Türklerin bilenen dört bin yıllık tarihlerinde, Orta Asya’dan Anadolu’ya farklı coğrafyalarda yaşamaları ve göçebe olarak sürdürdükleri yaşamlarının dinamikleri taşıdıkları kültürel değerleriyle coğrafya üzerinden şekillenmeye başlamıştır. Fakat göçebeliğin toprağa atfedilen değerle bir ilgisi yoktur. Dar anlamıyla, zamana ve mekâna bağlı kalmaksızın, doğanın kendilerine yaşama fırsatı verdiği yerlere doğru sürekli ya da mevsimlik olarak hareket etme hâli şeklinde özetlenebilecek olan göçebeliğin, sosyolojik bir kavram olup olmadığı sorusu, bu alanda çalışma yapan araştırmacıların eserlerini oluşturma sürecinde çıkış noktasını teşkil etmektedir. (Grousset 1999: 11 vd.; Roux 2001: 30,37; Barthold 2004: 13-14) Kültürel birikimin bir mertebesi olarak ele alabileceğimiz-yaşam alanı: topraktan - vatana geçiş süreci; D.Yıldırım’ın da belirttiği gibi; ”(…) aklın tabiat ortamını mukaddeslik mertebesine yükselten bir anlayışın tezahürüdür.”
Çağdaş Türk resminde kültürel değerlerin bir olgu olarak sanata eklemlenmesi 1940’lardan itibaren görülmektedir. 1950’li yıllarda giderek artan minyatür, hat ve kaligrafi sanatı, halı-kilim, yazmalar, nakışlar ve diğer tüm geleneksel sanatların; im, motif, malzeme, biçim, kurgu ve renk kullanımının sanat üretimine dahil edilmesiyle yeni bir dil biçimlenmeye başlamıştı. Alışılagelen kullanımlarının dışına taşınan bu olgular geleneksel anlamlarından sıyrılarak hikaye anlatıcılığının ötesine geçmiştir. Böylece yeni formların izinde titizlik ve ustalıkla kurulan bu dil; yerel olanı yeniye aktarabilmeyi başarmıştır.
Benzer bir bakışla formun olanaklarını arayan Fatma Zeynep; geleneksel etkileşimin ifade biçimi olarak sanat üretmektedir. Yöresel motifleri tekrar tekrar soyutlamaya uğratırken optik bir yüzey resmi yaklaşımı güder. Bu yaklaşım temelde biçim ilişkileri üzerine odaklanırken aynı zamanda bu motiflerin sembolik kullanımlarına da yer vermektedir. Yalın bir ritimle kurduğu kompozisyonunda göçebeliğin doğurduğu motifleri merkezine yerleştirir. Yeniden kurguladığı, kaligrafiden hareket eden çizgisel bir spontaniteye sahip yeni-yöresel imgelerini; geometrize renk planlarıyla çözümler. Fatma Zeynep’in tekil ya da birden çok, kimi zaman içiçe geçirerek ya da deforme ederek yeni anlamsal ilişkiler kurduğu bu Imgeleri; kültürel kimliğin simgelerle ortaya konabileceği inancını taşıyan bir biçimsel kavrayışa dönüşür.
Sergide izleyicisnin belki hiçte aşina olmadığı; Anadolu, Selçuklu, Osmanlı ve Türk motif, im ve desenleriyle sahip olduğu kültürel kimliklerin ortasında kendi mitini yaratmıştır. Fatma Zeynep, sanatıyla aktaracaklarını ve aktarmak istediklerini; göçebe imgeleriyle yerellikten evrenselliğe dönüştürdüğü derin bir hissiyatla taşımaktadır.