Anadolu Ajansı 15 Temmuz 2019 tarihinde; İstanköy ve Rodos’taki Müslüman Türk azınlığa ait İstanköy İslam Vakfı arazilerinin Yunan Hükümeti tarafından satıldığı yönünde bir haber yapmıştır. Haberde, bölgedeki beş caminin restorasyonu için 34 dönümlük bir arazinin satış işlemlerinin tamamlandığı belirtilmiş; bu şekilde 70’ten fazla mülkün devredildiği veya satıldığı, satış ve devir işlemlerinin “atanmış vakıf idaresi” tarafından gerçekleştirildiği, bu yöneticilerin vakfın kendisi tarafından seçilmediği, vakıf yöneticilerinin usûlsüz bir şekilde Yunan Hükümeti tarafından belirlendiği ifade edilmiştir.
Bilindiği üzere, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye’deki ve Yunanistan’daki azınlıklar rejimi belirlenmiştir. Buna göre antlaşmanın 37-45. maddeleri arasında düzenlenen hükümlerle Türkiye’deki gayrimüslimler, azınlık olarak kabul edilmiş ve bu azınlıkların hakları düzenlenmiştir. Antlaşmaların hazırlık çalışmalarına bakıldığında bu azınlıkların Türk vatandaşı olan Ermenilerden, Rumlardan ve Musevilerden oluştuğu görülmektedir.
Lozan Antlaşması’nın 45. maddesi ise Yunanistan’daki azınlıkları düzenlemektedir. Buna göre Yunanistan, Türkiye’deki gayrimüslimlere tanınan statüyü ve hakları, kendi Müslüman azınlıklarına da tanımıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin tâbi olduğu 37-44. maddedeki hükümler, Yunanistan için de geçerlidir. 45. maddede, Yunanistan’daki azınlıklarla ilgili herhangi bir “coğrafî sınırlandırma” yapmamıştır. Dolayısıyla Lozan Antlaşması ile Yunanistan’daki azınlıklara tanınan haklar, Batı Trakya ile sınırlı olmayıp Yunanistan’ın herhangi bir yerinde yaşayan Müslüman azınlıklar için de geçerlidir. Öte yandan Yunanistan’daki Türk azınlığın haklarını ilgilendiren 1881 İstanbul Antlaşması, 1913 Atina Barış Antlaşması ve diğer bazı düzenlemeler de Yunanistan’daki azınlıkların korunması yönünde benzer hükümler taşımaktadır.
Lozan Antlaşması’nın 37. maddesi de azınlıklarla ilgili düzenlemelerin Türkiye’nin ve Yunanistan’ın iç hukuku bakımından temel yasalar olduğuna; hiçbir yazılı düzenlemenin bu hükümlere aykırı olamayacağına ve Türkiye ile Yunanistan’ın bu yükümlülüğe uyması gerektiğine işaret etmektedir. Özetle Türkiye ve Yunanistan, Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili hükümlerini antlaşmaya uygun bir şekilde iç hukukuna aktarmak ve uygulamak yükümlülüğü altındadır.
Yukarıda bahsedilen hükümler çerçevesinde Lozan Antlaşması’nın 40 ve 42. maddeleri, azınlıklara ait vakıflarla ilgili hükümleri düzenlemektedir. 40. maddeye göre azınlıklar, giderlerini kendileri karşılamak kaydıyla vakıf kurabilirler; bunları yönetip denetleyebilirler. Ayrıca 42. madde uyarınca söz konusu vakıflara her türlü kolaylık ve izin sağlanmak durumundadır. Bu durumda, Türkiye’deki ve Yunanistan’daki azınlık vakıfları kendi yöneticilerini seçebilecekler ve tasarrufta bulunabileceklerdir.
Bu bağlamda, Anadolu Ajansı’nın haberine konu olan olaylarda Yunan Hükümeti, açıkça Lozan Antlaşması’na aykırı uygulamalar yapmaktadır. Zira Yunanistan’ın Müslüman Türk azınlığa ait vakıflarla ilgili uygulamaları, 2008 yılında kabul ettikleri 3647 sayılı “Batı Trakya Müslüman Azınlığı Vakıflarının ve Bunların Malvarlıklarının Yönetimi ve İşletilmesine İlişkin Yasa” çerçevesinde gerçekleşmektedir. Söz konusu yasa ile Batı Trakya dışındaki Müslüman Türklere ait azınlık vakıfları, uygulama dışında tutulmuştur. Bu sebeple Batı Trakya dışındaki vakıflar, kendi yöneticilerini seçememekte; vakıfların yönetimi ve aldığı kararlar ile ilgili herhangi bir tasarrufta bulunamamaktadır. Bu durum da Yunanistan’daki Türk varlığının geleceğini ilgilendiren pek çok hususun, aleyhlerine gelişmesine yol açmaktadır. Kısacası Yunanistan bu yasa ile Lozan Antlaşması’nın yukarıda işaret ettiğimiz 37, 40 ve 42. maddelerini açıkça ihlâl etmektedir. Kaldı ki Batı Trakya’daki Türk vakıfları bakımından da benzer sıkıntılar yaşanmakta, Türk azınlığın Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanan hakları açıkça çiğnenmektedir.
Türk kültür ve medeniyet dairesi içinde çok önemli bir yere sahip olan ve genellikle hayır kurumu olarak bilinen vakıflar, Türkiye dışındaki Türkler bakımından aynı zamanda önemli bir güvence teşkil etmektedir. Yunanistan’daki Türk azınlığın pek çok ihtiyacı, özellikle de sahip oldukları ve pek çoğu vakıflara bağlı okulların giderleri, vakıf gelirleri yoluyla karşılanmaktadır. Yunanistan’daki ekonomik krizi, pek çok sebeple daha ağır hisseden Yunanistan Türkleri bakımından vakıf gelirleri, acil ve zaruri diğer ihtiyaçlarının temini bakımından da önem taşımaktadır.
Lozan Antlaşması çerçevesinde Yunanistan, azınlık vakıflarını koruma yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülüğünü kurnazca ihlâl eden ve bir AB üyesi olarak “Kopenhag Kriterleri” kapsamında “azınlıkları koruma” yükümlülüğü de bulunan Yunanistan, uluslararası hukuku bu şekilde açıkça çiğneme alışkanlığını artık terk etmelidir. Bu bağlamda Türkiye’nin, gereken adımları atarak Yunanistan’ın sorumluluklarını hatırlatması ve etkin diplomasi yoluyla Yunanistan’daki Müslüman Türk azınlığın haklarını temin etmesi elzemdir. Türkiye’nin bu meseleyle ve genel olarak Türklerin yaşadığı diğer sorunlarla ilgili olarak Yunanistan’a, “mütekabiliyet (karşılıklılık)” ilkesini hatırlatması ve hatta “bu ilkeyi hayata geçirebileceği yönünde adımlar atması” yerinde bir “karşılık” olacaktır. Bu yalnızca hukukî bir gereklilik değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti için tarihî, siyasi ve kültürel bir yükümlülüktür.
“Nerede bir Türk varsa orası ilgi alanımız içindedir.” yaklaşımını düstur edinmiş olan ve “Türk Dünyası” konusunda yarım asırdan fazla bir süre önce öngörü kabiliyetini ispat etmiş olan Ülkücü Hareket’in anıtlaşmış yegâne siyasî kurumu olan Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye dışındaki Türkler ile ilgili her konunun takipçisidir. Bu çerçevede, Yunanistan’daki Müslüman Türk azınlığın statüsü ve hakları ile ilgili ihlâlleri de yakından takip etmektedir. Bahsi geçen ihlâllerin ortadan kaldırılması için yetkilileri her vesileyle ve her zeminde uyarmaktadır ve uyarmaya devam edecektir. Zira Türk Dünyası içindeki bu ve benzeri her konu, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in doğal ilgi alanı içindedir ve bu konularla ilgili girişimde bulunmak, bizim için hem “emanete sahip çıkmak” hem de “ahde vefa”ya riayet etmektir.
Emanet, Biz’dedir. Emanet, emin ellerdedir.