MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, yakın zamanlı bir konuşmasında “Küresel eşitsizlik, küresel adaletsizlik, küresel dengesizlik endişe verici noktalardadır. Ve devamlı yükseliş halindedir.” derken gerçekten sürdürülebilir olmayan bir durumu ifade ediyordu. Ülkeler arası uçurumda elbette geçmişin sömürgeciliğinin rolü vardır. Ancak özellikle 150 yıl önce olan sanayi devrimi ile hızlıca artmaya başlayan küresel eşitsizlikten, biz de Osmanlı Devleti’nden bu yana etkilendik. Küresel eşitsizlik bugün ise teknolojik devrimlerden de besleniyor. Diğer yandan Çin, Hindistan gibi bir önceki yüzyılda eşitsizlikten çok daha sert etkilenen ülkeler, kendilerini gelişmiş ülkelere nasıl yaklaştırabildiler?

Örneğin, Hindistan’a baktığımızda, orta sınıfın toplam nüfusu ABD’nin toplam nüfusunu geçmek üzere. [1]

Bu ülkeler elbette kaynaklarını iyi yönettiler. Ancak Hindistan ve Çin gibi ülkelerin teknoloji devrimlerini bir yerinden de olsa yakaladıkları da bir gerçektir. Her ne kadar ilk başta yüksek getiri getirecek patentlenebilir fikri mülkiyet edinimi yerine bilişim alanlarında taşeronluk yapma politikası izlemiş olsalar da bu politika dahi, bu ülkelerin küresel eşitsizliğin faydalananları tarafına kaymasını mümkün kılmıştır. Bir fikri mülkiyet sahibine bir elektronik üretmekle başlayarak tüm tekniğe hâkim olmak mümkün olabilmiştir. Benzer şekilde, yazılım, çağrı merkezleri gibi bilişim alanlarında taşeronluk yapan, örneğin Hindistan, hem büyük nüfusunu beslemeye katkı vermiş, hem de fikri mülkiyet üretmesi muhtemel olan bu mühendislerinin sayısını katlamıştır. Bir araştırmaya göre Hindistan’ın yazılım geliştirici sayısı 2018’de 5,2 milyonun üzerine çıkarak ABD’deki toplam yazılım geliştirici sayısını geçecektir. [2]

Geçtiğimiz hafta açıklanan Nobel’lerde Ekonomi bilimi alanında ödül alan Paul M. Romer’in ödül alan çalışması da işte bu alanı inceliyordu.[3] Teknolojik yenilikleri uzun vadeli makroekonomik analize entegre eden Romer, teknolojik yeniliklere dayalı ve içsel bir kalkınmanın yakalanabileceğini ortaya koyuyor. Bazı ülkelerin hızlıca gelişmesi, bazılarının ise yolda kalmasını ise “teknolojik bir sınır” olarak tanımlıyor. Bu sınırı kaldırabilmek için önerdiği ilk ana koşul, bilginin (ve fikrin) hızlı ve kolayca akışının sağlanması iken diğeri de o ülkenin kurumsal yapılarının niteliği. Kurumsal yapılardan ilk anlayabileceklerimiz ise eğitim, üretimi geliştirme, paydaşlar arası etkileşim, kolaylaştırılmış ticaret, yenilikçiliği destekleme, fikri mülkiyetin korunması, adalet, üretim altyapısı gibi fonksiyonları yerine getiren kurumlar olacaktır.

Teknoloji devrimleri birer birer geçerken, 4üncü sanayi devriminin yaklaştığı günlerde gerçekten de makroekonomik hedeflerde teknolojinin etkisini değerlendirmek zorundayız. Yeni Ekonomik Program’ın da başlıklarından olan cari açığın kapatılabilmesinin yolunun teknoloji kullanımı değil, teknoloji üretimi olduğunu belirtmek gerekir. Romer’in çalışmasından hareketle, konunun tamamıyla çözümünün sadece teşviklerle değil, bilginin ve fikrin kolayca akışının sağlanması ve kurumsal yapıların yeterli fonksiyonda ve bir ahenk içinde çalışmasıyla da ilgili olduğunu hatırlatmakta fayda var.

[1] The Economist EIU

[2] Evans Data Corp Küresel Geliştirici Nüfusu ve Demografisi çalışması

[3] 2018 Nobel Ekonomi bilişimi ödülünün bilimsel arka planı -https://www.nobelprize.org/uploads/2018/10/advanced-economicsciencesprize2018.pdf