Salih Tuna, önceki gün hayatını kaybeden Cüneyt Arkın'ın müthiş sırrını köşesine taşıdı. Tuna, Sabah gazetesindeki yazısında, "Şaşacaksınız ama söyleyeyim" deyip o sırrın ne olduğunu açıkladı. İşte o dikkat çekici yazı:
"Cüneyt Arkın'ın cenaze namazı Teşvikiye Camii'nde değil de Fatih Camii'nde kılınsaydı ne olurdu?
Ben söyleyeyim:
Mutat olduğu üzre cenazesi Teşvikiye'den kaldırılan diğer ünlü "sanatçılardan" kesinlikle farklı olurdu.
En azından, çok çok daha büyük bir kalabalık iştirak ederdi.
Zira Nişantaşı / Teşvikiye / Beşiktaş ne kadar üzgünse, Fatih / Eyüp / Esenler o kadar ağlıyor!
Kimle konuştuysam ruhuna Fatihalar okuyor, rahmet diliyor.
Peki, Cüneyt Arkın ne yaptı da toplumun tüm katmanlarının bu denli ortak sevgisine mazhar oldu?
Nasıl bir duruş sergiledi ki, "endişeli modernler" ile "endişeli muhafazakârlar" omuz omuza yas tutuyorlar?
Nedir bunun sırrı?
Şaşacaksınız ama söyleyeyim: Yatarken başucuna koyduğu ekmektir. Evet, bildiğiniz ekmek.
"Ne alaka?" deyip kestirip atmayın; anlatacağım, sabredin.
***
Cüneyt Arkın şöhret olmadan evvel yaşadığı "yoksulluğu" bir televizyon programında şöyle anlatmıştı: "Ben çok açlık çektim. Yüce Allah hiç kimseyi aç bırakmasın (...) Açken rüyanızda ekmek görüyorsunuz... O açlık günlerinden sonra ben ne kadar şöhret olursam olayım, yatarken başucumda daima ekmek vardı..."
Burada biraz soluklanıp kendimize şunu soralım:
Fırınları satın alacak kadar para kazanan ve şöhreti ülke sınırlarını aşan bir aktörün yatarken başucuna ekmek koyması neyin göstergesidir?
Tamam, "Ekmek Mushaf çarpsın ki..." diye yemin eden, ekmeğe, Kuran-ı Kerim'le birlikte anacak kadar "kutsallık" atfeden bir geleneğe mensup olduğunun göstergesidir... Tamam, iliklerine kadar işleyen açlık korkusu yaşadığının ifadesidir. Ki başucunda ekmekle uyumanın anlattığı "açlık", bence Knut Hamsun'un "Açlık" romanından daha yakıcıdır...
Lakin tüm bunların ötesinde bir başka anlamı daha vardır başucuna koyduğu ekmeğin.
O da geçmişini unutmama bilincidir...
Ekmek namustur.
Ancak namuslu insanlar geçmişini unutmaz, dahası aslını inkâr etmez.
Merhum Cüneyt Arkın, İstiklal Harbi Gazisi babası merhum Hacı Yakup Bey ile merhume annesi Hacı Halise Hanım'ın oğludur.
"Geçmiş" dediğimiz de aileyle sınırlı değildir. İçine doğduğumuz milletin ta kendisidir. Seyit Onbaşı'dır, Nene Hatun'dur. Hülasa, bu toprakları "Darül İslam" (İslam Ülkesi) yapanlardan İstiklal Savaşı'yla müstevlilerden kurtaranlara kadar tüm kahramanlardır.
Cüneyt Arkın antiemperyalist, vatansever, namuslu bir aydın sanatçı olarak her daim bu aziz milletin yanında yer almıştır.
Mensubu olduğu milletin özgüvenini sistemli bir şekilde yok etmeye çalışan "kara siyasaya" karşı, Malkoçoğlu/Battal Gazi serileriyle özgüven "aşılamıştır".
***
Söz konusu kahramanlık filmleri üzerinden Cüneyt Arkın'ı yıllar yılı aşağılamaya çalışan alinasyonla malul sol, bugünlerde Cüneyt Arkın'a sahip çıkmak için sosyal medyada algı faaliyeti yürütüyor.
Sahip çıksınlar. Hatta cibilliyetleri elverirse onun gibi olmaya çalışsınlar, fakat beyhude kendilerini paralamasınlar!
Hele hele algı marifetiyle kendilerine benzetmeye çalışmasınlar.
Malkoçoğlu'yla nasıl dalga geçtiklerini hadi yok sayalım. Mülteci bir Türk'ün dramını anlatan "Güneş Ne Zaman Doğacak" (1977) filminin gösterildiği tüm sinemaları "solculuk/devrimcilik" adına yaktıklarını da unuttuk diyelim.
Daha dün "Zulüm 1453'te başladı" diyenleri ne yapalım?.. Cüneyt Arkın aynı zamanda, "Fatih'in fedaisi Kara Murat"tır.
Türk milletinin başı sağ olsun. Sonsuz rahmet olsun."