16 Kasım 2024
weather
13°
Twitter
Facebook
Instagram
Türkgün Gündem 'Önce ülkem ve milletim' düsturunun iksiri; milletimizi özümüzden çok sevmemizdir

'Önce ülkem ve milletim' düsturunun iksiri; milletimizi özümüzden çok sevmemizdir

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Prof. Dr. Kamil Aydın, Türk Askerinin Irak ve Suriye'ye sınır ötesi operasyon konusunda Cumhurbaşkanına verilen yetkinin iki yıl daha uzatılmasını öngören Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine Genel Kurul’da MHP Grubu adına 26.10.2021 tarihinde yaptığı konuşma yaptı. Aydın, " 'Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben.' düsturunun iksiri olan yurdumuzu ve milletimizi özümüzden çok sevmemizdir." dedi.

9 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
'Önce ülkem ve milletim' düsturunun iksiri; milletimizi özümüzden çok sevmemizdir

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Prof. Dr. Kamil Aydın'ın konuşması şöyle;

"Temel evrensel bir kriter olmasının yanı sıra hemen hemen tüm felsefe ve inanç sistemlerinde de açıkça öncelendiği gibi insanı makbul, güvenilir ve değerli kılan onun eylemi ile söylemi arasındaki denge ve ahenktir. Olması gereken bu söz ve eylem uyumunun önemini ifade eden çok veciz sözler bulunmaktadır. Örneğin "Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol." ya da "İnandığın gibi yaşamıyorsan yaşadığın gibi inanmaya başla." veya "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz." Bunlar sadece saydığımız birkaç örnektir. İnsanlardan beklenen bu ideal tavır aslında benzer yapılar olan devletlerden de beklenmektedir. Yani, bir devletin de güvenilir olabilmesi için eylemi ile söylemi arasında çelişkiler taşımaması gerekmektedir.

Şimdi, bizim de parçası olmaya çalıştığımız veya hâlihazırda olduğumuz birçok uluslararası yapının söylem olarak demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, barış, inanç ve düşünce özgürlüğü gibi birtakım ideal kuram ve kavramları sürekli dile getirirken öte yandan, uygulama söz konusu olduğunda pek de böyle olmadıklarını yaşadığımız tarihi geçmişimiz bize göstermektedir. Somutlaştırmak gerekirse, şayet söylemlerinde samimiyet söz konusu olsaydı dünden bugüne sömürgecilik, işgaller, savaşlar, nükleer silahlanmalar, küresel iklim değişiklikleri, açlıklar, susuzluklar, yoksulluklar, kan ve gözyaşı olmazdı ama oldu. Çünkü eylemler söylemleri maalesef gölgede bıraktı.

Bunu neden söyledik? Dilimize pelesenk olmuş güzel bir söz var: "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı." Şimdi, buradan hareketle, bizi güvenlikçi politikalardan dolayı suçlayan ülkelerin savunma, güvenlik ve silahlanma bağlamlı yatırım, ihracat ve ithalat rakamlarına bakalım. Gördüğümüz tablo açık ve nettir. 2021 uluslararası güvenlik raporlarına göre, dünyada en fazla askerî harcama yapan ülke sıralamasına şöyle bir göz attığımızda ilk başta Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Rusya, Hindistan ve Fransa gelmektedir. ABD'nin 2020 askerî harcamaları yüzde 4,4 artarak 778 milyar dolara ulaşmıştır. Bu, 2021 için de üç aşağı beş yukarı aynıdır. Çin'in harcamaları ise yaklaşık olarak yüzde 2 artarak 252 milyar dolar seviyelerindedir.

Öte yandan, acil ihtiyaç duyup üretmeyi başardığımız bazı sofistike savunma sanayi ürün ve araçlarından dolayı duydukları hayal kırıklığı, kin ve nefretten mütevelli ülkemizi güvenlikçi politika yapmakla ve Asya, Afrika ticari ilişkilerinde savunma sanayi bazlı ticari hamlelerimizi eleştirenlere cevaben şunu ifade etmekte yarar vardır: Amerika Birleşik Devletleri 2016 ve 2020 yılları arasında en fazla silah ihracatı yapan ülke olurken küresel ihracattaki payı yüzde 37'dir. Rusya yüzde 20 ve Fransa yüzde 8,2'lik oranlarla onu takip eden 2 diğer ülkelerdir.

Aynı dönemde en fazla silah ithal eden ülkeler sıralamasına bir göz attığımızda ise ne gariptir ki yüzde 11'lik oranla Suudi Arabistan, yüzde 9,5'le Hindistan ve 5,8'le Mısır gelmektedir.

Şimdi, saygıdeğer milletvekilleri, silah sanayi üretimi, ihracatı ve ithalatı oranlarıyla jeopolitik risk oranları arasında bir bağlantı kurarak değerlendirme yaptığımızda gördüğümüz manzara Türkiye'nin coğrafi konumu ve komşuları itibarıyla taşıdığı güvenlik riskleriyle savunma harcamaları, savunma ürünü ihracat ve ithalat oranları arasında uçurum bulunmaktadır, diğerlerine kıyasladığımızda. Yani daha somutlaştırmak gerekirse, İsrail, İngiltere, Avusturya ve Kanada'nın dahi gerisinde kalmaktayız. Bunu rakamsal ifade ettiğimizde, 18 milyar dolara tekabül eden sadece 2,8 oranından bahsediyoruz ve ülkeler arası sıralamada da 16'ncı sırada bulunmaktayız. Bu gerçekçi manzara karşısında Hükûmetin güvenlik ve savunma sanayi üretimi ağırlıklı ticari anlayışını suçlamak tam bir tutarsızlıktır.

Bu konuda yapılan bilimsel bir çalışma benzer çıkarımlarla şöyle demektedir: "Tehdit algısını yüksek hisseden ülkeler ile hegomonik güç elde etmek isteyen ülkelerde savunma sanayi önem kazanmaktadır."

Dünya savunma sanayisi ve üretiminin büyük bir bölümü gelişmiş bir kaç ülke tarafından gerçekleştirilmektedir. Diğer bir ifadeyle, dünyadaki büyük 100 savunma sanayi firmasının maalesef 43'ünü Amerika Birleşik Devletleri yönetmekte, deruhte etmektedir. Bununla birlikte, kötü komşu ev sahibi yapar misali, Türkiye gibi savunma sanayinde yer edinmek isteyen ülkeler grubu da bu sürede ortaya çıkmıştır.

Bugün ülkemizin coğrafi haritasını şöyle önümüze koyup stratejik bir tefekkürde bulunduğumuzda, uyku orucunda olmamızın kaçınılmaz olduğunu açıkça görmekteyiz.

Yani kara ve deniz sınırlarımız ışığında değerlendirildiğinde, doğrudan etkilenip ağır bedeller ödediğimiz sorunların yanı sıra, komşularımızın kendi içlerinde yaşadıkları sorunlardan veya yan etkilerinden payımıza düşeni aldığımız açık bir gerçektir. Yapılan tüm uluslararası toplantılarda yoğunluklu olarak öne çıkarılıp tartışılan ve topyekûn mücadele edilmesi öngörülen küresel sorunlar arasında farklı biçim, yöntem ve formatta hâlâ iğrenç varlığını sürdüren terör, maalesef önceliğini muhafaza etmektedir. Bizim de doğrudan veya dolaylı etkilendiğimiz sorunların başında, bölgedeki varlığımızı, egemenliğimizi ve demokratik yapımızı tehdit edici ve yıkıcı amaca matuf her türlü terör saldırıları gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, yurt içinde kırk yıla yakın uzun bir süredir milletimizin canına, malına, birlik, beraberlik ve kardeşliğine kastederek Türkiye'yi istikrarsızlaştırılıp itibarsızlaştırmaya yönelik, başta PKK ve türevi terör örgütleri olmak üzere, her türlü terörist yapının içeride ve dışarıda alçak saldırılarının ağır faturaları bizleri derin bir üzüntüye gark etmektedir. Buna bağlı diğer öncelikli bir sorun da komşu ülkelerde meydana gelen iç karışıklıklar ve akabinde kaybolan emniyet, güvenlik ve ekonomik sıkıntılardan doğan güç sorunudur çünkü bölge ülkeleri için sığınılacak tek güvenli liman Türkiye'dir.

Bu genel değerlendirme ışığında Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak gündemimize aldığımız tezkerenin 3 boyutlu yani ulusal, bölgesel ve küresel savunma ve güvenlik ihtiyacından doğmuş bir zaruret olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü uluslararası ilişkilerin ve hareketliliğin ivme kazandığı bu yüzyılda "Bekle, gör." veya "Bana değmediği sürece bin yıl yaşasın." politikalarının artık ne sahada ne de masada geçerli bir yaklaşım olmadığı açık ve nettir. Diğer bir ifadeyle, taciz ve saldırıların vuku bulmasını beklemeden potansiyel tehdit, tahrik ve riskin oluştuğu her yerde proaktif davranılıp etkisizleştirilmesinin 21'inci yüzyıl savunma ve güvenlik stratejisinin özünü oluşturduğunun farkında ve Allah'a şükür millet olarak bilincindeyiz.

Bugün, Türkiye Cumhuriyeti devleti de buna mukabil bir tutum sergileyip proaktif davranarak yaklaşık kırk yıldır milletimizin yurt içinde ve yurt dışında canına musallat olmuş PKK ve türevleri başta olmak üzere her türlü terör örgütleriyle köklerinin kazınması suretiyle kahramanca mücadele etmektedir.

İnisiyatif alıp proaktif davrandığımız diğer önemli bir mesele de Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkaslar üçgeninde hem karada hem de mavi vatanda kuşatmaya alınıp etkisiz kılınmaya yönelik oldubittilere karşı gösterdiğimiz millî refleksimizdir. Bu bağlamda kabullendiğimiz stratejimizin azim ve kararlılığımızın yegâne ilham kaynağı, Milliyetçi Hareket Partisi olarak içselleştirdiğimiz "Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben." düsturunun iksiri olan yurdumuzu ve milletimizi özümüzden çok sevmemizdir. Bu iksirin gücüyle elde edilen iki bin üç yıl yıllık kadim Türk devlet aklı, sırtlanlar kavşağı diyebileceğimiz bu zor ve bir o kadar da büyük ehemmiyeti haiz coğrafyada varlığını sürdürme adına güçlü stratejilerle ayakta kalmayı başarmıştır. Bu güçlü stratejik müktesebatıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, 2016-2020 yılları arasında sırasıyla Fırat Kalkanı Harekâtı, İdlib operasyonu, Zeytin Dalı Harekâtı, Barış Pınarı Harekâtı ve Bahar Kalkanı Harekâtı'yla sınırlarımızı başta PKK/PYD-YPG ve IŞİD terör örgütlerinden temizleyerek güney sınırımızı güvenceye almak ve olası kitlesel göçlerin önüne geçmeyi amaçlamış ve bunda da çok şükür başarıya ulaşmıştır. 

Bu başarının altında yatan yüce gerçek ise, millet ve onun kolektif kurumsal yapısı, devletin ebet müddet varlığını idamesi bağlamında, yani vatan savunmasında ikircikli, pısırık, ezik ve teslimiyetçi davranıp yıldız misali parlayıp sönmekten ziyade, gayrısını teferruat sayıp muhtaç olunan kudretin varlığına sonuna kadar sığınarak yalpalamadan ve arkaya bakmadan Kızılelma'ya yürüyüp dönmeme iradesidir. İşte bunu başaranlardır nesilden nesile, dilden dile anılanlar.

Bunu şair çok net ve güzel bir şekilde ifade etmiş dizelerine dökerken:

"Bu vatan toprağın kara bağrında,

Sıradağlar gibi duranlarındır.

Bir tarih boyunca onun uğrunda,

Kendini tarihe verenlerindir."

Bu vesileyle, vatan savunmasında sıradağlar gibi durup kendini tarihe veren aziz şühedaya rahmet ve selam olsun diyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak tezkerenin lehinde amasız, fakatsız, hiçbir mazerete sığınmadan şartsız, şurtsuz kabul oyu vereceğimizi ifade ediyoruz. Bunu açık ve net bir şekilde hem şühedaya olan saygımız gereği hem de vatan ve millete olan bağlılığımız, bu noktadaki sorumluluğumuz gereği ifade ediyorum.

Son zamanlarda malumunuz hem "soft" hem de "hard power" dedikleri yani yumuşak ve sert güç noktasında bir denge mücadelesi sürüp gitmektedir ama maalesef özellikle dışarıdan verilen sufleler ışığında gerçekten maksadını, ölçüsünü aşan birtakım suçlamalara tanıklık ettik son günlerde. Bunların hepsi son birkaç yıldır Türkiye'nin özellikle savunma sanayisinde katettiği mesafelere bir ket vurma noktasında engel teşkil eden hamlelerdi. İşte, bunların en sonuncusunu da 10 büyükelçi üzerinden verilen bildiride çok net bir şekilde gördük ama hazin olan şu ki, üzüldüğümüz nokta şu ki: Bu Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi ulvi çatının altında aidiyetimizin sadece bizi seçip buralara gönderen aziz milletimize ve onların ali menfaatlerine yani çıkarlarına olması gerekirken biz; tam tersine, kraldan çok kralcı bir üslupla bu beyannameye taraf çıkıp haklılığını savunmaya başladık. Hatta, bu bağlamda, birileri maksadını aşarak, ölçüyü daha da kaçırarak bize aba altından sopa gösterip bir de "Elçiye zeval olmaz." mesajları verdiler. Şimdi ben buradan sesleniyorum: Evet, elçiye zeval olmuştur, açık ve net söylüyoruz. Elçiye nasıl zeval olmuştur? Verilen bildiri daha sonra net bir şekilde inkâr edilerek -bir şekilde- özür dileme mahiyetinde yeni bir ifadeye matuf kılınmıştır.

Yani "Elçiye zeval olmaz." korkusuyla gerçekten Türk siyasetinde bir kaos arayışı içerisinde bir pozisyon bulmaya çalışan birilerine biz de bu yüce Meclisin kürsüsünden net bir şekilde ifade ediyoruz ki: Evet, zeval olunan da zeval eden de aynı tesimdedir, aynı taraftadır diyorum ve bu duygu ve düşüncelerle bu tezkerenin milletimize, devletimize, vatanımıza hayırlara vesile olmasını diler, yüce heyetinizi en kalbî duygularımla, saygılarımla selamlarım."

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *
Altın fiyatları düşüşe geçti! Gram ve çeyrek altın ne kadar oldu? 27 Ekim 2021 altın fiyatları

Altın fiyatları düşüşe geçti! Gram ve çeyrek altın ne kadar oldu? 27 Ekim 2021 altın fiyatları