Yıkıcı(bozucu) teknolojileri sıraladığımızda, bir kısmında, hayatı müthiş kolaylaştırma potansiyeli var iken, bir kısmını duymak dahi bizi düşündürebiliyor. Mesela 10-20 yıl içinde gelebilecek insan organ yazıcıları insanlar arasındaki uçurumu daha da belirginleştirmeyecek midir?

Bundan önceki yıkıcı teknolojiler, haberleşme ve internet ile insanları ve ülkeleri birbirine yaklaştıran, İngilizce gibi dillerin ortak dil egemenliğine doğru daha güçlü ilerlemesine de sebep olan dolayısıyla bugün sorgulanan küreselleşmeyi var gücüyle destekleyen gelişmelerdi. Küreselleşme ile milletler arası şirketler arasındaki ilişki ise kopmaz bir bağ gibiydi. Bundan hareketle, Türkiye olarak kazananlardan olduk mu acaba?

Bu nedenle, ilk bakılması gereken yıkıcı yeniliklerin ve yıkıcı teknolojilerin ne getirdiğinden ziyade, kimin için getirdiği ve ülkemizin ve insanımızın bundan ne kazandığı olmalıdır. Refah mı? Zenginlik mi? Büyüme mi? Demokrasi mi? Yoksa daha fazla ekonomik bağımlılık, daha fazla küresel düşünceye montelenme,  daha fazla üretemeyen psikolojisi mi?

Yıkıcı teknolojilerin ülkemize girişi ve uygulamaları için ise bariyer demeyelim ama bir içtihat oluşturmak gerekliliğini daha fazla hissedeceğiz. Örneğin Amerika’da üretilen bir yapay zekâ Türkiye’de nasıl çalışacaktır? Bizim kültürel genlerimizdeki, “bir lider ile hareket” gibi en temel güdülerimizi nasıl etkileyecektir. Ya da bir insan organ yazıcısı Türkiye’ye ithal edilirken alelade bir teknolojik cihaz gibi ithal edilebilecek midir?

Birer birey olarak da, içinde bulunduğumuz organizasyonlar olarak da, yıkıcı teknolojilerden nasıl etkileneceğimiz üzerine düşünmeye başlamamız gerekliydi. Dün.

En azından şu soruları sormalıydık, sormalıyız?

Bunların her birinin nasıl sektörleri ortadan kaldırabileceğini görebiliyoruz değil mi?

Kendi işinizde acaba ne, yıkıcı bir etki gösterecek ve daktilonuzu elinizden alacak, bakıyor musunuz? Hazır mısınız?

Çocuklarınız hazır mı? Bu alanlara yönlendirebildiniz mi?

Ayağı yere basan AR-GE ‘yi fonlama üzerine tasarlanan sistemimiz, bunun yanında, belki başta prematüre doğabilecek bir yıkıcı teknoloji çalışmasını fonlamaya devlet ya da yatırımcı olarak hazır mı?

Yıkıcı teknolojilerde birçok alanda ticari olarak araştırma yapacak babayiğitler bulamayacağız. Bunların devlet araştırma lablarında ve belki de askeri araştırma lablarında araştırılmasına hazır mıyız? Araştırdıktan sonra bunları ticarileştirme için özelleştirmeye hazır mıyız?

Yıkıcı teknolojilerin karakteristiği o teknolojiye başlayan firmalarda ilk başlarda gelir düşüşü yaşatabilir. Bu ölüm vadisini nasıl atlatabileceğiz?

Teknoloji okumaları yapıyor muyuz? Belgeseller ve internetten teknolojinin geldiği yeri takip ediyor muyuz?

İnternetten siyaset ve futbol ile beraber mucitleri ve kendi sektörlerimizdeki gelişmeleri takip ediyor muyuz?

Gelecekçi belgesel ve konuşmaları izliyor muyuz?

Belki bir ötemizdekini hayal edebiliyoruz ama bunları cesaretle uyguluyor muyuz?

Şu ana kadar hep sektörlerin nasıl ortadan kalkacağını sorduk, peki tersten düşünüp nasıl sektörler oluşacağı ve o zaman bunun neresinde olacağımızı düşünmeye ne dersiniz? Krizi fırsata çevirmek dedikleri de zaten bu değil mi? Çemberin içinde nasıl kalacağız? Bu soruya tek büyük ve kapsayıcı bir cevap verebilirim: Kucaklayarak, red etmeyerek. Ama yeterince önce. Ama kendimizce.

Dijital Dönüşüm Ofisi’mizin kuruluş kanununda doğrudan yapay zekâ ve büyük veri gibi birkaç yıkıcı teknolojide çalışmalarla, Bilim Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu’nun teknolojik dönüşüm alanlarının tespiti ve politikalar üretmekle görevlendirilmiş olmasını önemsemekle beraber, yukarıdaki soruların cevapları ve bunların eyleme dökülmesinin, komple bir devlet aksiyonu ile olabileceğini de görmemiz gerekir. Bu aksiyonlar her bir bakanlığa bırakılmayacak, bilakis bir kaptan edasıyla merkezi sürülmesi gereken aksiyonlar olacaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve çevikliği bunu başarmaya adaydır, umarım başarabilir.

Bununla beraber yenilikçiliğin karakterindeki bağımsızlık, sorunlara çözüm bulma, deneme ve tekrar tekrar başarısız olma gibi birçok yolun da yenilik gönüllülerine açık bırakılması gerektiğini belirtmemiz gerekir. Yani bir yandan bir devlet politikası sürerken bir yandan da yeniliklerin, özgürlükçü, kargaşacı, kendiliğinden ortaya çıkıverme doğasına da yol vermeliyiz ki bu teknolojilerin mucitleri olalım, kullanıcıları değil.

Unutmayalım ki, engellenemez şekilde gelebilecek yıkıcı teknolojilere karşı “yıkılmadık, ayaktayız” diyebilmek bizim elimizde.