MHP'li Kamil Aydın şunları söyledi;
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tensipleriyle tespit edilen ilkeler kapsamında 31/10/2022 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL'e iştirak etmesi hususunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, avcı toplayıcılıktan tarım toplumlarına, imparatorluklardan ulus devletlerine ve oradan bugün bir bileşeni olmaya çalıştığımız daha kapsamlı uluslararası birliklere sosyolojik yapılar olarak bakıldığında irili ufaklı her toplumsal yapıyı karakterize eden bir yaşam, davranış, düşünce, algılama ve ilişkiler biçimi yani kültürel kod olduğunu görürüz. Bu kültürel kodlar insanlık adına köklü ve kalıcı evrensel katma değer sağladığı sürece uygarlıkların oluşmasına katkıda bulunur. Çünkü medeniyet veya uygarlık bir toplumun zihniyetini, bilimini, sanatını ve teknolojik ürünlerinin tamamını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere medeniyet, toplum ve toplum ürünlerinin temelidir. Bu kısa tanımlama çerçevesinde ele aldığımızda Avrupa'nın yeniden doğuş veya uyanış olarak nitelediği Rönesans'la birlikte başlattığı zihinsel, felsefi, bilimsel ve sanatsal gelişmelerin zamanla teknolojik icat ve yeniliklere dönüşmesi, özellikle 19'uncu yüzyılda zirveye ulaşarak birinci derecede insanlık yararının gözetilmediği bir hegemonya vasıtasına dönüşmüştür. Temelinde ham madde, iş gücü ve pazar temini düşüncesi bulunan rekabetin, şiddetini artırarak mücadeleye dönüşmesi, Avrupa sınırlarını da aşarak masum ve bir o kadar da verimli coğrafyalara taşınmıştır. Bu mücadelenin ana aktörleri kendilerine söylem olarak Avrupa merkezli egemen düşünce yapılarının güdümünde bir uygarlık veya medeniyet taşıyıcılığı misyonunu seçmesi aslında ötekini köleleştirme ve sömürme niyetinin bir kamuflajından öte başka bir şey değildir. Ötekine uygarlık getirme edasıyla yapılan bir sömürgeci, emperyalist hamleler bilimden teknolojiye, kültürden eğitim ve inanç sistemlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. O gün başlatılan bu uygarlık kamuflajlı sömürgeci hamlelerin yarattığı kapsayıcı kaos, kriz ve savaşlar bugün de hâlâ birçok Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinde süregelmektedir.
Somutlaştırmak gerekirse Sayın milletvekilleri, yaklaşık otuz yıl süren kanlı mezhep savaşları sonrası Vestfalya Anlaşması'yla yeni bir yapısal sürece giren Avrupa çok geçmeden iki dünya savaşına ve beraberinde birçok insanlık trajedilerine sahne olmuştur. Bugün de tarihin karanlık sayfalarından ders alınmaksızın benzer tavır ve tutumun sergilendiğine açıkça tanıklık etmekteyiz. Yani, dünün sözüm ona yegâne uygarlık taşıyıcısı Batı, bugün demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi masum söylemlere sığınarak kültürel kodlarının bir yansıması sonucu çevremizdeki birçok ülkeye demokrasi, insan hakkı ve hukuk yerine, maalesef, kan, gözyaşı, göç, iç savaş ve açlık götürmüştür. Bunu bir çırpıda örneklemek gerekirse inanın bir hat çizdiğimizde Irak'tan Suriye'ye, Libya'ya oradan Afrika Boynuzu'na geçip birçok ülkeyi çok açık ve net bir şekilde örnek verebiliriz. Oraya gerçekten kulaklarımızda hâlâ yankıları süren "Biz buraya özgürlüğü, adaleti, barışı, insan haklarını getirmeye çalışıyoruz." dediklerinde, evet, birtakım sorunlar vardı ama beraberinde bu denli kan, gözyaşı, yokluk, kıtlık söz konusu değildi. Hatta bir televizyon belgeselinde bir Iraklının söylediği çok açık ve net bir şeydi. "Biz Saddam gidince özgürlükler sınırsızlaşacak, ülkenin refahı artacak demiştik, öyle sanmıştık ama elim kırılsaydı da o heykele pabucumla vurmasaydım." dediğini dün gibi hatırlıyoruz.
Şimdi benzer yaklaşımla son günlerde Rusya-Ukrayna savaşı üzerinden kıyamet savaşı anlamında "Armageddon" çağrıları yapılmakta. Yani buradan hızını alamayıp bir kademe daha ileri götürüp şiddeti artırarak nükleer savaş çığlıkları atılmakta hatta Üçüncü Dünya Savaşı olasılıkları gündeme getirilmektedir. Bununla da kalmayıp yersiz yurtsuz milyonları ve 800 milyonun üzerinde bir dünya nüfusunu açlığa ve kıtlığa mahkûm etme ve yeni çevresel felaketlere yelken açma girişimleri de gözlerimizden kaçmamaktadır.
Saygıdeğer milletvekilleri, kısaca "Dünün Avrupa'sının ötekilere uygarlık götürme olarak kamufle ettiği sömürgeciliği, bugün, bahçesini koruma adına vahşi ormana bahçıvan gönderme biçiminde tezahür etmektedir." Bu cümle bana ait değil, konuşmamın sonunda zaten Josef Borrell'e atfen bir iki şey daha söyleyeceğim. Son zamanlarda onun kullandığı bir kavram çünkü fıtrat değişmemiş, kültürel kodlar yine aynı kodlar, yine devrededir. Efendim 19'uncu yüzyıldaki kamufle aracı sadece medeniyet götürmek idiyse bugün de bahçesinin ötesine yani ormana bahçıvanlarını gönderme şeklinde ifade buldu maalesef.
Öte yandan, medeniyet ve uygarlığı insanlık tarihi boyunca insanlığa refah, huzur, mutluluk ve barış getiren köklü ve kalıcı evrensel değerler manzumesi olarak gören necip Türk milletinin bu bağlamda öngördüğü misyonu ise komşusu aç iken tok yatmamak, insanın insana üstünlüğünün söz konusu olmayacağı temel prensibini kabul etmek ve gönül rahatlığıyla "Açları doyurdum, çıplakları giydirdim, yoksul milleti zengin kıldım, az milleti çoğalttım ve artık kötülük yok." diyebilmekten geçer. Çünkü Türk milletinin tarihten bugüne kadar aktardığı kültürel kodları gereği tasada, kıvançta, sevinçte, kederde kolektif bir şuurla paylaşmak düsturuna atıf yapılmaktadır.
İşte, bu insiyakla geçen haftalarda Ampute Millî Takımımız başta olmak üzere, sporda elde edilen başarılardan duyduğumuz sevinç ve kıvanç öte yandan geçen hafta Bartın Amasra'daki maden faciasıyla yine milletçe kedere ve yasa gark olmamız bu köklü kültürel kodların beslendiği medeni bir tavrın yansımasından başka bir şey değildir. Bu köklü, medeni tavrın tarih boyunca en zor dönem ve şartlarda dahi tezahür ettiğini istiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy, bakın şu mısralarda açık, nezih bir şekilde ifade etmektedir:
"Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin"
İşte bugün görüşmekte olduğumuz tezkereye konu olan Lübnan başta olmak üzere Afganistan'dan Somali'ye, Balkanlardan Suriye'ye ve Libya'ya kadar demokrasi ve insan hakları veya özgürlük taşıma söylemleriyle, var olan kısmi huzurun da yok olmasının müsebbipleri hiçbir sorumluluk taşımazken Türk Silahlı Kuvvetleri iki bin üç yüz elli yıllık şerefle taşıdığı köklü bir geleneğin gereği olarak barışın ve huzurun teminatı misyonuyla üstlendiği uluslararası görevleri layıkıyla yerine getirmektedir. Bu yüzden, bulundukları yerlerde, istenen, özlenen ve varlığından güven duyulan bir iz bırakmaktadırlar.
Biz de "Önce ülke, millet, devlet." diyen bir siyasi hareketin temsilcileri olarak içeride ve dışarıda milletimiz adına elde edilen her türlü başarıdan haklı gurur duyduğumuzu ifade etmekten asla imtina etmeyeceğiz. Birileri savaş çığırtkanlığı yapıp, milyonları açlığa terk etme riskini göze alıp kıyamet senaryolarını ısıtırken biz ısrarla huzur, güven, refah ve barışı önceleyen duruşun savunucuları olmaya devam edeceğiz.
Saygıdeğer milletvekilleri, malumunuz, Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell 13 Ekim tarihinde bir etkinlikte yaptığı bir konuşmada 19'uncu yüzyıl sömürgeci Avrupa'nın dünyaya bakışının güncellenmiş hâlini tirat etmiştir. Yani o gün "ötekini medenileştirme" adı altında takılan sömürgeci tavır, bugün de bahçesini koruma adına ormana demokrasi, insan hakları ve özgürlük adına bahçıvan gönderme hâlidir, hiçbir zaman birbirinden farklı değildir. Diğer bir ifadeyle yani malumun ilamıdır çünkü merdikıptı şecaatini arz ederken sirkatini esirgemeden çok açık ve net bir şekilde ifade etmiştir. Yüzyıllardır bu emperyalist bakış ve tutumun biz farkındayız; kan da değişmemiştir, fıtrat da değişmemiştir. Bahçesinden ormana ahkâm kesenler insanlık, barış ve huzura asla katkı sağlayamayacağı gibi, geçmişte olduğu gibi bugün de savaş ve gözyaşının sadece kaynağı olmaktan öteye gidemeyeceklerdir ama insanlığın hafızalarında da her zaman mahcup ve mahkûm konumlarını asla kaybetmeyeceklerdir. Niye? Çünkü son birkaç yılda yaşadığımız küresel sıkıntılara takındıkları tavırlar muvacehesinde açık ve net bir şekilde görmekteyiz ki gerçekten kendilerinden başka tamamen Avrupa merkezli, benmerkezli bir düşünce dışında herhangi bir dünyevi tasarrufları olmamaktadır; bunu Covid-19 sürecinde gerçekten yaşananlar muvacehesinde açıkça net bir şekilde gördük. Gerek maske ve gerek aşı temininde, tedarikinde ve dağıtımında ikircikli, gerçekten, ben varsam her şey tamam ben yoksam her şey eksik düşüncesiyle hareketlerinden açık ve net bir şekilde anlamaktayız ama gururla söylemek isteriz ki necip milletimizin aynı fıtratı gereği, o kültürel kodlarının bir yansıması olarak elindeki bütün imkânları, bütün dünyayla paylaştığına da tanıklık ettik. Bunun, yaptığımız bir seyahat esnasında Bosna'daki o üçlü yönetimin üç başından da açık ve net bir şekilde ifade edildiğine tanıklık ettik ve inanın, gerçekten, ecdadın sanki bıraktığı yerden bir devammış gibi etkilendik ve duygulandık. Söylenen şuydu aynen: "Türkiye Cumhuriyeti devleti sağ olsun, burada sadece Bosnalı Müslümanlara değil, Hırvatlara da Sırplara da eşit bir şekilde elindeki imkânları sundu ve dağıttı; bu yüzden sizlere müteşekkiriz." Tabii, bunları duymak çok gurur verici; güzel şeyler. Benzer şeyleri, inanın, özel kulislerde, gittiğimiz toplantılarda da açık ve net bir şekilde görüyoruz. Amerika'da bir Uber taksi şoföründen de buna benzer bir ifadeyi kulaklarımla işittim. O gün Beyaz Saray önünde Etiyopya'yla ilgili bir gösteri vardı, biz de taksi içindeyiz, şoförü tanımıyoruz, o da bizi çok fazla tanımıyor. "Burada bir gösteri var, ne oluyor?" dedik. "Etiyopya'nın seçilmiş Hükûmetine Amerika destekli askerî bir darbeyle müdahale edildi, onun gösterisi ama Amerika artık şunu anlamalı ve idrak etmeli ki: Artık tek ve yegâne güç değil." dedi ve devam etti: "Artık Çin var, Rusya var, Hindistan var ve elhamdülillah Türkiye var." Şimdi, bunu bir Uber taksi şoföründen duymak hakikaten gurur verici bir şey ama maalesef biz bütün bunları, bunu daha da genele teşmil ederek... Afrika'daki birçok ülkede de aynı şeyleri duyuyoruz yani Macron'un protestolara muhatap olduğu yerlerde, Allah'a şükür, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini temsilen kim giderse gitsin gerçekten iyi niyet ifadelerine çok açık ve net bir şekilde muhatap olduğunu görüyoruz ama maalesef bu Batı, aynen Josep Borrell gibi sürekli kendini merkeze koyup "Demokrasiyi, insan hakkını ve hukukun üstünlüğünü ancak biz öğretir, biz anlatır, biz yürütürüz; siz sadece bunu takip edip gereğini yapmakla mükellefsiniz." diye düşünür. Ama çifte standartlarına baktığımızda, efendim, bir taraftan soyulup, işkence edilip, Ege Denizi'nin karanlık sularına itilen sığınmacıların hâli ortadayken biz ise milyonlarca sığınmacıya gerçekten kol kanat gerip elimizdeki imkânları paylaşmayı çok açık ve net bir şekilde buradan ifade edebilmekteyiz.
Biz barışı önceleyen bir tavrın temsilcileriyiz. Allah'a şükür dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak çünkü bizim kültürel kodlarımız bunu yapmamızı gerektirir. Dolayısıyla biz, son günlerde yaşanan Rusya-Ukrayna krizinde ise her zaman barışı önceleyen, kanı durdurmayı, kıtlığa, yokluğa neden olacak birtakım olayların meydana gelmemesini önceleyen girişimler içerisindeyiz, bunu da başarıyoruz. Tahıl Koridoru Anlaşması'yla bu, gerçekten başarılmış ve takdire şayan bir durumun ifadesidir, yansımasıdır. Yine, aynı şekilde, savaş tutsaklarının mübadelesi, değişimi, yine, gerçekten tarihe not düşecek, barış adına Türkiye'nin katettiği önemli bir mesafedir.
Biraz önce hafife alınarak ifade edildi ama göreceksiniz, gaz merkezi "hub"ı olma noktasında da Türkiye'de dün bazı olmazların da imkânsız gösterildiği noktada nasıl ki bugün gerçekleştiğine tanıklık ediyorsak bunun da olacağından çok açık ve net bir şekilde emin olduğumuzu ifade etmek isteriz çünkü biz aziz Türk milletiyiz. İnşallah, bundan sonra da barışı önceleyen bu adımlarımız bölgede istikrarın anahtarı olacak ve başta bütün bölge ülkelerimiz olmak üzere küresel ölçekte de büyük gelişmelere katkı sağlayacaktır diyorum.
Son olarak, şimdi, tabii, Avrupa Birliği ya da konsey toplantılarında sıklıkla ısıtılıp gündeme getirilen bu AİHM kararları, gerçekten sanki sadece Türkiye'ye karşı alınmış kararlar; hâlbuki, inanın, diğer ülkelerin hepsinin böyle kararlara muhataplığı söz konusu ama hiçbir zaman kendileriyle ilgili bir rapor hazırlanmazken özellikle tanıma sığınarak terör iltisaklı veya teröre yandaşlık, yardımcılık ya da bizatihi terörün içinde olanlara af isteklerini dile getiriyorlar ama şunu ben kendilerine açık ve net bir şekilde sordum ve cevap bekledim... Yani 11 Eylülden sonra El-Kaide'yi bir Avrupalının "Bu bir terör örgütü değildir; geniş kapsamlı tanımlamaya girer mi, girmez mi bakalım?" diye sorguladığına tanıklık etmedik. Efendim, IŞİD ya da DAEŞ'in Avrupa'daki bazı başkentlerdeki terör eylemlerinden hareketle bugün hiçbir Avrupa ülkesinin ya da temsilcisinin IŞİD'le ya da DAEŞ'le ilgili "Bunlar terörist değildir." diyebilme cesaretini gösterdiklerine tanıklık etmedik. Ama bizim gibi açık ve net bir şekilde terörün her türlüsünü lanetlemek, bunların şiarında yok.
Dolayısıyla bu çifte standardın gerçekten en büyük mağduriyetini yaşayan bir ülke olarak bizim, doğru bildiğimiz yoldan ayrılmadan, terörle mücadelede Batı'ya, o bahçelerinden vahşi ormana mesaj gönderenlere de çok sözümüz ve yapacak çok işimiz var diyorum.
Bu vesileyle tezkerenin Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bir kez daha uzatılmasına katkı sağlayacağımızı açık ve net bir şekilde ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor.