Sol-liberal denkleminde CHP ve eylemler

Sol gelenek içerisinde yer alan hem küresel hem yerli aktörler, yıllarca söylem olarak dayandıkları “işçi sınıfı” argümanını neo-liberal politikalarla kaybedince yeni bir yoksunluk söylemi inşa etmektedirler. Bu, cinsiyet mevzusundan hareketle LGBT’ye ve haklar söyleminden hareketle, Hayvan Hakları söylemine varmaktadır. Fazlasıyla popüler ve çok farklı arka planı olan bu konular çerçevesinde politika üretmeye çalışmakta ve bunlarla Türk toplumuna ulaşmayı amaçlamaktadırlar. Çeşitli küresel güç odaklarının kendi çıkarları doğrultusunda destekleyerek marjinallikten çıkarıp kitlelerin ortak ve en büyük problemi şeklinde sunmasıyla gündemden düşmeyen LGBTQ+ ve cinsiyet kimliği propagandalarına maruz kalan bireyler, aile bağlarına yabancılaşmakta ve yalnızlık sarmalına düşmektedirler. Bu politikaların değirmenine su taşıyan sol gelenek ise yaşanan problemlere kalıcı çözümler üretmek yerine verdiği destekle problemleri iyice derinleştirmektedir. Kuşkusuz görmek sadece bir duyu işi değil aynı zamanda zihniyet ve değer meselesi olduğu için de sol geleneğin mevcut problemlerle alakalı bütün söylemleri popülist ve sığ kalmaktadır. Yıllarca kendilerine işçi sınıfı retoriğini sermaye olarak belirlemiş olan Sosyalist-Marksist hareketler artık bu söylemin pratik geçerliliğini kaybetmesinin bir sonucu olarak küresel bir dayatma şeklinde ortaya çıkan ve LGBTQ+ şeklinde formülize edilen ve evrensel olarak insanlığın en temel değerlerine aykırı cinsiyetçi/cinsiyetsizleştirici yeni ideolojiyi benimsemişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrası sol ve liberal değerler birbirine yaklaşmış ve özellikle günümüzde artık birbirine karışmıştır. Bahsedilen örneklerde görüldüğü gibi solun eşitlikçi iddialarıyla liberalizmin sınırsız özgürlüğü savunan bakış açısı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de marjinal grupların taleplerini savunma noktasında bir araya gelmiştir. Hatta uç konularda liberallerin etkisinde kalarak gerçeklikten uzaklaşan sol gelenek artık toplumsal meselelere yönelik çözüm önerisi sunmaktan da aciz duruma düşmüştür. Dünya’da sağlıklı suya, gıdaya erişim sorunu yaşayan, yaşam enerjisini kaybetmiş milyarlarca insan varken, aşırı çevreci politikaları savunmak, marjinal cinsiyet meselelerini büyük bir sorun olarak sunmak, cinsellik hakkında sınırsız ütopyalar çizmek gibi aşırı liberal-bireyci politikalara savrulmalar küresel bir gerçekliğe dönüşmüş durumdadır. Liberal bireyci politikaların gelişmekte olan ülkelerde sol tarafından benimsenmesi ise, solun toplumcu niteliğini zayıflatmakta, sosyal demokrat bakış açısının içini boşaltmakta ve işçi, emek, yabancılaşma gibi kendi kavramsal dünyasını tam olarak kaybettiğini göstermektedir.
Bu karışmış iç içe geçmiş liberal değerleri sosyalist ve Marksist hareketlerin sahiplenmesinde çeşitli nedenler söz konusudur. Bunlardan ilki bu söylemi küresel sermaye gruplarının desteklediklerini erken fark etmişlerdir. Sosyalist kimlik içerisinde her zaman kapitalist olma arzusunu saklayan bu hareketler, söylemin küresel gücünü fark ettikleri için hemen güçten yana tavır almışlardır. Bu söylemler için eylem yapan, sokaklara çıkanlar ise sadece üst aklın araçları olmaktan kurtulamamaktadırlar. Onlar bu durumun arka planından habersiz kişilerdir ya da Marksist, Leninist sloganlar atarken kapitalist bir ortamın ve aygıtın ne kadar içinde olduklarını fark edemeyecek düzeyde gerçekle bağlarını koparmışlardır.
İkinci olarak seküler dünyalarıyla, dünyevi yaşamlarıyla ve keyfi davranışa verdikleri kıymetle bu söylem örtüşmektedir. Çünkü özgürlük adına bütün söylem, talep ve eylemleri, özgürlük-sorumluluk anlayışına dayanan etik-politik içerikten uzak, başıboşluk ve aylaklık hayat tarzına daha yakındır. Sonuç olarak, sol ideoloji, aşırı bireyciliğe ve gerçeklikten kopuk popüler akımlara kapıldığı için kendini yeniden üretememekte; liberal değerlerin erken doyum hali de hem liberal hem sol düşünceyi içerik üretemez hale getirmektedir.
Tam bu noktada Türkiye’de CHP ortaya çıkıyor. CHP kendini siyasetin solunda tanımlıyor ama solun temel hassasiyet olarak kabul ettiği ideolojik kavramsal çerçeveye çok uzak düşüyor ve dayandığını iddia ettiği siyasi geleneğin dışında politika üretmeye çalışıyor. Kapitalist sömürüye karşı çıktığını zaman zaman söylemekle birlikte CHP, kapitalist sömürge sisteminin tam merkezinde konumlanıyor. İşin ironik tarafı ise eleştirdiği sistemin basit bir aygıtı durumuna düşmüş olmaktan da rahatsız görünmüyor. Bir yandan devrimcilik iddiasıyla Türk solunu temsil etme söylemini elden bırakmak istemeyen CHP’nin diğer yandan aşırı liberal politikalara göz kırpma, hatta basbayağı büyük kapitalist sermayeye eklemlenme çabası çoktan beri gözden kaçırılacak düzeyin ötesine geçmiştir. Nitekim mevcut durumda CHP gerçekliği tüm bileşenleri ile birlikte yerel fırsatçılığı ve uyuşmazların çıkar birlikteliğini temsil etmektedir. Kendini yeniden üretemeyen ve sol geleneği temsil ettiğini iddia eden CHP, Saraçhane gibi benzer sokak olaylarıyla fırsatçılıktan uzak duramadığı için hizmete dönüştüremediği toplumsal tercihi temsil etme yeteneğini de kaybetmektedir. Hizmet ve temsil noktasında zaafının farkında olan parti sokak eylemleriyle vicdan rahatlatma süreci yaşıyor. İdeolojik birikimi ve duyarlılığı konjonktür (bugünkü dünya durumu) gereği zayıf olan, sanal ve gerçek ayrımı konusunda henüz hayatı deneyimlememiş bir kısım genci, biraz agnostik, biraz nihilist kuşağı da bu eylemler sayesinde sokağa çekebiliyor. Aslında kamuoyuna birer araç gibi sunulan bu kitlesel eylemler artık bir hedef haline geldiği için sokak eylemleri anayasal hak idealarının tümüyle dışına çıkmış. Gerek CHP gerek aşırı liberal politikaları savunan karmaşık yapıya sahip gruplar (Marjinal gruplar, örtülü kimlikler, LGBT hareketi, sokak hayvanları savunucuları vb.) bu eylemleri siyasi tepki gösteren veya kamuoyu oluşturan sivil toplum hareketleri olarak görmüyor ve değerlendirmiyorlar sadece sunumu sosyal medya üzerinden bir sivil toplum tepkisi gibi yapıyorlar. Bu eylemler yeni nesilleri Protest yaklaşımlara aşina kılmak, çatışma kültürünü kanıksatmak, kuşaklar arası bağı ve iletişimi sağlamak, aslında bir araya gelmesi mümkün olmayan grupları ortak bir düşman yaratarak bir araya getirmek gibi amaçlara yönelik çalışmalar olarak görülüp, tanımlanıp, açıklanabilir berraklıkta gerçekliklerdir.
Aslında bu eylemler yani Gezi ve Saraçhane olayları serinkanlı bir bakış açısıyla analiz edildiğinde özelde gençlerin, genelde de protestocuların ortaya konulan bir vizyonun öznesi değil iddia ettiğimiz sürecin araçsallaştırdığı nesnesi konumunda bulundukları net bir biçimde görülmektedir. CHP’nin ortaya koyduğu ve koyabileceği bir medeniyet tasavvurunun yokluğu, böyle bir endişesinin ve oluşturmak gibi bir kaygısının da bulunmaması sadece araçsallaştırılan gençlik için değil, devlet ve millet hayatı için de doğrudan bir zarara dönüşmektedir. Gezi olayları ve günümüzdeki benzer eylemler, Türkiye’de yaşayan bazı solcular için bir katarsis (arınma-rahatlatma) işlevi görse de bunun, kalıcı bir siyasal değişim üretmeyeceği açıktır. Bununla birlikte sol bilincin dejenere olmuş halinin siyasi istikrara ve toplumsal barışa ciddi zararlar verdiği de yadsınamaz bir gerçekliktir.