Galiba gençliğimizden bu tarafa, sürekli hırpaladığımız şu söz üzerinden imtihan oluyoruz : "Dün dündür, bugün bugündür!"

Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in siyasi arenaya armağan ettiği bu söz, aslında milli sosyolojimizin derinliğinden gelen bir tecrübenin kelimelere bürünmüş hali. Öyle ya, Mevlana’nın "Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni bir şey söylemek lazım" beytini nereye koyalım?

Bu sözün Mecelle hukukunda bile karşılığı var.

Büyük tarihçi Ahmet Cevdet Paşa, Mecelle isimli hukuk kitabında, "Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz" hükmü tam da kast edileni anlatır. Yani zamanın değişmesi ile hükümler değişir!

Zaman değiştiğinde şartlar da değişiyor; insan olgunlaştıkça hayatı dört yanlı, en azından iki boyutlu görebiliyor. Gençliğinde keskin bıçak olan olgunluk vaktinde daha barışçıl, daha aklı selim olabiliyor. Böylesi değişimleri yozlaşma, ikiyüzlü olma, eğilme, bükülme olarak anlamak ya da böyle takdim etmek bir zihinsel kusurdur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın piyanist Fazıl Say’ın konserini izlemesi yine bu perdeden bir tartışmaya sebep oldu. Her iki mahalle, bu güzel buluşmadan skor elde etme peşine düştü. Kimileri Fazıl Say kaybetti, değişti, eğildi diyor; kimileri de Cumhurbaşkanı’nın temsil ettiği kültürel mahallenin Fazıl Say’ın ehemmiyetini kabul ettiğini beyan ediyor.

Dünyada kültür-sanat olaylarını "bizim mahalle" penceresinden izleyen ülke var mıdır? Mutlaka vardır! Ama böylesi var oluşlar, gelişmişliğe, olgunlaşmaya delil olamaz.

Herkes bir mesaj peşinde!

Erdoğan şu mesajı verdi, Fazıl Say şunu yaptı.

Bir ülkenin Cumhhurbaşkanı, muhalif çıkışlar yapan bir sanatçının konserine gitti! Tek başına bu mesaj yeterli değil mi?

Fransa eski Cumhurbaşkanı Jan Dö Gol, başının belası da sayılabilecek yazar, felsefeci Jan Pol Satre'yi eleştirenlere, "Satre, Fransa’dır!" demiş. Fazıl Say, Türkiye değilse de, müzik kültürümüzün ehemmiyetli bir parçasıdır. Dünyanın dört bir yanında resitaller verirken onu haymatlos diye tanıtmıyorlar; Türk besteci, sanatçı, diyorlar.

Türkiye, artık bu mahalle baskısını aşabilmelidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hareketi, ülkesinin müzikal kültürünü kucaklaması açısından önemlidir.

Sanatçı, muhalif de olur, yandaş da. Her şey üslubuyla ölçülür. Yandaş inanıyorsa iktidar için çaba sarf eder; muhalif olan ise tenkit ile tahkiri birbirine karıştırmadan tavrını koymalıdır.

Bizim gibi sanatçılar ne yapsın?

Şarkılarımız dillere düşer ama adımız suya yazılır. Eserlerimiz ünlü olur, şahsımız ünsüz. Sanatın fiili düzen elemanları üretken sanatçıları yok saymayı maharet beller. Sebebi mi? Sanatı, aydın sorumluluğu ile ele aldığımız ve fiili düzenin eğlendirici, uyutucu kimliğine rağmen eserler ürettiğimiz için.

Görüşlerimi, "Türkiye’de Sanatçı Olmak" kitabımda yazmıştım; tekrara gerek yok. Türkiye’de şöhret olmak kolay ama sanatçı kalmak zordur.

Zahmetlidir, meşakkatlidir. Bir felsefeniz varsa, müziğin yanına sözünüzü de koyuyorsanız "okların ne yandan geleceğini" kestiremezsiniz. Adımızı neonlara değil, tarihe yazmak istiyoruz diye çekilir dert mi bu? Ama işler böyle gelmiştir. İnşallah böyle gitmez.