İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinden beri Filistin’e yönelik işlediği soykırım suçları ile beraber Kızıldeniz ve çevresinde özellikle de ABD ve İngiltere’nin oluşturmaya çalıştığı gündem Orta Doğu’daki iklimi gergin hale getirirken, İsrail’in Suriye’deki İran Büyükelçiliği’ne saldırmasıyla başlayan süreç, bölgenin şartlarını daha da kızıştırmaya koyulmuştur.

İsrail’in 1 Nisan’da İran Büyükelçiliği’ne yönelik saldırısı sonrası İran tarafı İsrail’e sert cevap vereceğini duyurmuş, nitekim 13 Nisan’ı 14 Nisan’a bağlayan gece 100 balistik füze, 30 seyir füzesi, 170 İHA ile misilleme saldırısı gerçekleştirmiş, neticesi ise tam bir fiyasko olmuştur. İran saldırılılarında tek bir kişinin bile burnunun kanamaması ayrı bir tartışma konusu iken İsrail’in bu saldırıya karşılık vermek adına hazırlıklarını tamamladığı ve İran’a saldıracağı yönündeki iddialar ise gündemde tazeliğini korumaya devam etmektedir. Hem İran’ın hem de İsrail’in birbirlerine karşı saldırıda bulunacaklarını hemen her mecrada açıkça dile getirmeleri; düşmanlıktan çok karşılıklı çıkarlar uğruna birbirlerine “biz sizin işaret ettiğiniz yerlere saldıracağız, tedbirinizi alın” uyarısından başka bir anlam ifade etmemektedir. Zira her iki devletin de Orta Doğu’daki varlık sebepleri yine birbirleri üzerinden yürüttükleri “yapay düşmanlık” algısıdır. İran’a olan düşmanlık İsrail’e sınırsız ABD kredisi sağlarken İran’ın İsrail’e olan düşmanlığı ise bu ülkeye Orta Doğu’da terör örgütleri üzerinden alan açmakta ve hareket kabiliyeti kazandırmaktadır.

İsrail’in İran Büyükelçiliği’ne saldırmasıyla başlayan süreç İran’ın başarısız misillemesi ile Orta Doğu’da yeni bir savaş iklimi riski tartışmalarını başlatmış, ABD’nin de tüm imkanları ile İsrail’e destek vereceğini açıklaması ise hadisenin arka planı ile ilgili mesajı net bir şekilde açık etmiştir. İsrail ve İran arasındaki gerginliğin danışıklı olarak tırmanmasıyla beraber esasında her iki taraf da kendi çıkarları açısından yeni kazanımlar elde etmiştir. İran, Şam Büyükelçiliği saldırısı sonrası terör örgütleri açısından sarsılan imajını toparlamaya koyulmuş İsrail ise Filistin’de yaptığı soykırım sebebiyle üzerinde oluşan uluslararası baskıyı azaltarak zaman kazanma fırsatını yakalamıştır. Öyle ki karşılıklı saldırılar neticesinde Filistin’deki İsrail soykırımı gündemdeki yerini İsrail-İran gerginliğine bırakmış, Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail’in yargılanması yönünde aldığı karar unutulmuştur. Diğer yandan Avrupa’da son dönemde yükselen “NATO-Rusya Savaşı yaklaşıyor” söylemleri geri planda kalırken Rusya-Ukrayna arasında devam eden savaşın seyri ise tamamen iki taraf arasında kısıtlı kalmıştır. Bunlarla beraber Asya-Pasifik bölgesi gerginliği ise neredeyse anılmaz olmuştur.

İsrail-İran gerginliğinde olayın bir diğer boyutu ise Türkiye’nin bölgedeki etkinliği ile doğrudan alakalıdır. Zira Türkiye’nin özellikle de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle beraber elde ettiği kazanım ve kabiliyetler ile hem bölgesel hem de küresel anlamda eriştiği seviye, ülkemize yönelik tarihi ya da konjonktürel olarak hasımlık güden çevrelerin tamamında rahatsızlığa sebep olmuştur. Son dönemde çağımızın bir gerçekliği olan “ekonomik ve ticari koridor” çalışmaları hız kazanırken küresel sistemin içerinde bulunduğu şartlar itibarıyla; bulunduğu konum, Ankara merkezli bakış açısı ile insanı temel alan, barış, huzur ve istikrarı önceleyen politikaları, gerek bölgesel gerekse de küresel sorunların çözümü noktasında üstlendiği kilit rol ile Türkiye, Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e dünyanın merkezi haline gelmiştir. Bu kapsamda Türk kapısı olarak da adlandırılan Zengezur Koridoru’nun hayata geçirilmesinin kaçınılmaz bir gerçeklik haline gelmesi, diğer yandan da “Kalkınma Yolu” projesinde ciddi mesafelerin kat edilmiş olması ABD’nin başını çektiği bazı çevreler ile hem İran’ı hem de İsrail’i oldukça huzursuz etmiştir. Türkiye’nin “Kalkınma Yolu” projesi kapsamında Irak ile yürüttüğü işbirliği ile atılan somut adımlar ve terörü sınır ötesinde de bitirmek adına gösterdiği kararlı duruş, karanlık çevrelerin ülkemize yönelik yürütmeye çalıştığı kirli emelleri de boşa düşürmektedir. Yine Türkiye’nin önümüzdeki yaz aylarında gerçekleştirmeyi planladığı sınır ötesi harekat için kararlılığını gösterdiği bir süreçte Orta Doğu’da İran-İsrail geriliminin tırmanması dikkatlerden kaçmamıştır.

Bölgenin tartışmasız en güçlü devleti olarak Türkiye’nin, Kudüs’ün emanetine sahip çıkacak, Irak’taki Türkmen kardeşlerimizin haklarını koruyacak imkan, kabiliyet ve kudrete sahip olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır.