Değerli fikir adamı ve şair Hüsrev Hatemi’yi öteden beri keyifle okurum.

Hüsrev Hatemi, "Yozlaşmadan Uzlaşmak" isimli kitabında, "Türkçülük akımının, imparatorluğun son yarım yüzyılında belirmiş hayırlı bir akım olduğunu kabul etmemek imkansızdır. Bu akım olmasaydı, yıkılış şokunu atlattıktan sonra, kendimizi ortak bir Batı diline sığınmış cemaatler topluluğu olarak görürdük" der.

Türkçülük, Tanzimat sonrasında baş gösteren fikri akımlar içinde devletin tarihi yürüyüşüne gerçeklik noktasında en yakın fikri harekettir.

İslamcılık, Osmanlıcılık ve Batıcılık akımları birer siyasi harekettir ve işin doğrusu, Türkçülük siyasetinin Türk milletini konu alması karşısında müessir olamamışlardır.

Çünkü Türkçülük, Rumeli'nin ve Anadolu'nun dilini, folklorunu, kültürünü sosyal zeminden siyasi iklime taşımayı bilmiş içeriden bir entelektüel var oluştur.

Osmanlıcılık, imparatorluğun Hıristiyan unsurlarını içeride tutmaya çalışan bir siyasi hareketti. Bu siyasi kimlik, başta Yunan ve Sırplar olmak üzere Hıristiyan unsurlar bir bir devletten ayrılınca çökmüştür. İslamcılık siyaseti ise Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra geçerliliğini yitirmiştir. Zira Müslüman topluluklar olarak Arap ve Arnavut toplulukların, imparatorluktan kopmuş olmaları bu siyasi akımın tasfiyesi sonucunu getirmiştir.

Buna rağmen değerli fikir adamı Hüsrev Hatemi’nin, Türkçülük hareketini bütün bu gelişmelerin sebepkârı olarak nitelemesinde doğru ama eksik bir yön olduğunu belirtmek isterim.

Zira dilimizin imparatorluk sonrasında hakim bir mevkiye gelmesinde Türkçülük hareketinin rolü sancaktarlıktan öteye gitmez. Esas olan Türkçülük değil Türklüktür. Türkçülük, Türk kültürünün tarihi varlığının, siyasi sembolüdür.

Halbuki Türklük, Türkçülük hareketinden önce ve etkili olarak Selçuklu’da da, Osmanlı’da da milletten devlete geçen bir aidiyet sembolüydü.

Devlete sırt veren, devleti kuran millet Türk milleti olmasaydı, imparatorluğun yıkılışından sonra Türkiye doğmazdı. Dolayısıyla Türkçülük, tarihten gelen bu gücü aydınlar vasıtasıyla temsil etmiştir.

Tarihten gelen güç, tarihin öznesi olan milletin gücüdür.

Türk milleti, ayak bastığı coğrafyayı devlet iradesi göstererek şekillendirmiş ve tarihi varlık olma maharetini sürdürmüştür.

Türkçülük, sebep değil bu üstünlüğün sonucudur.

"Türk Olmak Sanatı" kitabımda bu konuya ilişkin örnekli çıkarımlar yapmışımdır.

Bu sütunda da önemli bir konu olduğu için ara ara yazdım.

Hanedanlarda, Oğuzluk ünvanı üzerinden aidiyet duygusu gelişmiştir. Hanedanlık devirlerinde Oğuz boyuna mensup olmak ısrarı büyük ehemmiyet taşır.

Bu onuncu yüzyıldan sonra hakim olan bir duygudur. Ondan öncesi de var elbette. Ondan öncesi de açık seçik Orhun Abideleri'nde yerini alır.

Hüsrev Hatemi, kitabının, "Yok O Kadar da Değil Yöntemi" başlıklı bölümünde bu bilgileri ziyadesiyle vermektedir. Biz Türkçülük ve Türklük noktasında minik bir not ilave edelim dedik.

Dergâh Yayınları’ndan çıkmış olan bu eserin yeni basımı yapıldı mı bilmiyorum? Yapılmadıysa mutlaka yapılmalıdır.

Bugün Allah’ın izniyle Tarsus’ta olacağımızı belirtelim. Bu akşam, Tarsus Ülkü Ocaklarının düzenlediği etkinlikte şarkılarımızı söyleyeceğiz. Cumartesi akşamı da İstanbul Sancaktepe’de Milliyetçi Hareket Partisi İlçe Başkanlığının tertip etmiş olduğu etkinlikte sevenlerimizle birlikte şarkılar söyleyeceğiz. Pazar günü Ankara ATO salonunda gündüz 12’den akşam 18’e kadar kitaplarımızı imzalayacağız.