizden büyük güç aldığını da belirtmek gerekmektedir. Zira hem terörle mücadelede hem de Libya ve Karabağ'da elde edilen stratejik kazanımların ardında yerli ve millî teknolojiye dayalı savunma sanayimizin büyük payı olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. 

Yerlileştirme ve millîleştirme politikalarımız sayesinde savunma sanayisinde dışa bağımlılığımızın son yirmi yılda yüzde 80'den yüzde 20'ye gerilemiş olması eşine az rastlanır bir başarı hikâyesi olmuştur. Yirmi yıl önce yüzde 80 dışa bağımlılıkla sadece 5,5 milyar dolar bütçeli 62 proje yürüten savunma sanayimiz, 90 milyar dolarlık proje hacmi olan 850 projeyi yürütür hâle gelmiştir. Bu hiç şüphe yok ki takdire şayan bir gelişmedir. Savunma sanayimizin üretim miktarı, cirosu ve ihracatı ciddi derecede artmıştır. Yirmi yıl önce sadece 240-250 milyon dolar seviyesinde olan ihracatın bu yıl sonunda 6 milyar dolara ulaşması beklenmektedir. Sektörün cirosu şimdiden 12 milyar doları aşmış durumdadır. Savunma sanayisi ürünlerimizin ihraç edildiği ülke sayısı 170'e, ihraç edilen ürün çeşidi ise 230'a ulaşmıştır. Artık Türkiye kritik önem taşıyan savunma araçlarını ithal edebilmek için yabancı ülkelerin kapısını çalmak, büyük güçlerin rızasını almak zorunda değildir. Artık Türkiye uluslararası piyasada en büyük üreticilerle rekabet edebilen, hatta birçoğundan daha üstün nitelikli ürünler tasarlayıp üretebilen küresel bir oyuncu hâline gelmiştir. Dünyanın en büyük 100 savunma şirketi arasında ülkemizden 4 şirketin yer alması elbette ki gurur vericidir. Bu sayının çok daha fazla olması yönündeki temennimizin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inancımız tamdır. 
Diğer yandan, savunma ve havacılık sektöründe faaliyet gösteren 3 bine yakın firmada 80 binden fazla kişi istihdam edilmektedir. Katma değeri yüksek ve teknoloji yoğun bir sektör olan savunma sanayimiz hem güvenlik ve asayişin temini açısından hem de ekonomik kalkınma ve refahımız açısından stratejik önem taşımaktadır. Savunma sanayimizin daha fazla desteklenmesi, bu çerçevede elektronik harp, uzay, uydu ve radar teknolojileri, ağ merkezli savaş, insansız hava araçları, güdüm ve kontrol teknolojileri, millî hava savunma sistemi, siber güvenlik gibi alanlardaki yatırımların ve AR-GE faaliyetlerinin artırılması, sektörde elde edilen teknik birikimin diğer sektörlerde nerede kullanılır hâle getirilmesi, sektörde faaliyet gösteren firmalar ile kamu kurumları arasındaki iş birliği ve eşgüdümün güçlendirilmesi büyük önem arz etmektedir. 
Savunma sanayimizin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi ve sektörde uzun yıllar çalışmasının sağlanması da sektördeki başarının sürdürülebilmesi için kritik önemdedir. Savunma sanayisi sektörünün sürdürülebilir büyümesini teminen savunma ekosistemi gelişmiş, alt ve üst yapı sorunu olmayan, ana yüklenici, alt yüklenici ve yan sanayi işlevini görebilecek firmaların yoğun olarak bulunduğu Konya gibi birçok şehrimizde savunma sanayi ihtisas OSB’lerinin kurulması değerlendirilmelidir. 

Türk Silahlı Kuvvetleri yurt savunmasının yanı sıra Birleşmiş Milletler, NATO, AGİT ve ikili anlaşmalar kapsamında Libya'dan Kosova'ya, Afganistan'dan Bosna Hersek'e, Katar’dan Somali'ye kadar birçok coğrafyada millî menfaatlerimizi korumakla yetinmemekte, bölgesel istikrara ve dünya barışına katkı sunmaktadır. Ancak ne yazık ki uluslararası güvenlik ve barışı korumakla mükellef olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin içine düştüğü acziyet Filistin’deki gelişmelerle bir kez daha ifşa olmuştur. BM Güvenlik Konseyi ABD'nin vetoları sebebiyle işlevsiz hâle gelmiş, herkesin gözü önünde işlenen soykırıma engel olunamamıştır. Dünyanın aradığı huzur ve güvenlik ortamının Birleşmiş Milletlerin mevcut yapısıyla temin edilmesi mümkün görünmemektedir. Bu çerçevede partimiz Birleşmiş Milletlerin yapısı ve işleyişi dâhil her yönüyle reforma tabi tutulması gerektiğine inanmakta, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyinin daimî üyelerinden biri olarak uluslararası güvenlik ve barışın temini adına daha büyük roller üstlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu hedefimiz gerçekleştiği takdirde terörle küresel mücadele güçlenecek, daha adil, daha huzurlu bir dünya mümkün hâle gelecektir. Her türlü müttefiklik ilişkisinde haklara saygının ve karşılıklı faydanın esas alınması gerektiğine inanıyoruz. NATO ve benzeri uluslararası örgütler içinde yer alan ülkelerin ve bir bütün olarak uluslararası kuruluşların millî menfaatlerimiz, beklentilerimiz, hassasiyetlerimiz ve ihtiyaçlarımıza gösterecekleri saygı, bu ülkelerle ve kurumlarla olan ilişkilerimizin seyrini şekillendiren temel kriter olacaktır. Bize göre, NATO’la ilişkilerimiz ve İsveç’in NATO üyeliği hususu değerlendirilirken Türkiye'nin NATO'ya değil, NATO’nun Türkiye'ye muhtaç olduğu gerçeği dikkatten kaçırılmamalıdır. 

“Ölürsem şehit, kalırsam gazi.” şiarıyla hareket eden TSK personelinin canları pahasına ifa ettikleri görevin maddi karşılığını ölçmek bize göre mümkün değildir. Bununla birlikte rütbesi, unvanı, görevi ne olursa olsun tüm TSK mensuplarının ve emeklilerinin, şehit yakınlarının ve gazilerimizin daha müreffeh bir hayat sürdürmeleri gerektiğine inanıyoruz. Bu çerçevede, geçen dönemde partimizin de desteğiyle TSK mensuplarının mali ve sosyal haklarına ilişkin bazı düzenlemeler yapılmış, bazı talepler böylelikle karşılanmıştı. 28'inci Dönemde de ilave düzenlemelerin hayata geçirilebileceğini değerlendiriyoruz. Millî Savunma Bakanımız Sayın Güler’in, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler esnasında binbaşıların ve astsubayların tazminat sorunu çözmek üzere bir kanun teklifinin bu yıl sonu gelmeden Meclis Başkanlığına sunulacağını belirtmiş olmasından da büyük memnuniyet duyduğumuzu şahsına bildirmek isterim. Bu olumlu adımlara ilaveten şehit yetimlerinin tamamına istihdam hakkı verilmesi, uzman erbaşların kadroya geçirilmesi ve terörle mücadelede yaralanmış olmalarına rağmen malul sayılmayan gazilerimizin bu mağduriyetinin giderilmesini beklediğimizi de hatırlatmak istiyorum.

Sözlerime son verirken Milliyetçi Hareket Partisi olarak güvenlik güçlerimizin terör örgütleri karşısında yürüttüğü haklı ve meşru mücadeleyi sonuna kadar desteklediğimizi, demokrasi ve insanlığın azılı düşmanı olan terörle mücadelenin yurt içinde ve dışında aynı kararlılıkla devam etmesi gerektiğini, her zaman ve her yerde Mehmetçiklerimizin yanında olacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. 

Bu düşüncelerle Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin ülkemiz ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, ordumuzu “Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.” sözleriyle tanımlayan cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmet ve minnetle anıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 

Yorumlar
M
MUSA AKKAFA 11 ay önce
ALLAH ım razı olsun vekilim güzel konulara temas ettin ALLAHım yar ve yardımcın olsun senin adında genel başkanımız sayın DEVLET BEY in ve tüm camiamızın.
BEĞENME
0
CEVAPLA
MHP'li Bulut'dan, AK Partili Çelebi'ye destek: Kandil’den kumandalı sözde muhalefetin maskesini düşürmüştür

MHP'li Bulut'dan, AK Partili Çelebi'ye destek: Kandil’den kumandalı sözde muhalefetin maskesini düşürmüştür