KADİR YILDIZ / TÜRKGÜN
TÜRKİYE’nin “Pençe” ve “Kıran” Operasyonları ile teröristlere hiçbir şekilde hayat hakkı tanımaması, teröre yardım ve yataklık yapan belediye başkanlarının görevden alınarak yargı önüne çıkarılması ve çocukları dağa kaçırılan annelerin yaptıkları oturma eylemleri ile HDP’nin gerçek yüzünü ifşa etmeleri, bölücü terör örgütü PKK’yı bitme noktasına getirdi. Hesaplarını terör üzerinden yapan içerideki ve dışarıdaki odaklar, Türkiye’nin bu kararlı tavrından son derece rahatsız oldular ve bölücü hainlere yeni alan açabilmek için harekete geçtiler.
Terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklık eden HDP’li belediyelere kayyum atanmasının ardından tekrardan alevlenen çözüm süreci tartışmaları, her gün yeni bir boyut kazanıyor. AK Parti’den ayrılarak muhalefet yapmaya başlayan isimlere yakınlığıyla bilinen yazarlar, gazete köşelerinde ve ekranlarda çözüm sürecinin tekrar başlaması gerektiğini anlatarak zemin hazırlamaya çalışıyorlar. AK Parti’den ayrılarak yeni bir parti kurma aşamasında olan Davutoğlu ve Babacan’ın ekibini çözüm sürecini sahiplenen isimlerden oluşturması dikkat çekiyor. Çözüm sürecinde aktif rol almış isimlerin kurulacak yeni partide birleşmesi nasıl bir oyun oynandığını gözler önüne seriyor.
MAKSAT ABD MEMNUN OLSUN
Ahmet Davutoğlu ve onunla birlikte hareket eden isimlerin AK Parti ile yollarını ayırmalarının en önemli gerekçeleri arasında AK Parti’nin çözüm süreci arayışlarına kapıları tamamen kapatması olarak gösteriliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı MHP ile kurulan Cumhur İttifakı’ndan ayırıp tekrardan çözüm süreci politikalarına çekmek isteyen Gül-Davutoğlu-Babacan cephesinin bu çabalarının sonuçsuz kalması, ayrı parti kurmalarının asıl sebebini oluşturuyor. Ahmet Davutoğlu’nun “Terörle mücadele defteri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” yönündeki beyanı ise siyasi şantaj ve ABD’ye şirin görünme çabası olarak değerlendiriliyor. Gül-Davutoğlu- Babacan cephesini birleştiren ana unsur, ABD eksenli izlenen politik tavırlar olarak öne çıkıyor. AK Parti’den ayrılan ve yeni parti kurma hazırlığında olan bu cephe son olarak HDP’li belediyelere kayyum atanmasına karşı birlikte hareket etmesiyle biliniyor. Üstelik bu isimlerin aynı dakikada Twitter’dan gösterdiği tepki bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.
ABD’nin Türkiye’yi oyalama ve zaman kazanma arayışlarının altında, YPG’yi güçlendirmek istemesinin yanı sıra Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağı operasyonunu engelleyecek şartların oluşması yatıyor. Çözüm süreci tartışmaları da bu çabayı tamamlıyor. ABD’nin HDP il binası önünde eylem yapan annelere karşı sessiz tavrının yanı sıra CHP’nin de üstün körü destek açıklaması yapması ve devleti adres göstermesi, HDP’nin koruma altına alındığını bir kez daha ispatlıyor. CHP milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun “Demirtaş’ı serbest bırakın, TBMM’de bir komisyon kurun, çözüm süreci tekrar başlasın. Annelerin acıları ancak böyle diner. ‘Son terörist öldürülene kadar’ yöntemi yanlış, ‘sivil toplum’ yürüyüşleri ile de bir yere gidilemez.” şeklindeki sözleri CHP’nin, ABD’yi memnun edecek bir politika izlediğini gösteriyor. PKK’nın siyasi uzantısı HDP ile 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren örtülü ittifak halinde olan CHP HDP’yi korumakla kalmıyor, aynı zamanda Kandil’in de hoşuna gidecek bir politika izliyor.
İP, net tavır gösteremiyor
CHP ile aynı safta yer alan İP ise kayyumlar konusunda kesin bir tavır gösteremiyor. CHP ile olan ittifakını zedelemek istememesinin yanı sıra ABD’nin de politikalarına uygun bir zeminde hareket ediyor. ABD bir taraftan FETÖ elebaşına sahip çıkarken diğer taraftan da İP yöneticileri Türkiye’yi hedef gösteriyor. İP yöneticilerinin “PKK’ya çocuğunu kaptıranlar HDP binasının önüne gidiyorsa, FETÖ’ye çocuklarını kaptıranlar hangi partinin önüne gitsin?” şeklindeki söylemleri Pensilvanya’daki FETÖ elebaşını koruma güdüsü olarak değerlendiriliyor. ABD’nin PKK/PYD/YPG ve FETÖ konusundaki korumacı tavrı bilindiği halde, CHP-HDP-İP-Davutoğlu-Babacan oluşumunun da PKK ve FETÖ konusunda koruyan/kollayan bir siyasi duruş sergilemeleri ABD’nin bölgesel çıkarlarına hizmet anlamını taşıyor. Türkiye’de terörün belinin kırıldığı, terörist sayısının 600’ün altına düştüğü, sınır dışı operasyonlarla terörle mücadele kararlılığının sergilendiği bir dönemde “Çözüm sürecinin tekrardan hortlatılmaya çalışılmasının amacı nedir?”, “Çözüm sürecinin tekrardan başlatılmasını isteyen siyasi ve sosyal sorumluluk sahibi isimler nereden talimat alıyor?” sorusu cevaplanması beklenen önemli bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor.