İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Yunan "Kathimerini" gazetesine verdiği mülakatta, Türk-Yunan ilişkileri, Kıbrıs meselesi, Doğu Akdeniz ve sığınmacı krizi gibi konuları değerlendirdi.
Türkiye'nin kendisini ilgilendiren her bölgede sorunların diyalog yoluyla çözülmesi ve barışın hakim olmasını istediğinin altını çizen Altun, "Bu durum, Kıbrıs meselesi için de geçerlidir. Kıbrıslı Türkler, geçmişte yaşanan şiddet olaylarını sineye çekerek, on yıllardır Rumların makul davranmasını bekledi" diye konuştu.
"İyi niyetin bir sınırı var"
Kıbrıs Türkü'nün Annan Planı'na "evet" dediğini anımsatan Altun, "Bana göre, iki toplumun birlikte yaşama ihtimali, Rumların AB'ye alındığı gün bitmişti. Buna rağmen yıllarca iyi niyetle gayret gösterildi. Ancak iyi niyetin bir sınırı var. Artık aynı çatı altında yaşamanın mümkün olmadığını herkes görüyor" ifadesini kullandı.
Altun, bu aşamadan itibaren Ada’daki iki toplumun, ancak iki komşu ülkenin vatandaşları olarak barış içinde yaşayabileceğine işaret ederek, " En gerçekçi çözüm, KKTC’nin güney komşusu ile eşit haklara sahip olduğu, iki devletli çözümdür" dedi.
"Gerginliğin sebebi Türk tarafı değil"
Türkiye'nin, Yunanistan başta olmak üzere tüm komşularıyla iyi ilişkilere sahip olmayı arzu ettiğine değinen Altun, aynı şekilde komşularından da saygı beklediğine vurgu yaptı.
Altun, son yıllarda iki ülke arasında yaşanan gerginliğin sebebinin Türk tarafı olmadığını kaydederek, sözlerine şöyle devam etti:
"Maalesef bazı Yunan politikacılar, Rum politikacılarla birlikte, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını adeta yok sayan, maksimalist iddialar ortaya koydu. Uluslararası hukuka uygun olmayan bu iddiaları, Yunan halkına zaten sahip oldukları bir hak gibi sundular. Aynı zamanda bu iddialarını, AB’nin üye dayanışmasına dayanarak, sonuç almaya çalıştılar. Türkiye de hem kendi hem de Kıbrıslı Türklerin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını korumak için gereken adımları attı. Bugün bu planın inandırıcılığı yoktur. Hakkaniyete de uygun değildir. Dolayısıyla, Yunan tarafından da beklentimiz, artık maksimalist iddialarında ısrar etmeyerek, bölgenin zenginliklerinden birlikte ve barışçıl bir şekilde faydalanmanın yollarını düşünmeleridir."
"Kazan-kazan ilişkisi kurmak için diyalogdan başka yol yok"
Türkiye’nin Yunanistan ile çok büyük, çözümsüz sorunları olduğuna inanmadığını belirten Altun, "Ancak iki devlet arasındaki görüş ayrılıklarını tek başımıza bitiremeyiz. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, diyalog ve uluslararası mahkeme birbirinin alternatifi değildir. Bir kazan-kazan ilişkisi kurmak için diyalogdan başka yol yoktur. Oturup, konuşuruz; anlaşamadığımız bir husus kalırsa, bunu BM Şartı'nda kayıtlı bir mekanizmaya götürürüz. Yani bu iki unsur birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır" değerlendirmesinde bulundu.
Altun, Türkiye'nin, Ege ve Doğu Akdeniz'de haklarını savunmaya çalıştığına dikkati çekerek, şu ifadeleri kullandı:
"Çok açıkça söylemek istiyorum: Ne Yunanistan'ın ne de bir başka komşumuzun haklarında gözümüz yoktur. Maalesef Türkiye konusunda Yunan kamuoyunun doğru yönlendirilmediğini düşünüyorum. Yunan medyasını yakından takip eden biriyim. Gazetelerde sürekli Türkiye'nin Yunanistan'ı işgal etmek üzere olduğunu okuyup, şaşırıyorum. Dolayısıyla genel görüş, her zaman gerçekleri yansıtmayabilir. Kısaca söylemek gerekirse, Avrupa Birliği’nin kömürle yaptığını biz de bölgemizin zenginlikleriyle yapmalıyız. Bu çözüme ancak konuşarak ulaşabiliriz. İşte bu nedenle Yunan tarafının çekingenliğine rağmen ısrarla diyalogdan yana tavır koyduk."
"Ayasofya'nın cami olmasına hükümet değil, mahkeme karar verdi"
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi konusuna da değinen Altun, bu noktada doğru anlaşılmayan hususlar olduğunu söyledi.
Altun, burasının bir kilise olarak inşa edilmekle birlikte, yüzyıllar boyunca cami olarak kullanıldığına dikkati çekerek, buranın müze haline getirilmesinin 70-80 yıllık bir konu olduğunu aktardı.
Bu meselede bir müzenin camiye dönüştürülmesinin söz konusu olmadığını dile getiren Altun, bu kararı hükümetin değil, mahkemenin verdiğine işaret etti.
Altun, Ayasofya'da Müslümanların ibadet etmesinin, buranın insanlığın ortak mirası niteliğini değiştirmediğini belirterek, "Notre Dame Kilisesi'nde ibadet edilmesine 'Dünya Mirası listesinde' diyerek itiraz edebilir miyiz? Ayasofya, Türkiye'nin iç meselesidir. Burada bizim gocunacak, çekinecek bir şeyimiz yok" dedi.
"Avrupa, 15 Temmuz sonrası Türkiye’ye gereken desteği vermedi"
FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin de görüşlerini paylaşan Altun, "Türkiye 15 Temmuz'da çok sıra dışı bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Yunan uçaklarının Atina'yı bombaladığını, tankların arabalarınızı ezerek hareket ettiğini, sokaklarda sivillerin infaz edildiğini hayal edin. Ben böyle bir durumu hiçbir toplumun yaşamasını arzu etmem. Öte yandan 15 Temmuz, Cumhurbaşkanımızın Türk milletine nasıl bir özgüven aşıladığını, halkımızın demokrasiyi nasıl sahiplendiğini göstermiştir" şeklinde konuştu.
Altun, Avrupa'nın, 15 Temmuz sonrası Türkiye’ye gereken desteği vermediğinin altını çizerek, şunları kaydetti:
"Yunanistan'ın sığınma hakkı verdiği darbecileri hatırlayın. Bu kişiler, darbe girişimi başarısız olunca, askeri helikopterle Yunanistan'a kaçtı. Bu darbeciler Türkiye'ye iade edilmediği gibi, onlara siyasi sığınmacı gibi muamele gösterildi. Komşumuz Yunanistan gibi darbe gerçeğini yakından tanıyan bir ülkeden farklı bir davranış beklerdik. Hala da bekliyoruz."
"Türkiye güçlü bir lidere sahip"
Türkiye’nin, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Kafkaslardan Orta Asya’ya, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya kadar birçok bölgede etkin ve yapıcı bir rol oynadığını vurgulayan Altun, şöyle konuştu:
"Birileri Türk Dış Politikası hakkında yıllardır 'eksen kayması' tartışması yapıyor. Bu tür iddiaları ciddiye alanları iki gruba ayırabiliriz: Öncelikle kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye'nin etkinliğinden rahatsızlık duyanlar var. Bunlar ortaya bazı iddialar atıyor. İkinci grup ise bu iddiaların peşine takılan, gerçek dünyayı tanımayanlardan oluşuyor. Biz bu tartışmaları ciddiye alarak, göz önünde bulundurarak hareket etmiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti, köklü bir devlet geleneğine ve güçlü bir lidere sahiptir. Biz işimize bakıyoruz."
"Önemli olan iş birliği alanlarına odaklanmak"
Altun, ABD ile FETÖ ve terör örgütü PKK gibi konularda anlaşmazlıkları olduğunu anımsatarak, şöyle devam etti:
"Türkiye'de darbe yapmaya kalkışan bir teröristin veya vatandaşlarımızı hedef alan bir örgütün 'stratejik ortak' dediğimiz bir ülke tarafından himaye edilmesi elbette yanlış bir politikadır. Aynı şekilde F-35 konusunda yanlış hareket ettiklerini düşünüyoruz. Bu konuda bazı haklarımız var. Aynı şekilde ABD'nin kendi perspektifinden bakarak, mutabık olmadığı noktalar olabilir. Önemli olan sorunlu alanları paranteze alarak, iş birliği alanlarına odaklanmaktır. Bu sadece Türkiye-ABD ilişkileri için geçerli değil. Bugün Afganistan'da birlikte atacağımız adımlar, bunun güzel bir örneği."
Sığınmacı kriziyle ilgili de değerlendirmelerde bulunan Altun, "Düzensiz göçün bir krize dönüşmesi esasen Avrupa'nın strateji ve vizyon eksikliğinden kaynaklanıyor" diye konuştu.
Altun, 2016’da Avrupa Birliği (AB) ile yapılan anlaşmaya işaret ederek, "AB, anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği gibi, Türkiye'nin Suriye'den kaynaklanan göçmen yükününün boyutlarını anlamak istemedi. Peki Türkiye, AB’nin riayet etmediği bir anlaşmanın yükümlülüklerini tek başına nasıl yerine getirsin? Dolayısıyla ortada bir sorun varsa, bunu Brüksel’de aramak gerekiyor" dedi.
"Türkiye, mülteciler konusunda üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi"
Türkiye’nin mülteciler konusunda 10 yıldır üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdiğini aktaran Altun, "Türk halkı bu kadar insani ve ahlaki bir davranış içinde olmasaydı Suriye’nin yarısı Avrupa’da olurdu. Biz sadece bir ev sahipliği yapmadık. Aynı zamanda Suriye’de DEAŞ ve PKK’nın kontrol ettiği yerleri terörden temizleyerek buralarda güvenli bölgeler kurduk" ifadelerini kullandı.
Altun, bu güvenli bölgelerde altyapı, eğitim ve sağlık gibi hizmetler verildiğini belirterek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Biz bu asgari koşulları sağladığımızda zaten yüz binlerce sığınmacı topraklarına döndü. Bu bölgelerde üretim ve ticaret yeniden başladı. Açıkça söylüyorum: Düzensiz göçle en etkin mücadele yöntemi, sorunların kaynağını çözerken, Türkiye’ye destek olmak ve bu desteği de sadece maddi yardıma indirgememek ve insan odaklı düşünmektir. Bunun için de yapılan anlaşmanın güncellenmesi gerekmektedir. Türkiye güçlü olursa Avrupa da güçlü olur. Ama yapısal sorunlara palyatif çözümler getirmeye çalışırsak bu 'kriz' bitmez. Bu yapısal sorunları Türkiye’nin tek başına çözmesini beklemek de hayalcilik olur."