Bir grup bilim insanı geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, insanlığın gezegen üzerindeki ezici etkisine dair en iyi kanıtın Milton, Ontario’daki Crawford Gölü’nde bulunabileceğini söyledi. Gölün ince katmanlı tortuları, 20. yüzyılın ortalarında insan kaynaklı bozulmanın doruğa ulaştığı binlerce yıllık bir çevre tarihi kaydı içeriyor. Bilim insanları nükleer silah denemeleri, fosil yakıtlar, ormansızlaşma ve küresel ticaret gibi insan faaliyetlerinin Dünya’nın jeolojik kayıtlarında silinmez bir iz bırakmaya başladığını söylüyor.
Bu duyuru, insanların gezegeni jeolojik zamanda yeni bir çağ başlatacak kadar değiştirip değiştirmediğini belirlemek için yıllardır süren bir çabanın ardından geliyor. Antroposen Çalışma Grubu adı verilen bilimsel kuruluş, 2009 yılından bu yana Dünya’nın kimyası ve ikliminin, son birkaç bin yılın koşullarından farklı olduğuna dair kanıtlar topladı. Araştırmacıların son hedefi ise jeolojik kayıtlarda insanların yol açtığı tehlikeli dönüşümü mükemmel bir şekilde koruyan ‘‘altın işaret’’ noktasını bulmaktı.
Ontario’daki Brock Üniversitesi’nde yer bilimleri profesörü olan ve çalışma grubunun gölle ilgili araştırmasına liderlik eden Francine McCarthy, Crawford Gölü’nün ‘‘Dünya sisteminin tüm farklı bileşenlerinin ve bunların birbirleriyle etkileşim biçimlerinin eskiden olduğundan çok farklı olduğunu’’ gösterdiğini söylüyor. ‘‘Bu varoluşsal sorunu göstermek için en iyi yerin burası olduğunda karar kıldık.’’
İNSANLIĞIN SEBEP OLDUĞU ÇEVRESEL TAHRİBAT YENİ BİR ÇAĞ MI BAŞLATTI?
Dünya’nın geçmişinin evrelerini inceleyen araştırmacıların altı ayda bir bir araya geldiği Uluslararası Stratigrafi Kongresi’nde konuşan çalışma grubu üyeleri, Antroposen’in 1950’de başlayan ve Crawford Gölü’nün de altın işaret noktası olduğu yeni bir çağ olarak belirlenmesini tavsiye etti.
İNSANLIĞIN SEBEP OLDUĞU ÇEVRESEL TAHRİBAT YENİ BİR ÇAĞ MI BAŞLATTI?
Dünya’nın geçmişinin evrelerini inceleyen araştırmacıların altı ayda bir bir araya geldiği Uluslararası Stratigrafi Kongresi’nde konuşan çalışma grubu üyeleri, Antroposen’in 1950’de başlayan ve Crawford Gölü’nün de altın işaret noktası olduğu yeni bir çağ olarak belirlenmesini tavsiye etti.
Antroposen’in Dünya’nın 4,6 milyar yıllık resmi zaman çizelgesine eklenebilmesi için daha geniş bir jeoloji topluluğunun incelemeleri gerekiyor. Önümüzdeki aylarda teklif, son 2,4 milyon yılın tarihini alt bölümlere ayırmaktan sorumlu olan Kuvaterner Stratigrafisi Alt Komisyonu’nun önüne gidecek. Ardından daha büyük olan Uluslararası Stratigrafi Komisyonu oylama yapacak. Bu bürokratik engelleri aşabilirse, öneri gelecek yıl Güney Kore’de yapılacak Uluslararası Jeoloji Kongresi’nde onaylanacak.
Crawford Gölü, Antarktika’nın buzları, iki uzak mercan resifi, bir dağın tepesindeki turba bataklığı ve kirli bir Kaliforniya körfezi de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki 12 altın işaret noktası adayı arasından seçildi. Her biri, 1950 civarında insan kirliliğinde aynı eşzamanlı artışa dair kanıtlar içeriyordu. Bu noktalarda özellikle de Antroposen’in birincil belirteci olarak hizmet edecek olan nükleer silah testlerinden kaynaklanan radyoaktif plütonyumdaki ani artış görülüyordu.
Leicester Üniversitesi’nde jeolog olan ve Antroposen Çalışma Grubu’nun başkanlığını yürüten Colin Waters, ‘‘Gezegenin her yerinde, tüm ortamlarda mevcut olan çok kesin bir jeokimyasal sınır var’’ diyor.
"Bu sadece iklim değişikliğiyle ya da biyoçeşitlilik kaybıyla ilgili değil. Mesele sadece insanların taşıdığı tortular da değil. Burayı böylesine önemli kılan, bunların hepsinin bir arada bulunması.
McCarthy ve Waters’ın da aralarında bulunduğu ekibin 22 üyesi, aylar süren müzakerelerin ardından Crawford Gölü’nün Antroposen’e ilişkin kanıtları başka hiçbir yerde olmadığı kadar iyi sergilediğine karar verdi. Gölde nükleer serpintinin yanı sıra endüstriyel kirlilik, türlerin yok oluşu ve küresel iklim değişikliğinin izleri de bulunuyor. Fosil yakıtların yakılmasının bir yan ürünü olan ve uçucu kül olarak adlandırılan küçük siyah parçacıklar tortulların her tarafına yayılmış durumda. Gömülü ağaç polenlerinin türlerindeki değişimler, çevredeki ormanın giderek artan sıcaklıklara nasıl tepki verdiğini gösteriyor.
Çalışma grubunun araştırmasını destekleyen Berlin’deki Max Planck Bilim Tarihi Enstitüsü’nün direktörü Jürgen Renn, ‘‘Bu sadece iklim değişikliğiyle ya da biyoçeşitlilik kaybıyla ilgili değil. Mesele sadece insanların taşıdığı tortular da değil. Burayı böylesine önemli kılan bunların hepsinin bir arada bulunması’’ diyor. ‘‘Bunları çoklu bağlantıları olan bir olgu olarak ele almalıyız. Ve bunu anlamak ve toplumlarımızı buna göre uyarlamak için çaba sarf etmeliyiz.’’
Yine de tüm bilim insanları Antroposen’in jeolojik zaman ölçeğine ait olduğuna ikna olmuş değil.
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ BİR ÇAĞI ADLANDIRABİLİR MİYİZ?
Diğer tüm çağlar, meydana geldikten binlerce yıl sonra adlandırıldı. Bu dönemler ölçüm verileri ve tanık ifadeleriyle değil; kayalarda, ağaç halkalarında, tortularda ve buzda saklanan çevresel değişim kayıtlarıyla tanımlanıyor. Örneğin Tunus’ta eski bir meteor çarpmasının kanıtlarını taşıyan bir yamaç, dinozorlar çağının sona erdiğine işaret ediyor. Son 11 bin 700 yılı kapsayan Holosen döneminin başlangıcı ise eski Grönland buzunda hapsolmuş hidrojen molekülleri tarafından işaretleniyor.
Cornell Üniversitesi’nin ağaç halkası laboratuvarını yöneten arkeolog Sturt Manning, ‘‘Birkaç on yıl gibi geçici bir şeyin yeni bir jeolojik çağ olarak sayılabileceğinden emin değilim’’ diyor.
SONUÇTA KENDİ ZAMANINIZI TANIMLAYAMAZSINIZ.’’
iğer araştırmacılar, Antroposen’e katı bir jeolojik tanım getirmenin, akademinin gizli salonlarının çok ötesinde dalgalanma etkileri olabileceğinden endişe ediyor.
Stanford Üniversitesi’nde insanların çevreyle etkileşimlerini inceleyen antropolog Andrew Bauer, ‘‘Anlattığımız hikâyeler sadece bilimsel olarak tarafsız hikâyeler değil’’ diyor. ‘‘Potansiyel siyasi sonuçları da var.’’
Örneğin, 20. yüzyılın ortalarının Antroposen’in başlangıç noktası olarak belirlenmesinin, insanların bu tarihten önceki insan etkilerini önemsizleştirmesine yol açabileceğini söyledi. Öte yandan araştırmalar karbon emisyonlarının ve diğer çevresel zararların çoğundan dünyanın en zengin insanlarının ve uluslarının sorumlu olduğunu gösterirken, ‘‘Antroposen’’ terimi gezegenin dönüşümünden tüm insanların eşit derecede sorumlu olduğunu ima ediyor.
Bauer, ‘‘Antroposen’i eleştiren tanıdığım hiç kimse, insanların Dünya sistemi üzerindeki etkilerini inkâr etmek istemiyor’’ diyor. Bauer, kavramın bir çağdan ziyade jeolojik bir ‘‘olay’’ olarak tanımlanmasını öneren bir grup bilim insanı arasında yer alıyor. Bu, insanların binlerce yıl boyunca doğayı yeniden şekillendirdiği ve doğa tarafından şekillendirildiği tüm nüanslı yolları kapsayabilecek daha esnek bir terim.
"İnsanlar çevreyi tahrip etmeye devam ettiği sürece, bu yanlış seçimlerin sonuçları Dünya’ya kazınmaya devam edecek.
Bauer yine de Crawford Gölü ve araştırmacıların incelediği diğer alanlardan elde edilen kanıtların ‘‘inkâr edilemez’’ olduğunu ve her geçen yıl daha da güçlendiğini söylüyor. ‘‘İnsanlar çevreyi tahrip etmeye devam ettiği sürece, bu yanlış seçimlerin sonuçları Dünya’ya kazınmaya devam edecek’’ diyor.
Antroposen, Dünya’nın jeolojik zaman ölçeğine hiçbir zaman resmen eklenmese bile McCarthy, Crawford Gölü’nden elde edilen bulguların insanları iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve diğer çevresel çalkantılarla yüzleşmeye ‘‘iteceğini’’ umuyor.
McCarthy, ‘‘En azından, eylemlerimizin insanların değişebileceğini düşünmediği büyük şeyleri ne kadar hızlı ve ne kadar geri dönülmez bir şekilde değiştirebileceğini ölçmek ve anlatmak için bir çaba olacak’’ diyor.
Kaynak: The Washington Post, İGN Türkiye