Nazarbayev, şunları söyledi;
''Çok geçmeden en kutsal değerimiz ülkenin bağımsızlığının yıldönümü kutlayacağız. Tam otuz yıl önce, bilinçli olarak dünya görüşümüzün ve kimliğimizin temeli olarak özgürlük ve bağımsızlığı seçtik. Bu dönem insanlık tarihi açısından kısa bir zaman dilimi olmasına rağmen, şu anda adeta otuz yaşındaki olgun kişi olan bağımsız Kazakistan için büyük bir aşama, yüksek zirvedir.
Bu başarı ancak güçlü bir ruh ve sağlam birliği olan halk tarafından elde edilebilir.
Eski zamanlarda Saka ve Hun ecdadımız ve sonrasında kahraman Göktürk atalarımız çalkantılı zamanların fırtınalarına direnerek, Ulu Bozkırda büyük devletler kurdular. Felaket savaşlarda birçok insanın göçmek zorunda kaldığı, taş gibi ufalanıp, kum gibi dağıldığı zamanlarda Kazaklar, tüm Türklerin ata yurdunu korudu ve baba ocağına sahip çıktı.
Bilge atalarımız toplum olarak sadece kendilerinin varlığını değil, dürüstlüklerini, geniş gönüllerini, saf dillerini, güzel şarkı ve küyünü (dombırada çalınan sözsüz beste), ince medeniyetini ve zengin edebiyatını da korumayı başardılar. Köklerini, tarihini ve gücünü Büyük Bozkırdan alan birçok etnik grubun barış ve uyum, birlik ve beraberlik içinde yaşadığı böyle bir ülkenin oğlu ve kızı olmak, her Kazakistanlının alnında yazılı büyük bir şanstır.
İnsanlık tarihindeki en önemli olayların yaşandığı yüzyılların kavşağında ülkemizin yönetimi bana duyulan büyük bir güvenin yanı sıra büyük sorumluluk da verdi. Görevde olduğum yaklaşık otuz yıl boyunca, halkımın güvenini kazanmak için çok çalıştım ve çabaladım.
Kahramanlık ve vatanseverlik bayrağı altında halkımızın bağımsız bir devlet kurmasının otuzuncu yıldönümü arifesinde bağımsızlıktan ders çıkarmak ve talim almak için bugün düşüncelerimi halkımla paylaşmayı uygun buldum.
Farklı bilim adamlarının bağımsızlığın anlamı hakkında kendi sonuçlarına sahip oldukları açıktır. Ama şurası kesindir ki, bağımsızlık; atalarımızın yüzyıllardır süren özgürlük mücadelesinin meşru bir devamı, uluslararası belgelerle tasdik edilmiş ve sonsuza dek bize verilmiş bir armağandır.
Bağımsızlığa giden zorlu yolda sayısız savaşlar ve ayaklanmalarda kaç kahraman ecdadımız şehit oldu. Onları hatırlamak ve saygı duymak bizim görevimizdir. Bu nedenle yeni dönemde kutsal bağımsızlığı kan dökülmesine izin vermeden, sabır ve dayanıklılık, akıl ve bilgelikle elde ettik.
Ben milyonlarca insanın katledildiği ve felaketlere dolu 20. yüzyılın ortalarında doğdum. Kazaklar, Birinci Dünya Savaşı'na katılmamıştı. Ancak Çar'ın Haziran 1916 tarihli fermanıyla cephe arkasında çalışmak üzere askere alınmışlardı. Sömürgeci hükümetinin zulmü ve aşırıcılığı halkı sabrını taşıtmıştı. O sırada Jetisu’nun Karkara, Kastek ve Samsı bölgelerinde patlak veren ulusal kurtuluş ayaklanmalarına atalarım da katılmıştı.
Sonraki dönemdeki Kazak bozkırlarını kana bulayan İç Savaş da halkımıza anlatılmaz acılar yaşattı. 1921-22 ve 1930-32’de yaşanan iki büyük açlık dalgası Kazakların yarısını yok etti. Otuzlu yılların sonlarında, ülke daha yeni toparlanmaya başladığında, Stalin'in kanlı baskısı ulusumuzun seçkinlerinin bir kuşağını katletti. Aynı zamanda, sıradan insanlar da kanlı katliamlardan kurtulamadı.
Elbette bütün bu olayları kendi gözlerimle görmedim ama yas tutan ve ağlayan babamın ve annemin sözlerini, bağımsızlık yolunda şehit düşenlerin ruhlarına Kur’an bağışlamasını duyarak büyüdüm. Bazen düşünüyorum: Kazaklar ne kadar sabırlı insanlar?! Çok çetin sınavlara sabredebilmişler, tahammül edebilmişler.
Gelecekleri ne kadar karanlık olsa bile ümidini kesmemişler, yeise düşmemişler. Zorluğa direnmiş ve sürekli ilerlemişlerdir.
Çocukken, insanlık tarihinin en kanlı katliamı olan İkinci Dünya Savaşı'nın ayrılmaz bir parçası olan acı günleri hala hatırlıyorum. Çocukluğumu, her evden cepheye giden abilerimi, ablalarımı, “Her şey zafer içindir” diye küçüklüğünden pullukla toprağı süren, yılmadan çalışan yaşıtlarımı hatırlıyorum. Emek konusuna sık sık dönmemin sırlarından biri muhtemelen çocukluğumun savaş tarafından çalındığı o zor günlerin hatırası olsa gerek.
Küçük yaşlardan itibaren çok çalışmanın hayatta kalmanın anahtarı olduğunu öğrendim. Bu yüzden gençlere her zaman söylüyorum: "Çalışın, ailenize destek olun, ülkenize hizmet edin; başarılı olacaksınız ve ülkeniz daha güçlü olacaktır."
Savaş sonrası dönemde, kendimizi ziraat ve ekin alanı gelişiminin, çeliğin eritilmesinin ve ulusal ekonominin restorasyonunun tam da ortasında bulduk. Sosyalizmin hem avantajlarını hem de dezavantajlarını gördük. Kısacası Sovyetler Birliği'nde yetmiş yıl geçirmemiz kesinlikle bizim ülkemize bir yarar sağlamamıştır.
20. yüzyılın başında Alaş harekatının büyük şahsiyeti Ahmet Baytursınoğlu, "Elhamdülillah, biz altı milyon kişiyiz" dediğini biliyoruz. Çarlık Rusyası'nın 1913 tarihli resmi nüfus sayımına göre Türkistan bölgesindeki Kazaklar hariç bozkır bölgesinin nüfusu 5 milyon 597 bin kişiydi. Yani Ahmet beyin söylediği tartışılmaz bir gerçektir. Yarım yüzyıl sonra, SSCB'deki 1959 nüfus sayımına göre, Kazakistan'daki Kazakların sayısı 2 milyon 787 bine düşmüş ve Kazaklar cumhuriyet nüfusunun sadece yüzde 30'unu oluşturuyordu.
1989'da cumhuriyetimizin ilk başkanı olarak seçildim. Aynı yıl gerçekleştirilen SSCB'de yapılan son nüfus sayımına göre Kazakistan'da Kazakların payı sadece %40,1 idi.
Özgür ülkemizin gençliği, bağımsızlığa giden yolun ne kadar acı verici olduğunu, hangi fedakarlıkların ve ağır sınavlardan geçtiğini, 1916'daki ulusal kurtuluş ayaklanması, iç savaşı, iki feci kıtlık dalgası, sürgün ve baskılar, İkinci Dünya Savaşı, halkın ziraat ve ekin alanı geliştirmek için maruz kaldığı göç dalgası gibi zorluklardan geçtiğini bilmesi gerekir.
Bu, geçmişe saygı duymak ve geçmişten ders almak için gereklidir. Bu yüzden "Bağımsızlık atalarımızın kanıyla gelen kutsal bir değerdir" diyorum.
Otuz yıl boyunca halkımı güvende tuttum, kimseye hakkını yedirmeden dünya medeniyetinin ön saflarına, dünyanın en gelişmiş 40 ülkesi listesine dahil ettim. Yıllar geçtikçe, dünya bilim ve medeniyetinin en gelişmiş yerlerinde eğitim almış yeni bir nesil yetişti. Yeni başkentimiz inşa edildi. Bu benim en büyük başarım ve en büyük mutluluğum olduğunu düşünüyorum.
Abay babamızın dediği gibi, "yavaş ve net adımlarla yürüdük". Bu yüzden birçok alanda ve yönde diğerlerinden öndeyiz. Şimdi bu gerçeğin üzerinde durmak ve daha önce sık sık söylenmeyen bazı gerçekleri kamuoyuna sunmak istiyorum.
Sovyetler Birliği gibi dev bir imparatorluk 1970'lerde tarihçilerin "durgunluk" dediği zor bir döneme girdi. Sadece en yüksek otoriteler tarafından onaylanan plana ve şişirilmiş bilgilere dayanan Sovyet ekonomisi ve aksak zihniyetli komünist ideoloji toplumun gelişmesini engelledi.
Ülke ekonomisinin durgunluk halini Karaganda bölgesel parti komitesine başkanlık ettiğim 70'lerin sonlarında net bir şekilde görmeye başladım. Ben 80'lerde, Kazak SSC Hükümetinin yönetimine atandığımda durum daha da kötüleşti.
M.Gorbaçov'un "yeniden yapılandırması" durgun bir toplumda bir atılım yapamadı, tam aksine, kitlesel reklamlara dönüşen sloganları ortaya çıkardı. Ekonomik temel oluşturmadan, aceleyle başlayan "atılım" yıllar içinde biriken sorunları daha da şiddetlendirdi ve zirveye ulaştırdı.
SSCB'deki ilk demokratik seçimlerin bir sonucu olarak seçilmiş halk temsilcilerinin ilk kongresi Mayıs-Haziran 1989'da yapıldı. O zaman ben Cumhuriyet Bakanlar Kurulu başkanıydım. Büyük Birliğin ekonomisindeki zor durum hakkında açıkça konuşmamız gerekiyordu.
Mayıs ayında Kremlin Kongre Sarayı kürsüsünden yaptığım konuşmada şunları söylemiştim: “...Bugün ülke ekonomisindeki gerçek durumu bilmiyoruz. Bir saniye düşünün: SSCB Devlet İstatistik Komitesi'ne göre ülkede gıda üretimi arttı ama raflar boş. Planlar uygulanıyor ve ekonomik durum kötüleşiyor. Neden? Bunun gibi çok fazla "nedenler" çoğaldı. Sonunda, ekonomik krizin ne kadar derin olduğunu kabul etmemiz ve onu aşmanın net bir yolunu bulmamız gerekir. On İkinci Beş Yıllık Plan en yıpranmış durgunluk geleneklerine dayanarak yapıldı."
Tabi ki, her gün "yeniden yapılanma", "atılım" ve hatta "hızlanma" diye slogan atan Gorbaçov “On İkinci Beş Yıllık Plan'ın en kötü durgunluk geleneğine dayanarak yapıldı” sözümden hoşlanmadı. Hatta beni tüzük ve kurallarla sınırlandırmak istedi. Ama salondaki seyirciler yüksek sesle alkışlayarak durmama izin vermedi.
"Lokma çiğnemeden yutulmaz" atasözündeki gibi artık çekinmeye yer olmadığını hissettiğim için Kazakistan'daki zor durumdan bahsetmek zorunda kaldım: "Dünya pazarında büyük talep gören hammadde bakımından zengin ülkemizin sosyal kalkınmasında zor durumda olması, çevresel bir krize davetiye çıkarmıştır. Porselen dükkanına giren fil gibi bakanlıklar Aral Gölü'nün dibine ulaştı. Ekibastuz bozkıra kül yaymakta. Bu durumun petrol üreticilerine hiç yardımı olmamakta. Çeşitli poligon ve silah deneme alanları yüzünden çobanlar yaylalarından ayrıldı, bunun tazminatı ile ilgili hiçbir verilmiş söz yok”.
Konuşmamı bitirip salona baktım ve o sırada Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesinin ilk sekreteri G.V. Kolbin'in yüzünün sarardığını gördüm. Ama ülke çıkarlarının, insanların kaderinin tartışıldığı böyle anlarda susmak mümkün değildi. Birliğin parçalanmaya başladığı son iki yılda gerçek durum daha da kötüleşti.
Araştırmacıların daha sonra "Egemenlik Yürüyüşü" olarak adlandırdıkları süreç, 1989'da Baltık ülkeleri, Kafkaslar ve tüm Sovyetler Birliğine yayıldı. 1990'ın sonunda, Birliğin 15 cumhuriyetinin tamamı egemenliklerini ilan etmişti, ancak Estonya, Litvanya ve Letonya dışında 12 cumhuriyet hala Birliğin bir parçasıydı.
M. Gorbaçev ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Birliği kurtarmaya ne kadar çalışsa da, SSCB'nin daha fazla parçalanmasını durdurulamadı. Bir sonraki, 18-21 Ağustos 1991'de ünlü "Ağustos Darbesi" gerçekleşti. Bu, Sovyet liderliğinin çaresizliğini tüm dünyaya gösterdi. Sonuç olarak, Ağustos-Aralık 1991'de diğer tüm cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Siyaset, Gorbaçev ve Yeltsin'in çatıştığı noktaya kadar tırmandı. Kazakistan'ın, bir zamanlar demir yönetime dayanan merkezin liderliğinin müreffeh olduğu dönemde yaptığı tek hata, telafisi mümkün olmayan bir trajediye yol açabilirdi.
Öfkeyi akılla, aceleciliği sabırla yendik ve sürekli takip ettik. Daha cesurca hareket etmek için ülke çapında bir yetkiye ihtiyacım vardı. Böylece 1 Aralık 1991'de, nüfusun %98'inden fazlasının desteklediği ülke tarihindeki ilk cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Bu bana imkanlar verdi ve özgürce hareket etmemi sağladı.
Seçimden iki gün sonra, 3 Aralık'ta, M. Hoff başkanlığındaki büyük bir Avrupa Parlamentosu heyeti Almatı'ya geldi ve yeni seçilen Kazakistan Cumhurbaşkanı olarak beni Brüksel'e resmi bir ziyarette bulunmaya davet etti. Bu da bizim için uluslararası düzeyde büyük bir destek oldu.
Bağımsızlık ilanına hazırlık için nihai, belirleyici aşamaya geldik. 8 Aralık'ta Beyaz Rusya’nın Beloveje kentinde B. Yeltsin, L.M. Kravçuk ve S.S. Şuşkeviç'in katılımıyla düzenlenen bir toplantıda, Sovyetler Birliği'nin “uluslararası hukuk ve jeopolitik durumun bir öznesi” olarak varlığının sona erdiğini ilan eden bir bildiri yayınlandı. Ben Yeltsin, Kravchuk ve Şuşkevich ile görüşmek için hemen Moskova'ya uçtum, görüşme bir gün öncesinden ayarlanmıştı, ancak davetli 3 şahsın gelmemesiyle görüşme gerçekleşmedi.
Bundan sonra Sovyet ve yabancı basın mensuplarıyla Moskova’da gerçekleştirdiğim basın toplantısında, “SSCB'nin parçası olan tüm cumhuriyetlerin bağımsızlığını tanıyarak mümkün olan en kısa sürede Birleşmiş Milletlere üye olmalarına yardım etmeliyiz” diyerek görüşümü dile getirdim.
12-13 Aralık tarihleri arasında Aşgabat’ta, Orta Asya cumhuriyetlerinin başkanlarıyla bir araya gelerek durumu analiz ettik. Neticesinde Bağımsız Devletler Topluluğu'nun eşit üyeleri olmaya hazır olduğumuza dair ortak açıklama yaptık. Bir sonraki gün uzun zamandır beklenen an geldi ve 14 Aralık 1991'de düzenlenen Yüksek Konsey'in 12. toplantısının 7. oturumunun gündemine “Kazakistan'ın devlet Bağımsızlığına İlişkin” anayasal yasa tasarısı sunuldu.
Önceden analiz edilen, incelenen ve ülkenin önde gelen avukatlarının katılımıyla hazırlanan yasanın derhal onaylanması gerekiyordu. Dahası, diğer cumhuriyetler bu tür yasalarını uzun zaman önce kabul etmişlerdi. Ama durum beklediğimizden daha zordu.
Yüksek Konsey Salonu'na Cumhurbaşkanı Yardımcısı E.M. Asanbayev katılsa da, tartışmayı ofisimdeki bağlantı yoluyla dikkatle izledim. Gündemin duyurulmasından sonra bir milletvekilinin şöyle dediğini hala hatırlıyorum: “Kimden ve neyden bağımsızlık kazanmak istiyoruz?! Şimdi 70 yıldır kınadığımız Rus İmparatorluğu’nun örneğine göre bir Kazak imparatorluğu yaratmayı amaçlamıyor muyuz?” diyen provokatif soru sormaya başladı.
Hemen akabinde başka bir milletvekili ona destek vererek “Biz bağımsız bir devletin ilan edilmesi konusunu tartışıyoruz. Yarın sabah, 17 milyon insanın yarısı yani Rusça konuşan topluluk, yabancı bir devletin vatandaşı olacak. Yoldaşlar, böyle olmaz” dedi.
Bir “halk temsilcisinin”: “Sadece bir Kazak’ın Kazak SSC veya Kazakistan Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı olabilmesi önerisini benim açımdan değerlendirirsek, insanlığın temel eşitliğine karşı yapılmış ihanet diyebilir miyiz?” sorusuna halk temsilcisi S. Sartayev Kazakistan Cumhurbaşkanı olarak “devlet dilini ve etnik uyum dilini bilen şahsın” olabileceğini kanunda açıkça ifade edildiğini hatırlattı.
Kasıtlı olarak, ahlaki ve etik nedenlerden dolayı, aradan çok zaman geçtiği ve zaman her şeyi yerli yerine oturttuğu için şimdi bu adamların isimlerini anmadım.
Elbette, böyle “cesur” konuşmalarının ardında, koltuk altlarına su püskürten dış güçlerin olduğunu hemen anladım. Ama ne hata yapmak ne de öfkeye boyun eğmek zorunda kaldım. Yüksek Konsey milletvekilleri, tanınmış avukatlar, bilim adamları S. Zimanov, S. Sartayev, A. Kekilbayev, M. Kozıbayev, U. Joldasbekov vb. milletvekillerinin istikrarlı, gerekçeli cevaplarına rağmen, tasarıyı iki gün boyunca tartışan milletvekilleri ortak bir anlaşmaya varamadılar.
Tartışma sona erdiğinde, 16 Aralık öğleden sonra Yüksek Konsey'e geldim ve milletvekillerine kişisel olarak bu koşulları açıkladım ve kararlarının Kazakistan'ın tüm halkının, tüm dünyanın beklediklerini bu şekilde illetim: “Bu yasayı kabul etmeliyiz, çünkü yalnız kaldık. Kazakistan'ın çok uluslu halkına karşı onurumuz temizdir. Bu, herkesin her kelimeye bakarak okuduğu önemli bir yasadır. Seçim programım, çözdüğümüz tüm soruların özüdür. Asıl mesele devlet bağımsızlığıdır. Gereksiz karmaşaya gerek yok, önemli olmayan kelimeler eklemenize gerek yok. Yasanın bu durumda oyların çoğunluğuyla kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum. Herkesin buna uymasını rica ediyorum”.
Bu sözden sonra, muhalif milletvekillerinden bazıları sakinleşti ve yasa çoğunluk tarafından kabul edildi.
Bu hepimizin uzun zamandır beklediğimiz bir andı, tarihi bir olaydı. Bağımsızlık bize kolay yoldan gelmedi. Sağlam hazırlıkla ve sabırlı düşünce ile organize ettiğimiz, yönettiğimiz planla gerçekleşti.
Bağımsızlığı barışçıl bir şekilde elde etmemize rağmen, ona ulaşmak için babalarımızın kanı dökülmüştü. Bağımsızlık o Kutsal Kanın kefaretiydi. Bütün bunları, inandığımız ve yetiştirdiğimiz günümüz genç nesli bilsin ve özümsesin diye yazıyorum.
Bağımsızlığı ilan etmek kolay değildi ve tüm dünyanın bunu tanıması daha da zordu. Kazakistan'ın bağımsızlığının bu kadar üst düzeyde tanınmasını öngörmüştüm.
Birkaç ay önce, Kazakistan'ın diplomatik kanallardan bağımsızlık ilanının arifesinde, ABD Dışişleri Bakanı John Baker Kazakistan'a resmi bir ziyarette bulundu. Bu onun Kazakistan'a ikinci ziyaretiydi. Bu süre zarfında karşılıklı güvene dayalı bir dostluk ilişkisi kurduk. ABD dış politikasından sorumlu kişi, Kazakistan'ı ilk Cumhurbaşkanının seçilmesi ve bağımsızlık ilanından dolayı içtenlikle tebrik etti. Bu bilgi, kendisine eşlik eden bir grup yabancı gazeteci tarafından derhal ABD ve Batı'ya yayıldı.
Olayların akışı yoğunlaştı. Ekonomik işbirliğini sürdürmek amacıyla Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Ermenistan, Moldova ve Kazakistan Cumhurbaşkanları, Bağımsız Devletler Topluluğu'nun kurulmasını görüşmek üzere 21 Aralık'ta bir araya geldi ve anlaşma imzalandı. Zirve, Kazak tarafının inisiyatifiyle Almatı'da yapıldı. Bir zamanlar “SSCB cumhuriyetlerine ne olacak, onları kim yönetecek?” sorularını merak eden dünya devletlerinin kaygıları giderildi ve Bağımsız Devletler Topluluğu ortaya çıktı.
Bağımsızlık, bu tür “dar, kaygan yollarda” ve “engebeli, zamanlardan” geçerek kendi yolunu bulmuştur.
Bağımsızlığın ilk günlerinden itibaren refah, birlik, etnik gruplar arası barış ve dinler arası uzlaşmaya dayalı bir politika izledik. Bu, ülkemizin sürekli büyümesine ve refahına yol açmıştır. Bunu takdir etmemiz gerekiyor. “Birlik olan ülke mutlaka kazanacaktır” diyor bilge halkımız.
Biz gelişme yolundayken bağımsızlıklarını ilan eden Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan'da maalesef savaş çıktı ve Transdinyester Moldova'dan ayrıldı. Tacikistan'ın iç savaşı, kardeş ülke Kırgızistan'da bir dizi tekrarlanan sarsıntılar ve çatışmalar yaşandı, o yıllarda başlayan anlaşmazlıklar bugüne kadar devam ederek, sadece ülkeye zarar vermekle kalmadı, aynı zamanda ekonomisine de zarar verdi, böylece de yıllar boyunca gelişmelerini engelledi. Güneydoğu Ukrayna'daki bugünkü çatışmanın kökleri 1990'lara dayanmaktadır.
Halkı birlik olabilen bir ülke zenginleşerek gelişecektir. Huzuru kaçan ülkenin gücü azalır. Otuz yıl boyunca yüzyıllara bedel bir gelişim sürecinden geçtik. Gururla anlatabileceğimiz başarılara imza attık.
Bağımsızlığımızı ilan ettikten sonra sistematik bir siyasi reform uygulamaya başladık. Yirmi beş yıl önce, bugünkü başarılarımızın sağlam bir yasal temelini oluşturan yeni Anayasamızı kabul ettik. Halk tarafından da iyice tartışılarak değerlendirilen bu belge, dayanışma ve refahın temeli oldu.
Dünyada birçok ekonomik kalkınma ve demokrasi biçimi olmasına rağmen, aynı şekilde kopyalanabilecek ortak bir kalıp yoktur. Tüm dünyanın tecrübesinden süzerek, özetleyerek, kendi özelliklerimizi ve yeteneklerimizi dikkate alarak, "Kazakistan-2030" stratejisini geliştirdik. "Kazakistan-2030" programında belirlenen hedeflerin erken uygulanmasından sonra milletimiz tarafından desteklenen "Kazakistan-2050" programını geliştirdik. Bu iki strateji, dünya politikacıları ve uzmanları tarafından "Kazakistan Yolu" olarak çok değer verilen ulusal kalkınma yolunun özünü oluşturmaktadır.
Halkımız, kökleri yedi kat derinlikte yeraltına salınmış çınar gibi namı asırlarca duyulan Büyük Bozkır'ın kalbinde yer alan kadim bir halktır. Atalarımız bize geniş bir toprak bıraktı. Bu çarlık döneminde de, Sovyetler Birliği döneminde de uluslararası belgelerde belgelenmemişti.
Toplam 14.000 kilometrelik sınırımızın tüm uzunluğu ile ilgili olarak yapıcı müzakere sürecinin organizasyonu kolay bir iş değildi. Ayrıca bunun en başından beri bağımsızlığımızı ve sınırlarımızın belirlenmesini destekleyen iki büyük komşumuz Rusya ve Çin ülkelerinin liderleri sayesinde başarıldığını söylemeliyim. Böylece Kazakistan'ın Rusya Federasyonu ile 7500 km uzunluğundaki ortak sınırı bir dostluk ve güven bölgesi haline gelmiştir. Çin ile olan 1.700 kilometrelik sınırımızda da tarihi bir anlaşmaya varıldı. Bu durum, diğer komşu ülkelerin sınır konusunda yapıcı bir duruş sergilemelerine yardımcı oldu.
Biz Rusya devletinin ve Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, Çin'in liderinin tarihimizin bu önemli anında yapan desteklerini her zaman hatırlamalı ve takdir etmeliyiz.
Görüşmeler sırasında, karşılıklı anlayış ve tarafların çıkarlarına saygı ortamı yaratarak, sistematik olarak uluslararası anlaşmalar imzaladık ve devlet sınırlarımızı kesinleştirdik. Böylece ecdadımızın mirasını yerine getirmek ve torunlarımıza daha fazla zorluk çıkarmamak için tüm problem ve engelleri aştık ve çalışmayı tamamladık.
Toprak derken aklıma geldi. Sovyet döneminde uçsuz bucaksız Kazak topraklarının her yanı, korkunç atom patlamalarının meydana geldiği çeşitli askeri menziller, üsler ve laboratuvarlar haline gelmişti.
Sadece Semipalatinsk nükleer test sahasında 456 nükleer ve termonükleer patlama meydana geldi. Bunlardan 116'sı açık havada infilak ederek halkımıza büyük zarar verdi. Kazak bilim adamlarına göre Semipalatinsk test sahasında patlatılan atom bombasının toplam gücü, Hiroşima'ya atılan bombadan iki buçuk bin kat daha fazladır. Bu deneme alanını 29 Ağustos 1991'de kapattım.
Kazakistan bağımsızlığını kazandığında, topraklarımızda kıtalararası balistik füzeler için 1.216 nükleer savaş başlığı vardı. Dünyanın dördüncü nükleer gücüydü.
Nükleer silahlardan gönüllü olarak vazgeçtik ve küresel nükleer silahsızlanma sürecini başlattık. Bu, Kazakistan'ın küresel barışa paha biçilmez katkısıdır.
Bağımsızlığımızı ilan ettiğimizde kendi para birimimiz yoktu. Dünya finans piyasalarını dikkatle inceleyerek ulusal paramızı da zamanında dolaşıma soktuk.
Halkımız “Dikkatli olan kaybolmaz” der. Sadece yarınını düşünebilen ülke önde olacaktır. Ulusal Fon, altın ve döviz fonu oluşturduk ve gelecek nesillerimiz için para biriktirmeye çabaladık. Pandemi sırasında destek olan bu fonlarımız idi.
Bizim üzerimize eşi görülmemiş bir projeyi uygulamak görev olarak düştü. Bu görev Esil Nehri boyunda Sarıarka'nın kalbinde yeni ve güzel bir başkent inşa etmek.
Başkentin hızlı gelişimi, ülkenin diğer bölgelerinin refahına ivme kazandırdı. Çimkent, bir milyonun üzerinde nüfusu ile cumhuriyetin üçüncü büyükşehri oldu. İki bin yıllık bir geçmişe sahip Eski Türkistan, son iki yılda önemli ölçüde değişmiş ve en güzel şehirlerden biri haline gelmiştir. Aynı kaderin ve geleceğin ülkenin diğer bölgelerini ve büyükşehirlerini de beklediğini güvenle söyleyebilirim.
Daha bağımsızlığın arifesindeyken, Kazakistan'ın ekonomik modernizasyonu, altyapının yenilenmesi ve hammadde bağımlılığından kurtulmaya ihtiyacı olduğunu anladım. Ancak üçüncü on yılın başında, kaynak ve deneyim kazandıktan sonra bu zor görevi başarabildik.
Sanayileşmeye ve endüstriyel temelimizin gelişimine güvenimiz tamdı. Bu amaçla üç endüstriyel ve yenilikçi kalkınma programı benimsenmiş, 9 trilyon tenge değerinde 1.500 proje hayata geçirilmiştir. Kazakistan, elektrikli lokomotifler, otobüsler, otomobil, vagonlar, transformatörler ve diğerleri gibi daha önce üretilmeyen 500'den fazla ürün çeşidini üretmeye başladı.
Yolların devlet ulaşım alt yapısının can damarı olduğu biliniyor. Sadece 10 yılda 14.000 km karayolu ve 2.500 km demiryolu inşa ettik ve tüm büyük havaalanlarını ve limanları modernize ettik. Sonuç olarak, denize erişimi olmayan Kazakistan, Avrupa ülkelerine, Basra Körfezi'ne, Hint, Atlantik ve Pasifik Okyanuslarına doğrudan erişime sahip ve Avrasya kıtalararası taşımacılık köprüsü haline geldi.
Bağımsız ülkemizin ana zenginliği insanımızdır. Kazakistan halkı devletimizin hem belkemiği hem de altın direğidir. Tüm enerjimi, deneyimimi, düşüncelerimi halkıma hizmet etmek için kullanmaktayım.
Bu yüzden bağımsızlığın ilk yıllarından beri kaderin cilvesiyle dünyanın dört bir yanına dağılmış bir milyondan fazla kandaşlarımızı Ata yurdumuza getirdim. Söylemesi kolay. Dünyada nüfusu bir milyondan az olan birçok ülke var. Yurt dışından bu kadar çok kandaşımızı almakla kalmadık, onlara barınacak ev ve iş tahsis ettik, çocuklarına eğitim de sağladık. Bu çalışma devam edecek. Bütün bunların ancak bağımsızlık sayesinde mümkün olduğunu unutmamalıyız.
Otuz yıllık bağımsızlık döneminde ülkemiz birçok zorluğu aşmış ve büyük başarılara imza atmıştır. Önümüzde üstesinden gelmemiz gereken çok şey, aşmamız gereken geçitler var ve birçok potansiyel zorluklar mevcuttur.
Dünya iki yıldır kargaşa içinde. Korona virüs hastalığının neden olduğu pandemi, yalnızca dünya ekonomisini değil, aynı zamanda üretim ve emeğin örgütlenmesini, bilim ve teknolojinin gelişimini, genel olarak insan düşünce sistemini de önemli ölçüde değiştirdi. Öncelikle gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm insanlığın ortak sorunu olan salgın, ülke ekonomisini ve teknolojisini birbirine daha da yakınlaştırdı ve birbirleriyle iş birliği yapmaya başladı. Bu temelde, yeni bir küresel ekonomik paradigma oluşturuldu.
Yakında Nobel ödüllü bilim adamlarının son "Bizim gezegenimiz, Bizim geleceğimiz" zirvesinin ardından, pandeminin, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana insani gelişim için en büyük felaket olduğu ve bununla mücadele etmek için tüm dünyanın birlikte çalışması gerektiği vurgulandı. "Bu beş yıllık planda herhangi bir dönüşüm önlemi alınmazsa, insanlığın geleceği ciddi şekilde tehdit altına girecektir... Toplumun en yoksul ve marjinal kesimleri en zayıf kesim olarak kalacaktır" dediler.
Bu, benim yaklaşık 30 yıl önce, 5 Ekim 1992'de Birleşmiş Milletler kürsüsünden söylediklerimle aynı doğrultudadır. Biz o dönemde dünyanın en zengin ülkelerinin askeri harcamalarının %1'ini tahsis ederek, öngörülemeyen felaketlerle mücadele için uluslararası bir fon oluşturulmasını önerdik. O zamanlar BM barış gücüyle çok ilgiliydi, ama ilk olarak, bizim önerimiz önemli bir fikir ve toplu eylem için bir mekanizmaydı ve ikincisi, her gün farklı ülkelerde yüzlerce, binlerce insanı öldüren pandeminin savaştan eksik kalan yanı neydi?
Eğer o zaman benim önerdiğim gibi bir fon yaratılmış olsaydı, mevcut pandemide fakir ülkeler koronavirüsle mücadele etmek ve zararlı etkilerini ortadan kaldırmak için önlemler alabilmek için büyük bir fırsata sahip olacaklardı.
Pandemi, dünyayı yeni güçlere, önde gelen eğilimlere ve yaklaşan tehditlere dayalı yeni bir jeopolitik dönüşüme soktu. Salgınla mücadelede bilgi ve dijital sistemlere dayalı yeni teknolojiler insanlara yardımcı oldu. Bu, işgücü piyasasında önemli değişikliklere yol açmıştır.
Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Christopher Pissarides, Dördüncü Sanayi Devrimi sırasında robotların yavaş yavaş insan uğraşlarının büyük çoğunluğunun yerini alacağını öngördü. Bu öngörü şimdi gerçekleşmeye başladı. Küreselleşmenin bir sonucu olarak, bilgi teknolojisi, robotik, sentetik biyoloji, biyonik, nanoteknoloji ve yapay zekâ alanında benzeri görülmemiş devrim niteliğinde değişiklikler meydana geldi. Dünyada biyomühendis, robotik mühendisi, siber güvenlik uzmanı, nöromarketolog, kozmobiyolog, kentsel ekolojist, biyofarmakolog, agro-sibernetikçi, meteorolog gibi yeni mesleklere artan bir talep var.
Biz yakın zamanda EXPO-2017 Dünya Fuarını düzenledik ve yeşil enerjiye geçiş için kapsamlı bir program benimsedik. Bugün, tüm dünya hızla rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, hidroelektrik, biyoenerji, jeotermal enerji gibi alternatif enerji geliştiriyor. Bu sürecin dışında kalmamalıyız.
Yeni küresel trendler arasında yer almak için "Gelecek" programını geliştirdik ve gençlerimizi dünyanın en iyi üniversitelerinde okuttuk. Ve geçen yüzyılın 90'lı yıllarında, ülkemizde yeterli para olmadığı halde, öğrencilerin eğitim, seyahat ve yaşam masraflarını ödedik. Şimdiye kadar 15.000'den fazla uzman ülke yararına eğitildi. Umuyorum ki vatanlarına olan bağlılığını hissederek, ülkeye hizmet edecekler ve beklentilerimizi karşılayacaklardır.
Daha sonra, dünya çapındaki üniversite olan Nazarbayev Üniversitesi, Nazarbayev Entelektüel Okulları ağı, bilgi teknolojisi alanında “Start-up”lar için uluslararası "Astana-Hub" teknoparkı açıldı. Gençlerimiz bu tür ilerici değişimlerin ön saflarında yer almalıdır.
Bundan iki buçuk yıl önce ülkemizde cumhurbaşkanı değişti. Bana: “Anayasamızda Size herhangi bir kısıtlama yok. Son seçimde nüfusun yaklaşık %98'inin desteğini kazandınız. Çalışmaya devam edin” dendi. Ama her şey kanuna göre olmalıdır.
Yaklaşık otuz yıllık iktidarım boyunca birçok vatandaşı yanımda çalıştırarak yetiştirdim, eğittiğim birçok öğrencim oldu. Bunlar arasında, Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı olarak dünya siyasetine hâkim, bağımsızlığın ilk yıllarından beri yanımda bulunan gerçek bir vatansever ve yüksek nitelikli profesyonel Kasım Jomart Kemeloğlu Tokayev'i Cumhurbaşkanlığına aday olarak gösterdim. Seçimde halkın ezici çoğunluğu onu destekledi. Böylece halkımızın birliğini, siyasi devamlılığımızı dünya camiasına bir başka yönünden tanıtabildik.
"Değirmen taşı gibi dönen Dünya’nın” hiç durmadığı malumunuz. Cumhurbaşkanı değişir, ancak bağımsızlık ebedi olmalıdır. Gelecekte her Kazakistanlı konumunu güçlendirmeli, kendi ayakları üzerinde durmalı ve ülke prestijini artırmaya hizmet etmelidir. "Ebedi Ülke" (Mangi El/Bengü İl) fikrinin nihai hedefi budur. En önemlisi, ülkemizin güvende ve torunlarımızın özgür olmasıdır. Özenle yetiştirdiğimiz özgür nesil artık "Kazakistan'a ne verebilirim?" diye düşünmelidir.
Büyük başarılarımızla bağımsızlığa inanmayanları ikna ettik, bağımsızlığa ikna olmayanları bünyemize kattık ve dünya çapında tanınan bir devlet olduk.
Bağımsızlık da mutluluk gibidir, değerini bilen kişinin, duyarlı bir toplumun elinde mütemadiyen kalır. Halkı iyi geçinen, ekonomisi güçlü, siyasi sistemi istikrarlı, yüksek statü ve prestijli Kazakistan'ın geleceğinin dünden ve bugünden daha parlak olacağına inanıyorum.
Bağımsızlığın temellerini sağlam atmış ecdadımızın asıl değerleri olan cesaret ve devletçilikten (illik) güç alarak hep ileriye koşalım, yurttaşlarım!''