Batı’nın Çin ve Rusya’yı kuşatma çabaları söz konusu iki gücün birbirine yakınlaşmasına neden oldu. Bu yakınlaşma özellikle ekonomik alanda dikkat çekerken son yıllarda güvenlik alanındaki ilişkilerin de gelişmesi iki güce dair “tehdit” algısının artmaya başladığının bir göstergesi olarak okunabilir. Tek kutuplu düzenin sona ermesiyle başlayan huzursuzluk ve bunun neden olduğu tedirginlik, Çin ve Rusya ilişkilerini “detaylandırmanın” yolunu açmış gibi görünüyor.
Çin ve Rusya ilişkilerinin çok kutuplu bir küresel düzen amacı bağlamında derinleştiği ve ABD’yi sistemik açıdan endişelendirdiği ifade edilebilir. Ayrıca güvenlik temelinde gelişen ve çeşitlenen ilişkilerin söz konusu kapsamlı stratejik ortaklığı “tedirgin bir ittifak” inşasına yönlendirebileceğini ileri sürülebilir. Bu aynı zamanda çok-kutuplu bir küresel düzen inşasına yönelik tahayyülü de içerisinde barındırmaktadır. Bu noktada Çin-Rusya ilişkilerinin uluslararası sisteme yönelik etkilerini keşif gücü yüksek bir dizi savdan oluşan İnşacı (Constructivist) yaklaşım içerisinde ele almak isabetli olacak.
İnşacı yaklaşım materyal yapılar kadar normatif yapıların da uluslararası sistemde önemli bir rol oynadığını ve kimliğin siyasi pratikleri şekillendirdiğini öne sürerek bize kullanışlı bir analitik çerçeve sunmaktadır. İnşacı yaklaşım içerisinde Alexander Wendt’in “Uluslararası İlişkilerin Sosyal Teorisi” (Social Theory of International Relations) isimli hacimli eseri ve sistemik inşacı yaklaşımı, Çin-Rusya ilişkilerini sistemik açıdan anlamak için önemli ipuçlarını sunuyor. Wendt’in iddiası, uluslararası siyasette güç bağlamında çıkarların dağılımının ve çıkarların içeriğinin büyük oranda düşünceler tarafından meydana getirildiği yönünde. Wendt, kimliklerin, çıkarları belirlediğini ileri sürüyor. Bu kavramsal teorik çaba, siyasi söylem ve pratiklerin analizine yönlenmekte ve kaba bir güç tanımlamasının ötesine geçerek güç kavramına bütüncül (holistic) bir nitelik kazandırmaktadır.
Şanghay İşbirliği Örgütü
Çin ve Rusya’nın uluslararası sistem içerisindeki söylem ve pratikleri bu bağlamda bir analize tabi tutulabilir. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi kurumsal çabaları inşacı bir perspektife oturtabiliriz. Bu kurumsal çabaların aslında çok kutupluluğa yönelik bir tahayyülün ya da düşüncelerin ürünü olduğunu söylemek çok iddialı olmayacaktır. İki ülkenin her ne kadar kendine özgü bir tecrübesi olsa da tarihsel seyrinin benzer bir normatif düzlem üzerinde vuku bulduğunu söylemek mümkün. Çin’in kuruluş döneminde SSCB üzerinden bir modellemeye gitmesi de bunun bir göstergesi.
İki ülkenin Soğuk Savaş’ın keskin cepheler oluşturduğu bir ortamda birbirlerine yanaşması ideolojik açıdan normal karşılanabilir. Ancak Çin ve Rusya ilişkileri 1953 yılında SSCB’de Stalin’in ölmesi ve Kruşçev’in başa gelmesiyle bozulmaya başlamıştır. Kruşçev’in Stalin karşıtı politikalar gütmesi ve ABD ile yakınlaşma arayışı Mao tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Mao’ya göre Stalin’in mirası saldırı altındadır. Bu noktada başlayan ayrışma daha sonra yaşanan sınır çatışmaları ile derinleşmiş ve 1970’li yıllarda Kissinger’ın öncülük ettiği ABD-Çin yakınlaşması Çin-SSCB ilişkilerini germiştir.
Rusya Çin ilişkilerinde yeni dönemin başlangıcı
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından tek-kutuplu uluslararası sistemin ortaya çıkması ve daha sonra Çin’in ekonomik alanda ivmelenerek küresel politikanın ağırlık merkezinin Asya’ya kaymasıyla beraber Rusya, önceliklerini yeniden değerlendirmiştir. Yeni dönemde Çin-Rusya ilişkilerinin güçlü bir şekilde ortaya çıkmasını, 1996 yılında ilişkilerin “stratejik ortaklık” seviyesine çıkarıldığının ilan edilmesine kadar götürmek mümkün. Putin ve Şi Cinping dönemiyle beraber ilişkilerde yeni ve büyük bir aşama kaydedilmiştir.
"Putin benim en iyi arkadaşım"
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin son altı yılda 26 defa bir araya geldi. Putin, iki ülke arasındaki ilişkilerin "görülmemiş seviyede" olduğunu belirtirken Şi de "Rusya en çok ziyaret ettiğim ülke ve Başkan Putin benim en iyi arkadaşım ve meslektaşım" dedi. Her iki ülke özellikle güvenlik alanında işbirliğini artırmış durumda. 2017 yılında Baltık Denizi’nde yapılan donanma tatbikatı ve Rusya’nın Çin’e S-400 füze sistemleri ile SU-35 savaş uçağı satması gibi gelişmeler ilişkilerin hangi boyutlarda derinleştiğini görmek açısından dikkat çekici. 2018 yılında gerçekleştirilen Vostok 2018 adlı SSCB döneminden bu yana yapılan en büyük askeri tatbikat, Çin-Rusya ilişkilerinin geldiği noktayı göstermek açısından son derece önemli.
Çin ve Rusya ilişkileri genişleyerek derinleşiyor
Bu durumu iki ülkenin ortak bir tehdit algısı çerçevesinde kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesi şeklinde okumak mümkün. Söz konusu ilişki modelinin bir ittifak olup olmadığı hususu tartışmalı. İki ülkenin yöneticileri “ittifak” kavramından ısrarla uzak duruyor. Genellikle “stratejik ortaklıktan” bahseden taraflar son dönemde “kapsamlı stratejik ortaklık” kavramını daha sık kullanıyorlar. Burada iki ülkenin açıklamadıkları bir ittifak inşasına yöneldiklerinden söz edilebilir. Resmen ittifak olmamaları bu yönde bir çaba göstermelerine engel değil; bundan öte, kendilerini resmi bir anlaşmayla bağlamamaları, özellikle belirsizliklerin yoğun olduğu bir uluslararası sistemde söz konusu aktörlere çıkarlarını koruyabilecek bir esneklik sağlayabilir.
İki ülke arasındaki ilişkiler enerji alanında da ilerlemeye devam ediyor. Çin’in petrol ithal ettiği ülkelerin başında Rusya gelirken Aralık ayının başında Sibirya Gücü Boru Hattının açılmasıyla beraber Rusya Çin’e senelik 38 milyar metreküp doğalgaz satmaya hazırlanıyor. Bu anlaşmayla beraber Rusya ihracatını, Çin ise ithalatını çeşitlendirerek enerji güvenlikleri açısından önemli bir adım atmış oluyorlar. Öte yandan iki ülkenin bu “pratikleri” ve söylemsel açıdan “kazan-kazan” vurgusunu sürekli dile getirmeleri ilişkilerin ittifaka yönelen bir inşa sürecinde olduğuna işaret ediyor.
Bununla beraber Çin ve Rusya, Pekin'in iddialı Kuşak ve Yol Girişimi ile Moskova liderliğindeki Avrasya Ekonomik Birliği arasında stratejik bir uyum arıyor. İki planın çakıştığı yerlerde çıkarların çatışmasından kaçınan bir yaklaşım geliştiren tarafların bunu uzun vadede koruyup koruyamayacakları sorusu zihinlerdeki yerini korurken iki ülkenin ticaret hacminin yüz milyar doları aştığını not etmek gerekiyor.
Ancak yine de Şi ve Putin arasında bir güvensizlikten söz edilebilir. Bunun nedeni iki ülke arasındaki ilişkinin “ekonomik büyüklük” açısından asimetrik olmasıdır. Bu nedenle olası bir ittifakta bu bir dengesizlik yaratacaktır. Öte yandan Rusya’nın coğrafi kimlik açısından kendisini Asya’dan çok Avrupa’ya yakın görmesi ikili ilişkilerdeki bir başka pürüz olarak okunabilir. Ancak bu tarz sorunlar tarihsel birçok ittifakın yapısında da görülebilir. Önemli olan Çin ve Rusya’nın sistemik koşullar üzerinden kendilerini, yoğunlaştırılmış bir yanaşık düzen pozisyonunda savunmaya başlaması ve bunu söylemsel ve stratejik pratikler açısından inşa çabasına yönelmiş olmalarıdır.
Her ne kadar bir güvensizlikten söz edilse bile iki lider güçlü söylemlerle stabil ilişkilerini vurgulamaya devam ediyor. Putin, Rusya-Çin ilişkilerinin sağlam ve istikrarlı olduğunu, dış faktörlerden etkilenmediğini ve sağlıklı bir gelişme momentumu içerisinde olduğunu söylerken; Şi, mevcut uluslararası durumda artan istikrarsızlık ve belirsizlikle birlikte karmaşık ve derin değişikliklere dikkat çekerek Çin ve Rusya'yı uluslararası ilişkileri düzenleyen temel normları sürdürmeye, tek taraflılığa karşı durmaya, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmemeye ve daha yakın bir stratejik koordinasyon kurmaya çağırıyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise son dönemde “Küresel İlişkilerde Rusya” adlı dergide yayımlanan “Dünya Bir Dönüm Noktasında ve Uluslararası İlişkilerin Geleceği” başlıklı makalesinde, “Yeni kurallara dayanan bir dünya düzenine ihtiyaç var” diyerek küresel düzen konusundaki vurgulamalara devam ediyor. Putin, Şi ve Lavrov’un bu söylemlerini çok-kutuplu bir sistem tahayyülü temelinde tedirgin bir ittifak inşasına yönelik niyetlerin işareti olarak okumak mümkün. Çin ve Rusya tarafında giderek artan bu “inşa” çabaları mevcut küresel düzenin sürükleyicisi ABD tarafından karmaşık hislere neden oluyor.
ABD'nin endişesi artıyor
ABD’nin son dönemde Çin-Rusya yakınlaşmasına yönelik endişeleri giderek artıyor. 2016 yılında yaptığı bir konuşmada Brzezinski “Çin ve Rusya’nın kısmen kendi içsel ve ideolojik momentumları ile kısmen de Amerika’nın kötü düşünülmüş politikaları nedeniyle stratejik bir ittifak oluşturma tehlikesine karşı dikkatli olunmalı” diyor ve ekliyor: “Hiçbir şey ABD'nin ulusal çıkarları için böyle bir sonuçtan daha tehlikeli olamaz."
Aslında bu durum ABD’nin strateji belgelerine de yansımış durumda. 2017 yılında yayımlanan son strateji belgesinde Çin ve Rusya’nın birer stratejik rakip olduğu vurgulanıyor. Belge iki ülkenin aynı zamanda Amerikan güvenliğini ve refahını yıpratmaya çalışarak Amerikan gücüne, etkilerine ve çıkarlarına meydan okuduklarını iddia ediyor.
Çin ve Rusya’nın yakınlaşması mevcut küresel düzenin öncüsü ABD’yi hassaten endişelendiriyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun, “ABD-Çin ticaret savaşı Çin ile Rusya arasındaki ilişkileri derinleştirecek” açıklaması bu endişenin önemli yansımalarından biri. Pompeo’ya göre “Çin’in ABD ile ilgili yaşadığı her sorun, Pekin’in Moskova’ya yaklaşma yönündeki motivasyonunu güçlendirecek.” Pompeo yine yakın bir zamanda Berlin’de yaptığı bir konuşmada Rusya ve Çin’in yarattığı tehlikeler konusunda uyarılar yaparak NATO’yu “bugünün zorluklarıyla” yüzleşmeye çağırmıştı.
ABD’li uzmanlar Çin ve Rusya’nın birbirlerine her zamankinden çok daha yakın oldukları konusunda hemfikir. Hatta ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Dan Coats, ABD İstihbarat Topluluğu tarafından 2019 yılında yayınlanan “Dünya Çapında Tehdit Değerlendirmesi” isimli raporda Çin-Rusya yakınlaşmasına değiniyor. ABD’de özellikle Trump yönetimi ile beraber ortaya çıkan belirsizlikleri ve bu belirsizliklerin de Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri beslediğini hesaba katmak gerekiyor.
Kapsamlı stratejik ortaklıktan tedirgin bir ittifaka doğru
Çin ve Rusya’nın küresel düzen konusundaki niyetleri açısından ABD’deki Trump yönetimini stratejik açıdan uygun bulduklarına pek şüphe yok. Çünkü Trump yönetimi Çin karşıtı yaklaşımı ve kendi ittifaklarına yönelik yıpratıcı tutumu ile Pekin ve Moskova’ya geniş bir manevra alanı açıyor. Bu manevra alanında iki ülke çok kutuplu bir küresel düzenin hayalini kuruyor.
ABD ne yapacak?
Ancak bu noktada stratejik açıdan uygunluk öne çıksa da Washington’un ne yapacağı konusunda birtakım belirsizlikler mevcut. Ulusal güvenlik strateji belgelerinde Çin ve Rusya’nın rakip devletler olarak vurgulanması ve Çin’e yönelik kuşatma iştiyakı aynı zamanda yeni bir soğuk savaşın işaretleri olarak algılanırken Çin ve Rusya’nın “çok-kutuplu bir sistem” tahayyülüne de zarar veriyor. NATO’nun son zirvesinde savunma harcamalarının artırılması kararını ve yayımlanan bildirgeyi de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Söz konusu bildirgede Çin’e yönelik imalar ve değerlendirmeler dikkat çekiyor.
Çin ve Rusya’nın bu yakınlaşmasında ilişki tarzının çok geniş bir perspektif içerisinde hareket ettiğini belirtmek gerekiyor. Güvenlikten enerjiye, ekonomiden siyasete kadar geniş bir spektrumda kurulan ilişkilerin bir ittifaka dönüşüp dönüşmeyeceği hususunda yorum yapmak için henüz erken ancak şu aşamada bir ittifaktan söz etmek mümkün görünmüyor. Belki tedirgin bir ittifak inşasına doğru yönelen sancılı bir süreç denilebilir. Burada “tedirgin” vurgusunun amacı uluslararası sistemin yoğun bir belirsizlik sarmalı içine girmiş olması ve söz konusu iki ülkenin ilişkilerindeki bir parça “güvensizlik” boyutundan kaynaklanmaktadır.
Şu andaki “de facto” durum iki ülkeye verimli bir esneklik sağlıyor. Netameli konularda kendilerini bağlayıcı bir anlaşma olmadığı için kapsamlı stratejik ortaklık içinde daha geniş bir hareket serbestisi kazanıyorlar. Ancak söz konusu kapsamlı stratejik ortaklığın ABD karşıtı bir hegemonya alanında belirmeye başladığını da belirtmek gerekiyor. Her ne kadar Çin ve Rusya’nın ekonomik ve ticari merkezli ilişkilerinde bu belirleyici bir unsur gibi görünmese de son dönemde özellikle Çin’e yönelik artan baskı ikili ilişkilerde ABD karşıtı bir dinamiği harekete geçirebilir. Çin ve Rusya’nın son dönemde güvenlik alanında artan işbirliği de bu kabarmanın bir işareti olarak okunabilir.
Sonuç olarak Çin ve Rusya arasında gelişen ilişkileri kapsamlı bir stratejik ortaklıktan “tedirgin bir ittifak” inşasına yönelmeye başladığı şeklinde tanımlayabiliriz. ABD’nin Çin’i çevreleme çabalarını, Trump döneminde ortaya koyduğu savruk ve belirsiz stratejik yaklaşımı söz konusu bu tedirgin ittifakın motivasyonu olarak okumak mümkün. İki ülkeyi tarihin bu noktasında “sistemik jeopolitiğin faydalanıcıları” olarak değerlendirirsek küresel düzen açısından belirsizliklerle dolu bir döneme girdiğimiz söylenebilir.