Kalbimizin atmayı buraktığı o an, doktorların resmen öldüğümüzü anladığı andır. Kalp durduktan sonra, vücudun geri kalanı da ölmeye başlar. Pompalamanın son bulmasıyla vücutta kan akışı son verir ve organlar yavaş yavaş ölmeye başlar.
Kanınız aniden durunca, vücudunuzun rengi de değişmeye başlar. Vücudunuzun bir kısmı morumsu-kırmızı veya mavimsi-mor olarak değişir. Yer çekime bağlı olarak kanın vücutta çökmesiyle ise vücudumuzun alt kısımlarında morarmalar ve kızarmalar meydana gelir.
Ölümden sonra vücudun hareket ettirilip ettirilmediğini anlamak amacıyla adli araştırmacılar, livor mortis olarak da bilinen ölü lekelerinden yararlanırlar. Çünkü ölümden sonra kan damarlar içinde katılaşır. Tıpkı yapılan bir kızartmanın üst kısmında yağın katılaşması gibi.
Algor mortis ya da ölüm soğukluğu, ölümden sonra vücut sıcaklığının değişmesidir. Normal olarak 37°C olan vücut sıcaklığı her bir saatte ortalama 0.8°C düşer.
Göz kapakları ve boyun kaslarından başlar. Ardından tüm vücut adenoz trifosfatın (bir kasılmadan sonra kas liflerinin gevşemesinden sorumlu olan kimyasal madde) tükenmesiyle sertleşir.
Ölümden sonra gerçekleşen vücut seğirmesi ve kasılması o kişinin ölmemiş olduğunu düşündürebilir. Fakat kas dokuları ölmüş olsa bile kasılabilir. Eğer yeterli miktarda kasılma meydana gelirse de cesette gözle görülür bir şekilde seğirme gerçekleşir.
Botoks derdiniz kalmıyor. Ölümden uzun bir süre sonra kaslar artık kasılamayacağı için yüzlerde meydana gelen kırışıklıklar, yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor.
Bu efsanenin gerçeği ise şöyledir: Ölümden sonra vücut su kaybetmeye başlar. Su kaybı sonucu derilerde meydana gelen büzülmeler ise üzerindeki kılların ve tırnakların daha uzun gözükmesine neden olur.
Hücrelerimiz ölürken, bakteriler ve mantarlar ceset üzerinde toplanarak zararlı ve kötü kokulu gazlar salgılayıp cesedi ayrıştırmaya başlar.
Doktorların ve hemşirelerin otopsilerde zaman zaman korkmasına neden olsa da, cesetler ses çıkarmaya devam edebilir. Ses tellerinin ölümden sonra katılaşması ve bağırsakta bulunan bakterilerin gaz salınımı sonucu ölüden inilti, karın guruldaması sesleri çıkabilir.
Bakterilerin üremesi için en uygun ortam bağırsaklardır. Bağışıklık sisteminin durmasıyla orada çoğalan bakteriler diğer organlara yayılmadan önce bağırsakların sindirimine neden olurlar.
Bağırsaklarımızda ve ayrışan organlarımızda üretilen gazlar, gözlerimizi yuvalarından çıkartır ve dilimiz şişer.
Daha önce üretilen ve bakteriler tarafından üretilmeye devam eden gazlar, birikip sıkışarak vücuda baskı uygulamaya başlar. Eğer vücut, bir şekilde bu gazların salınımını gerçekleştiremezse patlar.
Proteinlerin ayrışmasıyla birlikte hücre duvarları parçalanmaya, dokular arası bağlantılar ise kopmaya başlar. Sonrasında da iç organların sıvı bir hal almasıyla beden çürür.
Gazların vücutta birikmesi ise derinin, kaslardan ve kemiklerden ayrılmasına neden olur.
Ceset bakteriler tarafından sindirildikten sonra açığa çıkan ve adoposir olarak adlandırılan mumsu madde, soğuk kum ve suyun etkisiyle gelişim gösterir. Eğer beden böyle bir ortamda muhafaza edilmişse adoposir ile kaplanarak korunmuş olur ve daha geç ayrışır.
Kalbin durmasından birkaç saat sonra tüm hücrelerin ölümü gerçekleşmesine rağmen, deri hücreleri dışarıyla kurduğu temas sayesinde osmozla ihtiyaçlarını karşılayarak birkaç gün daha yaşamını sürdürür.
Eğer bedenin üzeri herhangi bir şey ile örtülü değil ise cilt sıkılaşarak kuru ve derimsi bir hal alır.
Eğer ceset turba bataklık veya tuz çölünde bırakılırsa, doğal yollarla mumyalaşır. Bu şekilde beden, çok iyi korunarak ayrışmaya şaşırtıcı derecede karşı koyar.
Beden, doğadaki ayrıştırıcılar tarafından çözündükçe toprak için besleyici bir hal almaya başlar. Toprağın besleyici bir maddeyle desteklenmesi ise üzerindeki bitki örtüsünün çeşitlenmesine neden olur.
Ölümden sonra en son yok olan şeyler kemiklerdir. Bakteri, mantar ve diğer organizmaların yardımıyla kemiklerdeki proteinler de yıkıma uğrar ve minareller toprağa verilerek kemikler toz haline gelir.