Neil Postman, "Öldüren Eğlence-Televizyon" isimli kitabında pek çok şey anlattığı gibi iki eserin mukayesesini de yapar. Bunlardan biri, George Orwell’ın '1984' isimli eseridir; diğeri ise Aldoux Huxley’in 'Cesur Yeni Dünya'sı!

Orwell’ın 1984’ü, toplumun "Big Brother" isimli bir otorite tarafından baskı altına alındığını, toplumun nasıl düşünmesi, nasıl eğlenmesi gerektiğine bu büyük otoritenin karar verdiği Okyanusya isimli bir ülkeyi anlatır.

Aldoux Huxley’in 'Cesur Yeni Dünya'sı, '1984' romanının tam zıddıdır. Bu kez toplum uykuda değiştirilmiştir; evet uykuda. Öyle ki toplumun yaşama amacı sadece eğlenme, haz alma, mutlu olma etrafında şekillenmiştir. Kutsal değer diye bir şey yoktur; din, felsefe, geleneksel dayanışma hak getire. Bu kez otorite, "big brother" değil, insanın içindeki haz duygusudur.

Neil Postman, kitabında insanların toplu halde pür mutluluğu arama yolunda bir tükenişe doğru gittiğini ifade eder. Amerikalı düşünür, televizyonun insan hayatındaki erozyon etkisinin üstünde durur.

Televizyonun, etkisini eskiye oranla kaybettiği sosyal medyanın ise toplum tarafından büyük bir iştahla takip edildiği bir dönemdeyiz.

İşte tam bu noktada Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın fikri keşifleri öne çıkıyor. Baudrillard’ın görüşleri sosyal medyanın giderek insanları gerçeklikten kopardığı, medyatik kurgunun gerçekliğin yerini aldığını söylemesi dikkat çekicidir. Fransız fikir adamına göre gerçeklikten kopuşun sadece birey hayatını değil politikadan, sanata toplumu ilgilendiren bütün alanlarda yaşandığını, gerçeğin yerini sanal hayatın aldığını ifade etmesi ürkütücüdür.

Şöhret tutkusu, tanınmak, bilinmek arzusu toplumun ekseriyetinde görülmekte değil midir? Facebook, İnstagram, Twitter zeminlerinde hakikatin yerine kurgunun geçtiğini an be an görmüyor muyuz?

İfşa etme, gösterme, bireysel varlığını öne çıkarma duygusuyla cep telefonları ekranlarından çılgıncasına dünya kurma eylemleri sık sık yaşanmıyor mu?

Bir değerler yokluğu ile karşı karşıyayız.

Bilgiyi önemsemeyen ama bilgisayarı elinden düşürmeyen toplumun uyanık kalması mümkün mü?

Bir dijital uyku hali yaşıyoruz.

Aldoux Huxley’in, toplumun dönüştürüldüğü evre olarak belirttiği uyku hali üzerinde durmak gerekir.

Tam da burada aklıma Dede Korkut’un "Oğuz’un Uykusu" tanımlaması geliyor. Oğuz’un tamam bilicisi Dede Korkud, neredeyse bütün destanlarında bu uyku halinin esarete giden yolunu anlatır.

Klasik şairlerimizden Bali, bir şiirinde şöyle der;

"Hab’ı naz-ı gözünün Bali’ye bir şive mi ya

Dide-i baht-ı siyahun Oğuz uykusu mudur?"

Bu uykudan uyanmak, hakikati yaşamak, gerçek dünyayı kavramak durumundayız. Bile isteye girdiğimiz bu uyku hali değerlerimizi aşındırıyor. Ana haberlere konu olan olaylar seri ve sıra haline gelmedi mi? Denetimsiz televizyon yayınlarının başlattığı bu sanal uyku sebebiyle anlık keyiflerin toplumsal birikimi bir süre sonra sıradanlaşmaya sonunda patlamaya sebep olmuyor mu?

Durup, düşünmenin ve neyi eksik yapıyoruz demenin tam da zamanıdır.

Değerlerimizi yeniden canlı kılmak için milli eğitimden, politikaya, ruh dünyamızdan, aile hayatımıza kadar yeniden idrak iklimine dönmeliyiz.

Sanal uyku küçük ölümden, esarete giden süreçtir.

Dede Korkut Ata da böyle söylüyor, dünyevi düşünce adamları da.