Hürriyet'ten Gürer Mut'un haberine göre; Avrupa’da yaşayan halklar için bataklıklar doğa üstü güçleri olduğuna inanılan yerlerdi. Demir Çağı’nda yaşayan insanlar bataklıkları başka dünyalara açılan kapılar olarak görüyordu. Dünyada en fazla bataklığın bulunduğu ülke olan Danimarka, bataklık cesetlerinin merkezi kabul ediliyor.
Burada bulunan cesetler bataklık yosunlarının ürettiği asitler sayesinde 2 bin yıldır bozulmadan kalmayı başarmış durumda. 1800'lerden itibaren 1960’lı yıllara kadar pek çok cesedin çıkarıldığı Danimarka bataklıkları, günümüzde bir kez daha bilim insanlarının araştırma alanı haline geldi. Uzmanlara göre, bugüne kadar bataklıklardan çıkan en eski ceset 1690 yılına tarihlendi. Bozulmadan bugüne ulaşan ceset Almanya'nın Holstein kentinden çıkarıldı. O günden bu yana, İrlanda, Danimarka, Almanya, Polonya’daki bataklıklarda 2 binden fazla ceset bulundu.
Bu yılın ocak ayında Antiquity dergisinde yayımlanan bir araştırmada, bugüne kadar bulunan 2 bin cesedin “buz dağının görünen ucu” olduğu ve gerçek sayının bundan çok daha yüksek olduğu ileri sürüldü. Demir Çağı'nda Avrupa kıtasında henüz yazı olmadığı için o döneme ait az sayıda yazılı kaynak olduğunu belirten uzmanlar, Roma ve Yunan yazıtlarındaki kısıtlı bilgiden hareketle bu insanların neden öldürüldüğü konusunda ancak tahmin yürütebiliyordu. Ölü insanların kayıklara konularak tundralarda yakıldığını söyleyen uzmanlar, o dönemlerde öldürülen kişilerin yaralarını inceleyerek çeşitli farklılıklar tespit etti. Öldürülenlerin gizemini ortaya çıkarmak için incelemelerini Danimarka’ya yoğunlaştıran uzmanların ilk durağı Kopenhag'ın batısındaki Jütland bölgesindeki Vejle şehri oldu. Vejle Müzesi baş arkeoloğu Mads Ravn, National Geographic'e yaptığı açıklamada, bataklıklarda bulunan Roma paralarının, kılıç ve süslü broşların Demir Çağı'nda tanrılara hediye olarak sunulduğunu düşündüğünü belirtti.
Müzede özenle korunan ve sergilenen bir cansız insan bedeni var. Camekanın içinde muhafaza edilen ve “Harald Bataklığı Kadını” adı verilen bedenle ilgili konuşan Ravn, bu kalıntının diğerlerinden oldukça farklı olduğunu söyledi. Ravn, yüzünde bir şok ifadesi olan kadının korkunç bir durumla karşı karşıya kalmış olmasının muhtemel olduğunu da sözlerine ekledi. Harald Bataklığı Kadını'nın 1835 yılında yapılan bir kazıda bulunduğunu ifade eden Ravn, “O dönemki araştırmacılar bu bedenin 10'uncu yüzyılda hüküm süren Viking kraliçesi Gunhildd'e ait olduğunu zannediyordu. Zira efsaneye göre kocası 1'inci Harald tarafından boğdurulduğu bilinen Gunhildd’in cesedi bu bölgeye bırakılmıştı. Fakat karbon ölçümleriyle bu cansız bedenin 2 bin 200 yıl öncesine ait olduğu ortaya çıktı” dedi. Tarih çalışmaları açısından önem taşıyan tek ceset Harald Bataklığı Kadını değil. Tollund Adamı'nın huzurlu yüzü ya da Bocksten Adamı'nın kıvırcık saçları da bilim insanlarına o yıllardaki yaşam koşullarına ve ölüm nedenlerine dair ipuçları sağlıyor.
Araştırmacılar, bu insanların halk arasında nefret edilen kişiler mi yoksa tanrılara kurban verilen adaklar mı olduğunu anlamaya çalışıyor. Bununla birlikte bataklık cesetleri hiç şüphesiz 7 bin yıl geriye uzanan geleneğe ve bir uygarlığın kültürel geçmişine de ışık tutuyor. Peki bu insanların cansız bedenleri günümüze kadar nasıl ulaştı? Cansız bedenleri inceleyen bilim insanları, turbalardaki doğal bir kimyasal sayesinde bataklık cesetlerinin günümüze kadar çürümeden geldiğini belirtti. Sphagnum yani turba yosunu olarak bilinen bir bitki türü, Kuzey Avrupa bataklıklarında sihirli bir koruma sağlıyor. Oksijen oranı düşük olan bu bataklıklardaki yosunların yol açtığı antibiyotik asidik yapı, insan vücudundaki keratinli yapıları (kemikler, dişler, deri, saç ve tırnaklar) korumak için mükemmel bir ortam sunuyor. Turbalardaki bu karışım aynı zamanda yün ya da hayvan derisinden yapılmış giysileri koruması açısından da oldukça önemli. 2023 yılının Ocak ayında başlayan çalışmalarda, 250’den fazla bozulmamış insan bedeni bulduklarını söyleyen bilim insanları, aynı zamanda 1000 insan kalıntısına daha rastladıklarını açıkladı.
Bazı buluntuların MÖ 1000’e kadar uzandığını söyleyen bilim insanları Demir Çağı'ndan Roma dönemine ve Ortaçağ'a kadar toplumsal hayatta kullanılan materyallere ulaştıklarını da duyurdu. Bataklık kalıntılarının fazlalığı nedeniyle çalışmalar üç ayrı kola bölündü. Kıta genelinde farklı seviyelerdeki kalıntıları inceleyen uzmanlar, cesedin ölümden sonra ne zaman suya battığı, kişinin yılın hangi zamanında öldürüldüğü, bedenlerin cansız varlıklara maruz kalma süreci gibi başlıklarda incelemeler yürütüyor. 19'uncu yüzyılda keşfedilen bedenleri inceleyen uzmanlar ellerindeki az sayıda bulgu ile belli çıkarımlar yapmaya çalıştı ancak başarılı olamadı. Bölgedeki okuma yazma bilmeyen toplumların ritüellerini ve inançlarını belgeleyen yazılı kayıtlar da bulunmadığından, ilk araştırmacılar adeta karanlıkta yollarını bulmaya uğraştı. Birçoğu, Demir Çağı bataklık alanlarına ilişkin yorumlarında MS 1'inci yüzyılda yaşamış Romalı tarihçi Tacitus'un yazılarına başvurdu. Tacitus, Avrupa’nın kuzeyine hiç gitmemiş olmasına rağmen MS 98 yılı civarında Germania'yı yazmıştı. İkinci ve üçüncü elden kaynaklara dayanarak kuzey halklarını ve kültürlerini anlatan Tacitus, kitabında Romalıların ahlaki yoksunlukları karşısında Cermen kabilelerinin erdemlerini yüceltiyordu. Cermen halkları arasında suç ve cezayı anlattığı bölümde Tacitus, bazı suçluların asılarak idam edildiğini diğerlerinin ise bataklıklarda boğdurulduğunu anlatıyordu. Buradan yola çıkan ilk dönem araştırmacıları, cansız bedenlerin Cermen kabilelerinin içindeki idam edilen suçlular olduğu görüşünü ileri sürdü. Bedenleri inceleyen araştırmacılar, uzuvları ve kafatasları kırılan kişilerin işkence ile öldürüldüğü sonucuna ulaştı. Buradan hareketle cansız bedenine ulaşılan kişilerin “toplum tarafından istenmeyen” suçlular olduğu düşünüldü.
Bu açıklamalar on yıllarca akademi çevrelerinde kabul görse de sonraki çalışmalar durumun bundan ibaret olmadığını gösterdi. Avrupa'nın bataklık insanlarının hüzünlü kaderleri, şiirlere, hikayelere ve romanlara ilham verdi. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte cansız bedenler üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapılmaya başladı. 3D teknolojilerin gelişimiyle modellenen bedenler üzerinde yapılan ayrıntılı ölçümlerin yanı sıra, DNA ve radyokarbon analizlerinin her geçen gün gelişmesiyle bedenler üzerindeki sır perdesi de yavaş yavaş aralanmaya başladı ve bu insanların yaşamları ve ölümlerinin sanıldığı kadar basit olmadığı ortaya çıktı. Bu yıl başlayan çalışmalarda, öldürülen kişilerin yoğun bir şiddet sonucunda can verdiği ortaya çıktı. Antiquity'de yayımlanan çalışmada 57 kişinin ölüm nedenini kesin olarak belirlendi: Bunların 45'i aşırı şiddet sonucu, altısı intihar sonucu, dördü de boğularak ölmüştü. Yeni araştırmalar, Danimarka'da asılarak öldürülen Tollund Adamı'nın aşırı şiddet eylemi sonucunda öldüğünü doğrulamış oldu. Diğer cesetlerdeki yaralanmaların, bataklık sularında yaşanan baskı ya da kazı sırasında meydana gelen hasarlar nedeniyle ölüm sonrası oluştuğu anlaşıldı. Teknoloji ilerledikçe, bilim insanları bu bataklık cesetlerinden daha fazla veri topluyor ve asırlık sırlar tek tek ortaya dökülüyor. Ancak cevaplar arttıkça peşinden gelen pek çok yeni soru, bataklık cesetleriyle ilgili yeni bulguların keşfedileceğini düşünmemize neden oluyor.