2019-2024 yılları arasını kapsayan dönemde ülkemiz Kovid-19 salgını, kapanmanın etkisiyle oluşan tedarik zincirinin bozulması, buna bağlı olarak ekonomik külfetin artması, orman yangınları, sel felaketleri, 11 ilimizi doğrudan etkileyen ve 50 binden fazla insanımızı kaybettiğimiz 6 Şubat depremi ve terörle mücadele gibi önemli bir süreçten geçti.

Son 5 yılda yaşadığımız bu süreç devlete büyük bir külfet yükledi. Milletimizin gösterdiği paylaşma ve dayanışma duygusu bu sürecin daha kolay atlatılmasını, yaraların daha hızlı sarılmasını sağladı. Devlet tüm imkânlarını kullandı. Tüm şartları zorlayarak yaşadığımız badirelere yetişmeye çalıştı. Devlet dediğimiz kurum sen, ben, hemen yanı başımızdaki kişi değil miydi? Herkes üzerine düşeni elinden geldiğince yapmaya çalıştı.  ‘Vatandaş’ olarak hiçbir siyasi kimlik yaşadığımız ortak acıları ayrıştıramadı. Ancak seçim gündemi bazı siyasi parti yöneticilerinin kimyasını bozdu. Onların gündeminde ortak acılarımız değil, önümüzdeki “seçimler” ya da “siyasi rant” hevesi vardı.

Kovid-19 salgınıyla mücadelede ilk hedefleri Sağlık Bakanlığı oldu. Birçok Avrupa ülkesine rağmen tüm tedbirleri en kısa zamanda alan ve salgını kontrol eden ülkenin Türkiye olmasına rağmen sağlık personelimizin emekleri siyasete kurban edilmeye çalışıldı. Devletin üzerindeki ağır yükten faydalanmak isteyen sözde muhalefet cephesi kepenklerini kapatmak zorunda vatandaşın sırtından iktidar devşirmeye çalıştı. Devletin sübvanse ettiği tüm kalemler yok sayıldı. Asıl salgın, muhalefete sirayet eden kaos tellallığıydı.

Karadeniz bölgesinde meydana sel ve taşkınlara anında müdahale edilmesine ve kısa sürede hayatın normalleşip konutların teslim edilmesine rağmen sözde muhalefet sel felaketinden iktidarı sorumlu tuttu.

Antalya ve Ege bölgesindeki ormanlık alanlarda çıkan yangınlarda nefesimiz kesildi. Havada sürekli su taşıyan helikopterlerin hemen altından yükselen muhalif bir ses, “1 tane helikopter yok maalesef” diyerek iftira atmakla meşgul oldu. Yangına bir damla su taşımak varken rüzgarın safında yer alan acımasız bir muhalefet anlayışı doğdu.

6 Şubat’ta yaşadığımız asrın felaketiyle binlerce insanımızı kaybettik. 100 yılın felaketi 11 şehrimizi yerle bir etmiş, yaşanan dram hepimizi derinden etkilemişti. Başta Mehmetçik olmak üzere tüm yetkililer anında deprem bölgesine intikal etti. Buna rağmen muhalif cepheden yükselen ilk ses, “tüm partililerimizi seferber olmaya davet ediyorum” değil, “Devlet enkazın altında kaldı” diyerek seçim yatırımı yapmak oldu. Buna, deprem bölgesinde hiçbir devlet yetkilisini görmediğini söyleyen cılız sesler eklendi. Canlarımız hala enkaz altında kurtarılmayı beklerken sözde muhalif cephe seçim tarihini konuşmaya “sakın ola ertelemeye kalkmayın” diyerek tehdit tonlarıyla gündem oluşturmaya çalıştı. Elbette derdimiz seçim değildi, hatta kimlerin aday olup olmayacağı da… Ancak sözde muhalif cephe kurduğu masada yaptığı Cumhurbaşkanı adaylığı tartışmasıyla deprem felaketine gölge düşürmeye çalıştı. Şükürler olsun ki o günler geride kaldı. 5 yıllık muhalif travma 14 Mayıs 2023 tarihinde bizzat millet iradesiyle son buldu.

Terörle mücadele süreci artarak devam etti. Türkiye’nin etrafında güvenlik çemberi oluşturuldu. Teröristler mağara deliklerine hapsoldu. Son çırpınışlarının ve sarı torbaların etkisiyle birkaç denemede daha bulundu ama bedelini de misliyle ödedi. 

İktidarın, Cumhur İttifakının, AK Partinin ve MHP’nin 5 yıllık gündeminde millet vardı, devlet vardı, Türkiye ve Türk milletinin geleceği vardı…

Peki, sözde muhalif cephe ne yaptı? Onların icra mekanizmasını oluşturan yönettikleri belediyeler ne gibi bir hizmette bulundu? Özellikle CHP’li Büyükşehir Belediyeleri 5 yıllık süreçte neredeydi?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kovid-19 salgınında hizmet verecek olan Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesinin asfaltını bile atamadı. Boş vakitlerinde İstanbul’da uğrayan Ekrem İmamoğlu tatilleri, siyasi kariyeri ve parti içi hizipleriyle gündem oluşturdu.

Ankara Büyükşehir Belediyesi sel ve taşkınların önüne geçecek olan mazgal temizliğini dahi yapmayı beceremedi. Sellerde vatandaşlarımızın hayatını kaybettiği sırada Mansur Yavaş Londra’da şirket kurmak ve ev satın almakla meşguldü. Ankara atıl vaziyette bırakıldı.

Adana Büyükşehir Belediyesi Kovid-19 sürecinde “tam teşekküllü hastane kurduk” diye içi boş naylon çadırı pazarlarken devlet 45 günde tam teşekküllü hastane yaptı. Zeydan Karalar ihale dağıtmakla ve Türk milliyetçilerine düşmanlıkla vaktini geçirdi.

Mersin Büyükşehir Belediyesi bölücülerin sığınak ve yığınak yaptığı köstebek yuvasına döndü. Güvenlik güçlerinin operasyonu sayesinde bölücüler enselendi. Vahap Seçer belediyeye iş ve işçi seçimlerini PKK’nın siyasi uzantılarından yana kullandı.

İzmir’in kokusu hala giderilmedi. Tunç Soyer Yunan’ın sempatisinin kazanmak, Rum’a yaranmak için çaba sarf etti. 

Antalya, CHP’nin parti içi hesaplaşmasının kurbanı oldu. Başkanlık koltuğunda gözü olan partililer rantın peşine düştü. Muhittin Böcek turizmin başkentini, dünyaya açılan penceremizi yüzüstü bıraktı.

CHP’li belediye başkanları 6 Şubat depreminde enkazı bırakıp devletle uğraştılar. Personelleri tüm varlığıyla çalıştı ancak başkanları onların sırtından reklam yapmaya kalkmaya kalktı.

Peki, CHP’li belediyeler hiç mi bir şey yapmadılar?

Evet, yaptılar. Çok güzel heykeller açtılar. 

Ancak, heykel dikme sırası şimdi Türk milletinde. 31 Mart’ta Türkiye Yüzyılı ve Türk Devrinin heykelini dikecekler.