Türk tarihi, edebiyatı ve kültürü incelendiğinde Eski Türklerde kadının sosyal hayattaki yerinin günümüzden çok daha yukarıda olduğunu söylemek mümkün.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden Prof. Dr. Muharrem Kaya, insanlık tarihini bir süreç içinde düşünmemiz gerektiğini, geçim tarzına göre ilkel-sürü toplumundan avcı-toplayıcılığa, tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru bir gelişim çizgisinin görüldüğünü belirtti. Prof. Dr. Kaya, "Mitolojide avcı-toplayıcı toplumların oluşturduğu bilgi, inanç alanıdır. Yaban toplumların, evrenin, dünyanın, yeryüzü şekillerinin, hayvanların, bitkilerin, sosyal olguların, kökenini izah ettikleri bir yapıdır. Türklerin tarih sahnesine ilk çıktıkların zamanlardan kalan anlatılara, hayvancılıkla geçinen göçebe boylara baktığımızda bu bilgilerin, inanışların, âyinlerin izlerini görüyoruz" dedi.
'DÜNYAYI KADINLARA BORÇLUYUZ'
Türk mitolojisinde de dişi semboller oldukça büyük önem arz ediyor. Dünyanın yaratılışıyla ilgili Altay anlatılarında, Tanrı Ülgen’e yaratma ilhamını veren Ak Ene yani Ak Ana. Suyun içinden çıkarak, suyun üstünde kara kaz şeklinde uçan Ülgen’e yaratması gerektiğini söyler ve yaratılış başlar. Prof. Dr. Muharrem Kaya, bu anlatılardan dünyayı kadınlara borçlu olduğumuzu çıkartabileceğimiz kanaatinde. Prof. Dr. Kaya, "Türk mitolojisinde doğumdan sorumlu Umay Ana da bir başka kadın figür olarak karşımıza çıkıyor. Sadece kadınların değil, dişi hayvanların da doğum yapmasını, doğan bebeklerin, yavruların hayatta kalmasını sağlayan koruyucu bir dişil ruhtur. Bir de tam tersine yeni doğan bebekleri ve lohusa kadınları öldüren Albız, Al Karısı diye kötücül bir ruhun varlığı söz konusu. Bu da lohusa humması denilen hastalığın, kötü dişil bir imgeye dönüştürülmüş, mitolojik karşılığıdır" diye konuştu.
Diğer bir tanrıça figürü ise Ağaç Ana. Ağaç, Türk mitolojik ve kültüründe bir Gök Tanrı simgesi. Eski bir Türk inancı olan Şamanizm'e göre Türklerin dokuz boyunun türediği 'yerle göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı' olan Ulukay'ın, yeryüzü ve gökyüzünün tam ortasında ve kökleri okyanusa kadar uzanıyor. Bu kutsal yaşam ağacını ise Ağaç Ana koruyor. Ağaç Ana, 'halkların anası' olarak biliniyor ve Türk toplulukları Ağaç Ana'yı 'bütün ağaçların anası' olarak kabul ediyor. Ağaç Ana, soyun devamlılığını simgeliyor.
"Türk mitolojisinde teogonik yapı içinde ilk karşımıza çıkanlar bunlar" diyen Prof. Dr. Kaya, ayrıca, bunların dışında Yakut tabiat tanrısı Ürün Aar Toyon'un karısıyla birlikte dolaştığını, yeryüzüne inip ayağını bastığı, ziyaret ettiği yere bereket getirdiğini söyledi. Prof. Dr. Kaya, yine Yakut mitolojisinde adalet tanrısının karısıyla birlikte adalet dağıttığına, bunların yazmanlarının da bulunduğuna değindi. Yer altında bulunan Erlik'in ise hem erkek hem de kız çocukları var. Ancak Erlik kötü olduğu için kızları da kötü oluyor. Bunlar erkeklerin aklını cinsellikleriyle alan, onların ruhunu kaçırıp yer atına götüren ve Erlik'in hizmetçisi yapan kahramanlar olarak tasvir ediliyor.
'ÇOCUĞUN SOYU ANNEYE BAKILARAK TAKİP EDİLİYOR'
Prof. Dr. Muharrem Kaya sadece Türk mitolojisinde değil insanlık tarihinde kadının yerini, avcı-toplayıcı, tarım ve sanayi toplumu gelişimi sürecinde değerlendirmek gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Kaya, mitoloji, efsane, masal, destan, halk hikâyesi, meddah hikâyesi gibi uygarlık aşamasında oluşmuş metinlere, "Bu metinlerde anlatılan kadınların toplumsal, kültürel zemini ne?" diye bakılırsa konuya daha bütüncül yaklaşılacağını belirtti.
"Gördüğümüz gibi Altay mitlerinde yaratıcı gücü başlatan ana unsur kadın. Kadın doğurganlığı Ay ve Umay’la ilişkilendirilmiş. Genel olarak avcı-toplayıcılarda, ana soylu bir akrabalık ilişkisi gözlenmiş. Çünkü erkek av peşinde uzaklara gidiyor, bazen başarılı olamıyor. Çocuğun soyu anneye bakılarak takip ediliyor" diyen Prof. Dr. Kaya, toplayıcı olan kadının küçük sulak alanlarda tarımı başlattığını da vurguladı. İlk tarım toplumlarında bereket tanrıçasının kadın cinselliğiyle ilişkilendirildiğinin altını çizen Prof. Dr. Kaya, sabanın kullanılmaya başlamasıyla tarlaların ekilip biçilmesinin, silah kullanmakta uzmanlaşan erkeklerin ordu sistemini oluşturmasının erkek egemen tarım toplumlarını yarattığını söyledi. Bunun sonucunda da kadının sosyal rolünün, iyi annelik ve sadık eş olmakla sınırlı kaldığını da ekledi.
'SAVAŞÇI KADINLARI ÇOBAN VE KONAR GÖÇER TOPLUMLARDA GÖRÜYORUZ'
Savaşçı kadınları, çoban ve konar göçer toplumların destanlarında gördüğümüzü söyleyen Prof. Dr. Kaya, bir geçiş dönemi eseri olan Dede Korkut Kitabı'ndaki Selcen Hatun, Banu Çiçek gibi karakterlerle buna örnek gösterdi. Bu anlatılarda kadının erkek daha uykusundan uyanmadan ata bindiğini, erkeğin elini yaya uzatmadan oku çekip attığını söyleyen Kaya, "Kadın da erkek kadar savaşçı olup hayvanlarını, obasını istilacılardan, yağmacılardan korumak zorunda. Sosyal şartlar, kadını savaşçı yapıyor. Bu dönemin eserlerinde de bu tip kadın karakterlerle karşılaşıyoruz. Bu eserlerde de erkek kadar savaşçı olmak üstün değerler olarak işleniyor. Ancak Manas gibi destanlarda da hem böyle savaşçı çoban toplum kadınını hem de tarım toplumunun, evi, aileyi çekip çeviren, erkeğine yol gösteren bilge kadınını görüyoruz. Bunun en önemli örneği Manas’ın ilk eşi Kanıkey" diye konuştu.
Kanıkey, Manas Destanı'nda, savaşan, dövüşen, avcılıkla uğraşan, ata binen, korkusuz cesur ve güçlü bir Türk kadını tiplemesi olarak karşımıza çıkıyor. Kanıkey, Manas Han'ın eşi olarak metinlerde yer alıyor. 'Kanıkey'in Manas'ı Ölümden Kurtarması' adlı bölümde Kanıkey'in, Kalmukların elinde esir düşen Manas'ı tek başına kurtarması anlatılıyor.
'SOSYAL BAKIŞ AÇISI ATASÖZLERİNDE GÖRÜLÜYOR'
Prof. Dr. Muharrem Kaya, halk kültürünün düşünce yönünü bir cümle içinde özetleyen atasözlerine bakılması gerektiğini, tarım toplumunda oluşan erkek egemen yapının, kadının annelik ve sadık eş olmakla sınırlanan sosyal rolüne uygun bakış açısının izlerini atasözlerinde gördüğümüzü söyledi. Prof. Dr. Kaya, "Kadın aklıyla iş yapılamayacağı, kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek gerektiği, kadın malının erkeğin başına tokmak olduğu belirtilir. Bütün bunlar erkek egemen kültürün etkisiyle oluşmuş düşünce kalıplarıdır" ifadelerini kullandı.
Çoban, savaşçı eski Türklerde bu düşüncelere ait unsurlar görülmediğini söyleyen Prof. Dr. Kaya, "Hatta tam tersine kadının devlet yönetiminde Kağan ile birlikte Kurultay’da yer aldığını görüyoruz" dedi. Kaya, aynı zamanda Türklerin Anadolu'ya göç edip yerleşik hayata ve tarıma geçtiğinde hakim kültür olarak Arap-İran kaynakları ve İslam kültürünün etkisiyle, kadınlara verilen iyi annelik rolünün cenneti müjdelediğini, kadının sosyal rolünün, dini gerekçeyle pekiştirildiğinin altını çizdi. Bütün bunları 'kültür' olarak değerlendirmek gerektiğini söyleyen Muharrem Kaya, "Sosyal yapı, geçim ilişkileriyle şekilleniyor. Bunu anlatan kültürel eserler, edebi metinler oluşuyor. Bu bütünlük içinde metinleri değerlendirirseniz anlamlı yorumlar ortaya çıkıyor" açıklamasını yaptı.
'KADINLA İLGİLİ BAZI SEMBOLLER EVRENSELDİR'
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden Doç. Dr. Shurubu Kayhan ise kadınla ilgili olan bazı sembollerin evrensel olduğunun altını çizdi. Kayhan'a göre Türk mitolojisindeki dişi semboller, Türk kültürüne ait değerlerin gelecek nesillere değişmeden aktarılmasında çok önemli bir yere sahip.
'KADIN EVLİYALARLA İLGİLİ AHLAKÎ METİNLERİ DE GÖRÜYORUZ'
Peki, Türk anlatılarında büyük bir değere ve öneme sahip olan kadının diğer kadınlara vermek istediği bir mesaj var mıydı? Prof. Dr. Muharrem Kaya, çoban toplumlarda kadının erkek kadar savaşçı olması gerektiğini, yurdunu, obasını, evladını, eşini koruması gerektiği, destan metinleriyle aşılandığını söyledi. Kaya, tarım toplumlarına geçildiğinde ise bu kadın kahramanlar diğer kadınlara, eşine sadık bir eş olarak uysal bir şekilde onun evinde, onun babasına, ailesine, ondan olan çocuğuna iyi bakması gerektiği öğütlendiğini, ve kadınların cennetle ödüllendirileceği, kadın evliyalarla ilgili dini, ahlakî metinleri gördüğümüzü de ekledi.
'ÖNEMLİ MESAJLAR VERİLDİĞİ GÖRÜLÜYOR'
Kadını toplumdan ayrı ve dışlanmış olarak kabul etmenin mümkün olmadığını belirten Doç .Dr. Shurubu Kayhan, kadının zamanda ve mekan değişikleri karşısında aile ve toplum anlayışı içindeki yerinin de değişiklik gösterdiği konusunda Prof. Dr. Muharrem Kaya ile hemfikir. Doç. Dr. Kayhan, "Geniş bir alana yayılan Türkler farklı zaman dilimleri içinde çeşitli devletler kurmuşlar. Bu da farklı medeniyetlerle teması da beraberinde getirmiş. Cesaretle, mücadele, savaş ve zafer elde etmek Türk kadınının başlıca özelliklerinden. Türk kadınının dünyada eşi emsali yoktur. Bu mücadele kiminde elinde silahla, kiminin dilinde sözle, kiminde kaleminde yazı iledir. Türk kadını yeri geldiğinde halkına evlat yetiştiren, yeri geldiğinde eşi yoksa ocağına er olan, gerektiğinde de devlet yöneten, savaşan, topraklarına ve halkına sahip çıkan örnek kadındır. Toplumda geniş yer edinen, halkı tarafından sevilip sayılan kadın figürlerin aslında diğer kadınlar için de önemli bir örnek oldukları ve onlar üzerinden mesaj verildiği görülüyor" diye konuştu.
'KADIN İYİLİĞİN, GÜZELLİĞİN, CÖMERTLİĞİN SİMGESİDİR'
Halk edebiyatı türlerindeki kadın kahramanların; alp kadın, bilge, ideal eş, ideal anne, aşık kadını, bahşı/şifacı, büyücü, kurtarıcı, cariye, süt anne gibi özelliklere sahip olduğunu söyleyen Doç. Dr. Kayhan, bu kadınların iyiliği, bilgeliği, güzelliği, zerafeti, cömertliği, hoş görüyü temsil ettiğini vurguladı. "Türk halklarında savaş dönemlerinde kadın kahramandır, erdir, bilgedir, halkını yöneten başçıdır. Barış döneminde ise kadın, erkeğin eşi ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir göreve sahip. Bunun yanında gerektiğinde ata binen, savaşabilen alp tipi erkeğe uygun bir görünüm arz ediyor " dedi.
'KADIN ARTIK KENDİ HAYATINI YÖNLENDİREN BİR BİREY OLARAK İŞLENİYOR'
Anlatılarda ve metinlerde yer alan bütün bu kadın karakterlere rağmen, "Sanayi toplumuna geçtiğimizde bunlar alt üst oluyor. Kapitalist ilişkiler, kadını da bir ekonomik birim haline getiriyor ve artık kültürel eserlerimizde çalışan kadını, hayatını kendisi yönlendiren kadınları görüyoruz" diyen Prof. Dr. Kaya, artık kadının sosyal yükümlülükleriyle değil, kendi arzusuna göre hayatını yönlendiren bir birey olarak kültürümüzde işlendiğini de belirtti.
'YERLEŞİK HAYATA GEÇTİKTEN SONRA...'
Prof. Dr. Muharrem Kaya ve Doç. Dr. Shuburu Kayhan'ın belirttiği üzere mitolojik unsurlarda üreten, bereketle bağdaştırılan, dünyanın oluşmasına sebep olan, savaşçı ve güçlü kadın nasıl oldu da günümüzdeki 'kırılgan ve nahif kadın' olarak anılma noktasına geldi? "Bu kırılma nasıl oldu?" sorusuna Prof. Dr. Muharrem Kaya, "Bu kırılma, Türklerin Anadolu’ya gelip tarıma ve yerleşik hayata geçmesiyle oldu" diyerek cevap verdi. Düze inen göçebe Türklerin, Selçuklu'dan itibaren şehirde, yazılı kültürle tanıştığını söyleyen Kaya, "Bu kültür Arap, İran kültürünün etkisindeki erkek egemen bir özellik gösteriyordu. Osmanlı toplumunda ise kadının bu yapı içinde sosyal rol üstlendiğini görüyoruz. Halk hikâyelerinde, mesnevilerde, Divan şiirinde kadın pasif bir konumda" ifadelerini kullandı.
'KESİN ÇİZGİLERLE ANLATILMASI MÜMKÜN DEĞİL'
Prof. Dr. Muharrem Kaya, çoban toplumun aktif kadın tipiyle, tarım toplumunun pasif kadını arasındaki geçişi, yine Dede Korkut Kitabı’nda gördüğümüzün altını çizdi. Yaşanan bu kırılmanın herhangi bir devlette ya da herhangi bir aşamada gerçekleşti diyerek kesin çizgilerle anlatılmasının mümkün olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Kaya, "Bu süreç yüzyıllardır sürüyor. Tek tip bir toplum yok. Anadolu’ya gelen Türkler bile farklı coğrafyalarda farklı kültür daireleri içinde yaşıyorlar. Bu kadar geniş coğrafyaya yayılmış bir milletin böyle çok değişik özellikleri göstermesi de son derece normal" diyerek sözlerini noktaladı.
Kaynak: Milliyet