Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Siyaset ve Liderlik Okulu'nun 20. Dönem Sertifika Töreninin açılış töreninde konuştu. Gündeme dair önemli açıklamalarda bulunan Bahçeli'nin CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e de bir kaç sözü vardı… MHP Lideri Bahçeli CHP'li Özel'in Suriye tutumunu ve Devrik lider Esad ile görüşme çabasını sert sözlerle eleştirdi.
CHP’nin Suriye politikası Baas menşeli olduğunu belirten Devlet Bahçeli "CHP’nin gayri milli ve gayri ahlaki siyasetinin başka türlü izahını yapmak hakikaten boşuna bir emek ve zaman israfıdır.
Türkiye’nin karşısında mevzilenen CHP’nin siyaseti iflas bayrağını çekmiş, üstelik Esad’ın kanlı mazisine bağlandığı netleşmiştir. Bu utanç verici ilkesizlik Türkiye’de hiçbir muhalefet partisine yakışmayan bir alçalma halidir. CHP Genel Başkanı, Suriye’nin devrik zalimi Esad kaçtı kaçalı neredeyse karalar bağlamış, matemden gözlerinin feri sönmüştür." ifadelerini kullandı.
MHP Lideri Devlet Bahçeli ayrıca "CHP’nin siyaseti, Türkiye’ye karşı siyasettir. CHP’nin siyaseti, emperyalizme bağlı ve bağımlı siyasettir. Türkiye’nin Suriye’de kaybettiğini, ABD ve İsrail’in kazandığını söylemek için bölgesel siyasetin iç yüzüne Özgür Bey gibi bakarken görmemek, konuşurken duymamak kafidir. ABD’nin yeni başkanı Trump’ın Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik müspet mesajlarını bile hasis ve hırçın şekilde saptırıp kıskançlıktan deliye dönen ve çarpık mantığıyla tevil eden CHP Genel Başkanı mertlikten ve millilikten nasibini almayan yarım adamdır. Kallavi Özgür Bey’in başına yakışmıyor, eğer ne demek istediğimi merak ediyorsa, ki yeni bir şey öğrenirse sevinirim, Tanzimat dönemi sadrazamlarından Mehmet Emin Rauf Paşa’nın hayatını tetkik edebilir. CHP’nin Türkiye hazımsızlığı, Türkiye’nin haklı ve meşru mücadelelerini karalaması, her milli meselede muhasım mevzide konuşlanması siyasi erimeye örnektir." ifadelerini kullandı.
MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin konuşmasının tamamı:
Aziz Dava Arkadaşlarım, Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler, Sertifika Almaya Hak Kazanmış Değerli Kardeşlerim, Değerli Basın Mensupları,
Eskiyen ve tarih kataloğuna kaydedilen bir yılın bitişine, müteakiben yepyeni bir yılın da başlamasına sayılı günler kala mana ve muhteva açısından mühim bir toplantı vesilesiyle bir araya geldik. Konuşmamın hemen başında hepinizi kemali hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Yurt içinden ve yurt dışından; televizyon ekranları, radyo kanalları, sosyal medya platformları üzerinden bugünkü toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum. 10 Ekim 2009 tarihinde açılışını yaptığımız Siyaset ve Liderlik Okulu’muz, dile kolay, 15 uzun yılı aşan süre boyunca eğitim faaliyetlerini sürdürdü. Siyaset ve liderliğin kavramsal ve kuramsal incelikleri müstesna bir müfredat kapsamında okulumuzun kapısından içeri giren pek çok kardeşimize özveriyle anlatıldı ve aktarıldı. Bizler birer mum yaktık, bundan sonra meşale gibi yanmak sertifikasını almaya hak kazanan kardeşlerimizin işi ve ilgi sahası olmalıdır. Zamanlarından tasarruf edip müşfik ve muhterem gönülleriyle sahip oldukları bilgi ve tecrübeyi paylaşan öğretim üyesi arkadaşlarıma da müteşekkirim. 18 farklı dersin, sınav haftası dahil 11 hafta süresince ve 80 saat müddetiyle anlatımı takdir ve tebrik edilmesi gereken bir kabiliyet ve kapasite hususiyetidir. Parti İçi Eğitim, Siyaset ve Liderlik Okulu’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Prof.Dr.Zühal Topçu’ya, Siyaset ve Liderlik Okulu Koordinatörümüz Sayın Prof.Dr.Turan Şahin’e ve tüm öğretim üyesi arkadaşlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Siyaset ve Liderlik Okulu’muzun 20’inci Dönem programına katılan ve sertifika almaya hak kazanan kardeşlerimi huzurlarınızda gönülden kutluyor, başarılar diliyorum.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler,
Merhum Cemil Meriç’in dediği gibi; “Düşünmek muammaları çözmek, karanlıkları aydınlatmaktır. Düşünmek savaşmaktır. Bir nesil uğruna, bir millet uğruna, bir medeniyet uğruna savaşmak.
Mukaddeslerin emrinde olmayan her düşünce şuursuz bir debeleniştir.”
Bir filozofun “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü, hiç söylenmemiş olsaydı bile, ezeli ve ebedi gerçek hiç değişmeyecek, düşünmenin sırrına erenler varoluş gerçeğini her düzeyde idrak ve ifade edeceklerdi. Zira düşünmek varoluş bilincinin tebliğ ve tefekkür vadisidir. Bu vadinin canlı, verimli ve bereketli oluşu hayatın tekdüzeliğini, ezberle sınırlandırılmış rutin ve kısır döngüyü silip atacaktır. Düşünce yoksunu ve düşünme yoksulu bir insan, kaynağı kesilen dere nasılsa, kökü kuruyan ağaç neyse odur. Sanılan ile olanı, sanal ile algıyı, sahtelik ile olguyu tefrik etmenin emniyetli yolu sağlıklı düşünce, safiyeli ve sağduyulu düşünmedir. Durgun ve durağan her şey önce katılaşmaya, ardından da kokuşmaya müstahaktır. Hedefi doğru belirlenmiş hareket varsa hem bereket vardır hem de değişim dinamikleri devrededir. Türkiye sağlam bir düşünce temelinde tebarüz ve temerküz eden siyasi ve diplomatik atılımlarla yeni yüzyılın zirvelerine hızla tırmanmaktadır.
Merhum Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Hüküm Gecesi” isimli romanında anlatılan olayların ana karakteri Ahmet Kerim misali, herkesin ak dediğine kara diyen, kendi bildiğini okuyan, her şeye muhalefet eden çarpık zihniyetler görmese de, Türkiye kabuğunu kırmış, bölgesel ve küresel kuvvet dengesini terse çevirmiştir.
Ahmet Kerim Sinop’a sürgüne gitmeden yanlışlarının geç de olsa farkına varmıştı, ne var ki, bugünkü müzmin ve münasebetsiz muhalefet anlayışının bugüne kadar hiçbir şeyden ders almadığı, daha kötüsü buna niyetinin dahi olmadığı hepimizin az çok malumudur.
Sırf muhalefet için muhalefet yapanlar, ağızlarını yalan için açanlar, her meseleyi saptırmak için konuşanlar esasta siyasetin konusu değillerdir. Bunlar patolojik vakalardır, histeri krizine yakalanmışlardır, fazilet ve fikir iddiaları ise derin bir boşlukta kontrolsüzce sallanmaktadır. Işığı karanlıkta arayan biçarelerin demokrasiye ve siyasete değer katması beyhude bir beklentidir. Sayısız enstrümanla çalınan sonsuz bir senfoniye sızarak çatlak sesler çıkarmanın planlamasını yapanlar menhus emellerine muvaffak olamayacaklardır. Üzerinde yaşadığımız coğrafyalarda yapay Sodom ve Gomore inşa etmenin çabasında ve çalışmasında olan zulüm tacirlerine cesaretle direnen bir millet, bir ülke gerçeği artık inkar edilemez boyutlardadır. Türk milleti tarihi müktesebatıyla birleşmiş, jeopolitik mirasıyla kenetlenmiştir. Aynı zamanda sahip olduğu zamanlar üstü misyonuyla yüksek hedeflere kilitlenmiştir. 21’inci yüzyılın en önemli buluşlarından birisi, beynimizin geleceği düşünmemizi temin ve ikmal eden bölümünde hatıralarımızın da şekillendiği hususudur. Buradan hareketle diyebiliriz ki, geleceğe bakışımız geçmişe dair bildiklerimizle belirlenmektedir. Düne dair bilgi ve düşünce seviyemiz geleceğe yönelik kavrayışımızı bütün veçhelerden etkileyecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kapasite ve karakterine dayanan Türkiye Yüzyılı vizyonu böylesi bir düşünce temeline oturmuştur. İnsanın geleceğe dair bir vizyonu gönül huzuruyla benimseyebilmesi için söz konusu vizyonun kültürel ve tarihsel dokuya uygun olması lazımdır. Nitekim Türk ve Türkiye vizyonu muzaffer geçmişimizin mucizevi geleceğe düşen cemresidir. Doğru siyaset, doğru düşünce, doğru zaman; zemberek Türk Devri, zemin tüm dünyadır.
İbn Rüşd, “Bilmek en büyük ibadettir ve insan doğası gereği bilmeyi ister” demişti ve bu görüşüyle Aristoteles’ten esinlenmişti.
Kendimizi, kimliğimizi, nereden gelip nereye gittiğimizi bilemezsek yapacağımız her tercih, takip edeceğimiz her yol bizi hiç hesapta olmayan sonlarla ve sonuçlarla karşılaştıracaktır.
Hz. Mevlana bunun bir adım ötesine geçerek; bilmenin başka, bulmanın başka, olmanın daha başka olacağını söylemişti. Büyük halk ozanımız Yunus, ilmin kendini bilmekten geçtiğini, kendini bilmediğin takdirde okumanın yararsızlığını ustaca dizelere dökmüştü. Kendimizi biliyoruz, milletimizi biliyoruz, vatanımızı biliyoruz, tarihimizi biliyoruz, ecdadımızı biliyoruz, dostumuzu biliyor, düşmanlarımızı tanıyoruz. Ezcümle ne hayallerimize sınır koyuyor ne de hedeflerimize gem vuruyoruz. Özgüvenimizi zedeleyen ürkekliği kabul etmiyoruz. Yanlış ve yanıltıcı bir vizyonun at gözlüklerinden bakmıyoruz. Bireysel çıkarları öne almıyoruz. Siyasi hırslara boyun eğmiyoruz. Muhabbet bağlarımızın musibet fırtınasıyla yağmasına izin vermiyoruz. Kardeşliğin kalleş tertiplerle tahribine müsaade etmiyoruz, etmeyeceğiz.
Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu altı çizilmesi gereken sözlerini hepinizin takdirine sunuyor, hep birlikte durum ve vicdan muhasebesi yapmayı temenni ediyorum:
Diyor ki: “Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir.
Bazen en büyük kavgalarımızı birbirimizle yaparız.
En derin yaraları birbirimizden alırız.
Sözler, davranışlar, beklentiler, cehennemi aratmayan bir yük haline gelebilir.
Ama cehennemi yaratıyorsak cenneti de yaratabiliriz.
Birbirimize yük olmak yerine destek olabiliriz.
Kırmak yerine iyileştirebiliriz.
Küçük bir anlayış, bir parça empati, bir damla sevgi, bütün farkı bunlar yaratabilir. Seçim sizin…”
Biz seçimi yaptık, tarafımızı belirledik. İnsan, insanın cenneti olsun diyoruz. İnsan, insana can olsun diyoruz. Yine diyoruz ki, sevgide buluşalım, hoşgörüde uzlaşalım, karşılıklı anlayış ve saygı şemsiyesi altında hiç ayrılmamak kaydıyla toplanalım. İstikbalin yol haritasını gönül ortaklığıyla çizelim.
İstiklalin onurunu yüreklerimizin müşterek gücüyle müdafaa edelim. Gelecek nesillere, ecdattan evlada; umutlu, huzurlu, güvenli, mamur, muasır, müreffeh, küresel liderliğe gözünü dikmiş bir Türkiye’yi emanet olarak tevdi edelim. El ele verirsek, elin oyunlarını ve uşaklarını aramıza sokmayız. Aynı safa girersek, tehlike alarmı veren safraları teker teker ayıklayıp atarız. İhtilafların çözümü için irade birliği teşekkül etmelidir. Kalıcı diyalogları başlamadan bitiren sabitleşmiş önyargıları, görüşme ve temasları zehirleyen değersiz tartışmaları, hiç hesapta yokken incinen gururları, en acımasız esarete dönüşen endişe ve kıskançlıkları olgun, anlayışlı ve sorumlu bir yaklaşımla telafi etmek pekala mümkün ve muhtemeldir. Birlikte, beraberce, huzur ve kardeşlik içinde yaşamanın akla yatkın başka bir yolu da sanıyorum yoktur. Her insan, kelimelerle düşünmeye o kadar alışkındır ki, bunların simgelediği gerçekleri gözlerinden sakladıklarını bir türlü fark etmezler, edemezler. Karıncaların yediği küçücük tohumlardan, fırtınalara meydan okuyan güçlü meşelerin yetiştiği belki kelimelerle anlatılabilir, ama bunun idraki ve taşıdığı derin anlamı hakkıyla kavranamaz. Barıştan herkes bahseder, ancak simgelediği muazzez anlam üzerine düşünen, bunun gereğini soylu mizacıyla yerine getiren ne hikmetse çok azdır. Demokrasiyi, özgürlüğü, insan haklarını önüne gelen, işine geldiği şekliyle, keyfi yetene kadar diline pelesenk eder de, hakiki mesaj ve muhtevalarına kafa yoran neredeyse parmakla gösterilecek kadar sınırlıdır. Şuur kepenklerini indiren duygusal, ideolojik ve dogmatik amiller her seferinde görüş açımızı kapatan kör noktalardır. İnsani ve siyasi ilişkilerin köşe taşlarını yerinden oynatan dağınık, dalgalı ve dayatmacı söz rekabetleri sokak ağzının, sorumsuz anlayışın yankı ve yansımasından başka bir şey değildir.
MEDENİ İNSAN VE SİYASETÇİ ANLAŞILMAKTAN ZİYADE ANLAMAYA MEYYALDİR
Maneviyatla bezenmiş insan ve siyasetçi karnından konuşan değil, fikriyle, zekasıyla, akli ve ahlaki düzeyiyle irtibatlarını kuran, ilişki ağlarını genişleten, iradesini genelleştirip güçlendiren cesamet ve cesarettedir. Farabi’ye göre; insanların saadete erişmek maksadıyla yardımlaştıkları bir şehir fazıl şehirdir. Bu şehir aynı zamanda sağlıklı bir vücuda benzetilmiştir. Mezkur şehrin okuması devlet şeklinde yapılmalıdır. Yardımlaşma demek dayanışma hissiyatının sahneye çıkması demektir. Dayanışma ve yardımlaşmanın milli birlik ve dirliğin can suyu, atar damarı, sinir ve sindirim sistemi olduğu tartışmasızdır. Kafasının içi yulaf dolu olanlar dayanışma ve yardımlaşmanın ehemmiyeti karşısında yüzleri çarpık asılmış resim gibi duruş gösterirler. Bir tehdit seziyor, bir felaket bekliyormuş gibi korkudan korkuya yuvarlanırlar. Yükte hafif, pahada ne kadar rezalet ararsanız bu tiplerde mevcuttur. Daha fenası vicdanları esir düştüklerinden dolayı hikmeti akıldan, haysiyeti milliden kahredici şekilde mahrumlardır. Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” isimli eseri, içine kapanık, geleneklerini yaşayan, 2’inci Abdülhamid dönemiyle birlikte Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerini de gören Hayri İrdal’ın yaşadıkları üzerine bina edilmişti.
Bu kitapta zamanın ve mekanın insanla mevcut olduğunun altı çizilmiş ve saatin kendisinin mekan, yürüyüşünün zaman, ayarının da insan olduğu vurgulanmıştı. Bundan mülhem diyebiliriz ki, siyasetin kendisi mekan, kararı demokratik zaman, kurulum ve ayar ustası da akıl ve fikir sahibi insandır.
Bu doğrusal ilişkiyi fark edememiş gafiller için yel değirmenlerine savaş açan Donkişot yegâne rehberdir. Yine bunlar için Minerva’nın Baykuşu karanlık çöktükten sonra gene kanat açacaktır. Hegel, “Hukuk Felsefesi” isimli kitabının önsözünde, olayların önce olduğunu, düşüncelerin de sonradan ortaya çıktığını ifade ve işaret etmek maksadıyla Minerva’nın Baykuşu metaforundan istifade etmişti. Biz olayların peşinden sürüklenen değil, olayların rotasını belirleyen kuvvetli fikir ve düşünce sistematiğine sahibiz.
KAYNAĞINI TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜNDE BULAN TÜRK MİLLİYETÇİLERİYİZ
Hadiselerin oyuncağı değil, kurulan tuzakları, oynanan oyunları bozan dava neferleriyiz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz, biz Türkiye’nin gücü ve asıl güvencesi Cumhur İttifakı’yız. Tahsil ve terbiyemiz vatan ve millet sevdasıyla temayüz etmiştir. Sipariş telkinlere, sinsi kulislere sonuna kadar kapalıyız. Hür ve bağımsız vicdanımızla, Türk milletinin tarihi kadar köklü fikri yapımızla, ayırmayı ve bölmeyi reddeden kucaklayıcı siyasetimizle millete hizmet için yanıp tutuşuyoruz. Aksi halde edilgen, dayatmalara boyun eğen, şartlara razı gelen ve kumanda edilen bir konuma gerilememiz kaçınılmazdır. Hegel’in metaforu olan Minerva’nın Baykuşu olsa olsa zillete düşenlerin, aklını kullanmaktan korkanların ve tarihten ibret almayanların sembolü olmaya müstahaktır. Bizim sembolümüz, asırların daralan kovuklarından ışık huzmesi gibi yayılıp gelmeyi başaran, demir dağları azimle eriten güçlü iradedir. Aynı şekilde bu muhteşem iradeye kılavuzluk yapan hürriyet aşığı Bozkurt duruşudur.
KOMŞU ÜLKE SURİYE’DE 13 YILDIR SÜREN İÇ ÇATIŞMA DÖNEMİ YERİNİ YENİ BİR GERÇEKLİĞE BIRAKMIŞTIR
Değerli Dava Arkadaşlarım, Muhterem Misafirler, İnsanı anlamaksızın siyaset ve iktidar ilişkilerini anlamak zordur. Siyaset, bir yandan toplumun ne adına yönetileceği sorusuna cevap üretirken, diğer yandan nasıl ve kim tarafından bu yönetimin gerçekleştirileceğini tayin eden süreçtir. Siyasal alan, iktidarın kaynaklığı konusundaki gerilimleri, bu gerilimlerle doğan güç kullanımını, bu gücün hangi temel yasalar ile meşru kabul edileceğini ve toplumsal düzenin nasıl kurulacağını ve yönetileceğini belirleme alanıdır. Siyaset, aslında tüm siyasal ve onun ilişkilerinin belirlendiği temel düzlemdir ki; iktidar, meşruiyet, şiddet, otorite, itaat, düzen, siyasal ve toplumsal yapılar onun içerisindedir. Bu yapı içinde siyasal ilişkiler, insanların tutum ve davranışlarının yol göstericiliğinde; ya 'karar verme' sorunu, ya 'çıkar' çatışması ya da bir grubun diğer gruplar üzerindeki 'hakimiyet' arayışıdır. Başka türlü ifade edersek, siyaset insanın hayat hikayesini sistemleştiren, bu sistem içinde pek çok faktörün karşılıklı etkileşim halinde bulunduğu fenomen bir ilişkiler kümesidir. İşin özünde siyaset bir mecburiyettir. Küresel ve bölgesel çapta insani, siyasi, vicdani ve ekonomik cepheleşmelerin yoğunlaştığı, risk ve belirsizliklerin serbest dolaşıma girdiği bir dönemde, elbette doğru siyaset parlak bir geleceğin anahtarıdır. Komşu ülke Suriye’de 13 yıldır süren iç çatışma dönemi yerini yeni bir gerçekliğe bırakmıştır. 61 yıllık Baas melaneti, 54 yıllık Esad zilleti sona ermiş, Suriye yeni bir siyaset kulvarına girmiştir. Bu siyasetin dengeli ve kapsayıcı olması, çok acılar çeken Suriye halkını layık olduğu mertebelere bütünlük ve kardeşlik içinde ulaştırması yegane dileğimizdir. Suriye’nin istikrarı Türkiye’nin güvenliği açısından olmazsa olmaz önemdedir. Suriye’nin siyasi ve toprak birliğinin muhafazası, iç barış ve huzur ortamının hiçbir kaza ve kesintiye mahal vermeden tesisi hem komşuluk hukukumuz hem de bölgesel sükûnet ve güvenlik bakımından ihmal edilemez bir ihtiyaçtır.
SURİYE’NİN GELECEĞİNE KARAR VERECEK SURİYELİLERDİR
Ancak bu karar sürecinde samimi, dostane, yapıcı ve destekleyici şekilde Türkiye’nin paylaşacağı pek çok tecrübesi olduğu da muhakkaktır. Tüm rejim muhaliflerinin öncülüğünde, 8 Aralık’tan itibaren tezahür eden geçiş dönemi, ümit ediyorum ki, Suriye’nin derlenip toparlanmasında mühim bir eşik olacaktır. Geçiş dönemini takip eden önümüzdeki aylarda, anlaşılan geçici yönetim tezahür edecek, ardından anayasa hazırlığı ile beraber siyasi partilerin kurulup seçimlerin yapılması gündeme gelecektir. Suriye’nin demokrasiye intikaliyle birlikte uluslararası topluma entegre edilmesinde Türkiye her türlü katkıyı vermeye hazırdır. Dost ve kardeş Suriye halkı zulümden çok çekmiştir. Istıraplı yılların ardından barışçıl havanın egemen olması memnuniyet vericidir. Maalesef ki, Esad rejiminin karanlık sayfaları açıldıkça gün yüzüne korkunç vakıalar çıkmaktadır.
SEDNAYA HAPİSHANESİ’NDE İNSANİ FELAKETLER HEPİMİZİN YÜREĞİNİ TİTRETTİ
Yerin onlarca metre derinliğinde hücrelere kapatılan, ölüm preslerinde işkenceyle katledilen masumların hesabı katil Esad’tan mutlaka sorulmalıdır. Ve bu alçak Lahey Adalet Divanı’nda cani Netenyahu ile birlikte en yakın sürede yargılanmalıdır. Baas vandallığı 54 yıl boyunca zulüm olup halkının üzerine yağmıştır. Biriken acılar, bilenen feryat-figanlar Esad rejimini yıkmıştır. Suriye halkının iradesini temsil eden, ilk izlenim itibariyle makul ve demokratik mesajlar veren geçiş yönetimine terör örgütü yaftası vurmak en azından sahadaki gerçeklerle bağdaşmayan, kaldı ki Suriye’nin cari tablosuna karşı üç maymunu oynayan sızma Esad lobisinin bir uydurmasıdır.
CHP’NİN SURİYE POLİTİKASI BAAS MENŞELİDİR
CHP’nin gayri milli ve gayri ahlaki siyasetinin başka türlü izahını yapmak hakikaten boşuna bir emek ve zaman israfıdır. Türkiye’nin karşısında mevzilenen CHP’nin siyaseti iflas bayrağını çekmiş, üstelik Esad’ın kanlı mazisine bağlandığı netleşmiştir. Bu utanç verici ilkesizlik Türkiye’de hiçbir muhalefet partisine yakışmayan bir alçalma halidir. CHP Genel Başkanı, Suriye’nin devrik zalimi Esad kaçtı kaçalı neredeyse karalar bağlamış, matemden gözlerinin feri sönmüştür. Kendisine tavsiyem, bu kadar üzülmemesi, bu kadar kendisini sıkıntıya sokmamasıdır, eğer yüreği varsa, muhabbet ve hürmeti bakiyse Moskova’ya saklı gizli giderek Esad’la kucaklaşması ve hasretini gidermesi mümkündür, önüne geçen de zannederim olmayacaktır. CHP’nin siyaseti, Türkiye’ye karşı siyasettir. CHP’nin siyaseti, emperyalizme bağlı ve bağımlı siyasettir. Türkiye’nin Suriye’de kaybettiğini, ABD ve İsrail’in kazandığını söylemek için bölgesel siyasetin iç yüzüne Özgür Bey gibi bakarken görmemek, konuşurken duymamak kafidir. ABD’nin yeni başkanı Trump’ın Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik müspet mesajlarını bile hasis ve hırçın şekilde saptırıp kıskançlıktan deliye dönen ve çarpık mantığıyla tevil eden CHP Genel Başkanı mertlikten ve millilikten nasibini almayan yarım adamdır. Kallavi Özgür Bey’in başına yakışmıyor, eğer ne demek istediğimi merak ediyorsa, ki yeni bir şey öğrenirse sevinirim, Tanzimat dönemi sadrazamlarından Mehmet Emin Rauf Paşa’nın hayatını tetkik edebilir. CHP’nin Türkiye hazımsızlığı, Türkiye’nin haklı ve meşru mücadelelerini karalaması, her milli meselede muhasım mevzide konuşlanması siyasi erimeye örnektir. Suriye’deki gelişmeleri ne zafer havasıyla takdim etmek, ne de hezimet ve hüsran iddialarıyla kötülemek doğru ve hakkaniyetli bir tavır değildir. İhtiyatlı, temkinli, dengeli şekilde ve iyi niyet temelinde komşu ülke Suriye’yle ilişkileri geliştirmek, muhtemel bütün senaryolara karşı hazırlıklı olmak en doğrusudur.
YANI BAŞIMIZDA YENİ BİR SİYASAL SİSTEM KURULACAKTIR. VE BUNU KURACAK SURİYE HALKIDIR
Bizim beklentimiz Türkiye-Suriye diyaloglarının altın çağını yaşamasıdır. Öncelikle Suriye toprakları bölücü terörden tamamen arındırılmalıdır. Suriye’de PKK/YPG’ye kesinlikle yer olmamalıdır. Bu örgüt silahlarını Suriye’nin geçiş hükümetine devretmelidir. Suriyeli olmayan örgüt üyeleri sınır dışı edilmelidir. Tek bir terörist sınırlarımızın mücavir alanlarında nefes alamamalıdır. Artık bölücü teröre tahammülümüz asla yoktur. Teröristler elini kolunu sallayarak hiçbir yerde dolaşamayacaktır. Suriye’nin devlet ve toplum hayatını pozitif bir dille ve herkesi kucaklayan bir hassasiyetle yeni baştan inşa etmeye koyulan Esad Muhaliflerinin açıklamaları bize göre çok ama çok olumludur. Ne Türkiye’de ne Suriye’de ne de Irak’ta bölücü kiralık tetikçilere hayat yoktur, umut yoktur, gelecek yoktur, fitnenin başına gök kubbe yıkılmalıdır. Suriye’nin eşit egemen vasfına riayet ve saygı uluslararası toplum adına bir mükellefiyettir. Aynısı Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Hiç kimse bu ahlaki ve hukuki mesuliyetten kaçamayacaktır. Suriye’de yaşayan Kürt kardeşlerimiz ile bölücü terör örgütü arasında en ufak bir irtibat söz konusu değildir. Türkiye ve Suriye’de yaşayan Kürt kardeşlerimiz terörizmin ablukasına karşı uyanışa geçmiş, artık kan tacirlerinin gerçek niyet ve yüzünü görmüştür.
KÜRTLER KARDEŞİMİZDİR. TERÖR ÖRGÜTÜ İKİ CİHAN HASMIMIZDIR
DEM Parti ise CHP’nin tahrik, taciz ve istismar siyasetine alet olmadan Türkiye partisi olma yönünde kararlı adımlarla yürümelidir. İmralı ile sağlanacak görüşmeler sonucunda terörün bittiği, terör örgütünün lağvedildiği ortak gelecek ideali, insan ve millet sevgisi çerçevesinde açıklanmalıdır. Terör örgütü için sona gelinmiştir. Cinayet örgütünün miadı dolmuştur. Barış, huzur ve kardeşlik kazanacak; terör ve bölücülük kaybedecektir. Türkiye ve Suriye kazanacak; emperyalizmin kaos planları kaybedecektir. Türk milleti yeni yüzyılda milli birlik ve kardeşliğin dünya genelinde timsali olacaktır. Silahlar susmakla kalmayacak, hepsi birden kırılıp atılacak veya devlete teslim edilecektir. Türk-Kürt kardeşliği millet bünyesinde taçlanacaktır. Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de kalıcı barış ve sürdürülebilir istikrarın sağlanması konusunda, iç cephesini tahkim eden Türkiye’nin yapacağı pek çok şey vardır. İsrail’in korsan ve haydut yayılmacılığı durdurulmalıdır. Golan Tepelerinden çekilmediği takdirde geniş bir yaptırım ve mücadele stratejisi geliştirilmelidir. İsrail’in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1967 tarihli 242 no’lu kararına aykırı işgal girişimi derhal engellenmelidir. Siyonist barbarlık Türkiye’nin daha fazla sabrını zorlamaktan uzak durmalıdır. Bu en azından kendisi adına hayırlı bir adım olacaktır. Yasa dışı Yahudi yerleşimci programının yanında istila hevesleri ve soykırım uygulamaları eşliğinde ateşle oynamaya devamdan da süratle kaçınmalıdır.
ŞAM’A GÖZÜNÜ DİKENİN TEL AVİV’DE, KUDÜS’TE OSMANLI ŞAMARINI YİYECEĞİNİ HİÇ KİMSE DE UNUTMAMALIDIR
Tarih bize diyor ki, Kudüs’ün ilk durağı Şam’dır. Şam güvendeyse günü geldiğinde Kudüs’te güvende olacaktır. Hz.Ömer 636’da önce Şam’ı aldı, sonra 637’de Kudüs’ü. Selahattin Eyyubi 1184’de önce Şam’ı aldı, sonra 1187’de Kudüs’ü. Yavuz Sultan Selim önce 1516’da Şam’ı aldı, sonra da Kudüs’e mührünü bastı. Golan’da diş gösterenlerin, Şam’a parmak sallayanların azı dişini Kudüs’te sökmek sadece bir zaman meselesidir. Bu itibarla İsrail yanlıştan derhal dönmelidir. Bizim Siyonist alçaklığa eyvallahımız yoktur, korkumuz yoktur, ayranımız kabarmaya görsün, gerisini düşünecek olanlar bellidir. Zeytindağı’nın manzarasına duyduğumuz özlem, Kudüs’ün hatıralarıyla kavrulan gönül dünyamız, tıpkı tek bir damlayla taşacak noktaya gelmiştir. Aklı başında olmayanın, başı ayaklardadır. Çılgınca eylem ve denemeler yapanların sonu da berhava olmaktır.
HAYAT BEDENSE, SİYASET BU BEDENDE DOLAŞAN KANDIR
Aziz Dava Arkadaşlarım, Siyaset daha iyi, daha güvenli, daha dengeli ve daha gelişmiş bir hayatın fazilet ve fikir mihverinde formüle edilmesi, müteakiben de tatbik ve temin erdemidir. Ne siyasetsiz bir hayat, ne de hayatsız bir siyaset mümkündür. Hayat bedense, siyaset bu bedende dolaşan kandır.
Avcı ve toplayıcı ilkel bir insanın dahi adını koyamadığı, kavramsallaştırmaktan aciz kaldığı bir siyaseti veya siyaset dürtüsü vardır ve bilinmektedir. Siyasetin kaynağı bizatihi hayat ve bu hayatın içinde anlam ve varlık bulan insandır. Hayata ve sahaya inememiş, bir damar bulup girememiş, tıpkı olgunlaşmış bir meyvenin yere düştüğü gibi gönüllere düşememiş bir fikrin siyaset kalıbına dökülmesi, insanları peşinden sürüklemesi neresinden bakarsak bakalım eşyanın tabiatına terstir. Geleneğin içinden gerçeği tıpkı bir simyacı gibi bulup çıkaran, bunu da sistematik hale getirip önümüzü aydınlatan fikir ve siyaset insanlarımıza çok şey borçlu olduğumuz unutulmamalıdır. Onlar geleceği uzaktan seyretmediler. Dünden öğrendiler, yaşadıkları zamanda harekete geçtiler, hitamında da istikbalin düşünce koordinatlarını, milletimizin ve medeniyetimizin yolunu şuurlarının mürekkebiyle belirlediler. Hedefe ulaşmak için ilk adım önemlidir, sonrasında da bu hedefe odaklanmak şarttır. Bir ülkü sahibi olan Ülkücünün yaptığı, yapması gerekeni de budur. Var olmak ile varlıklı olmak; değerli olmak ile önemli olmak arasındaki farkın ayrımı şayet doğru yapılırsa ileriye doğru atılan her adım bizleri biraz daha hedeflerimize yaklaştıracaktır.
DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK YEGANE GÜÇ FİKİRDİR, DÜŞÜNCEDİR, KİTAPTIR, İNANÇTIR VE MÜCADELEDİR
Özellikle sertifika alan kardeşlerime diyorum ki, yolu olmayan mecralardan gitmeyi göze alınız ki, bastığınız her yerde ayak iziniz kalsın. Sevdanız millet olsun, kendinizi yetiştirme ve yeni şeyler öğrenme arayışından kopmayınız. Zaman zaman kendinizle çelişkiye düşebilirsiniz, bundan da çekinmeyiniz, çünkü böylesi bir çelişkiden kaçınan kişi bağnazdır, dogmatiktir. 11’inci yüzyılın parlak alimlerinden birisi olan El Biruni, fil ağırlığındaki kitabı, fil ağırlığındaki elmasa tercih ederim, demişti. Dünyayı değiştirecek yegane güç fikirdir, düşüncedir, kitaptır, inançtır ve mücadeledir. İnsan hayatında fikrin cazibesi kadar, şahsiyetin de tesiri vardır. Şahsiyetli olmak her şeyin başıdır. Konuşmanın başında temas ettiğim gibi, düşünmek aynı zamanda mücadeledir. Bundan taviz vermeyiniz. Türkiye ve Türk milleti bir devdir, Allah muhafaza devi papağan haline getirmek için fırsat kollayanlara da kesinlikle izin vermeyiniz. Siyaset ve Liderlik Okulumuzun 20’inci dönemini tamamlamış arkadaşlarıma bundan sonraki hayatlarında tekraren başarılar diliyorum. Bu duygu ve düşüncelerle, sizlerin, Büyük Türk milletinin, Türk-İslam aleminin; kökeni, yöresi ve anasının dili ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızın, tüm insanlığın yeni yılını şimdiden kutluyor, barış, huzur, esenlik ve selamet dileklerimi bahusus paylaşıyorum. Konuşmama son verirken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.