Çok değil henüz birkaç yıl önce Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerde ivmenin olumlu yöne evirilebileceği düşünülüyordu.

O gün bu düşünceye sahip olanlar, Türkiye’ye çeşitli yaptırımların uygulanması için AB’ye baskı kuran Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin elinin boş kalmasını gerekçe gösteriyordu.

Bu düşünce sahipleri haksız da sayılmazdı. Çünkü Yunan’ın ve Rum’un elini boş çıkaran AB tarafı aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerde işbirliğine hazır olduğunu ifade ediyor, gümrük birliği, vize serbestisi ve hatta terörle mücadele gibi konularda önemli mesajlar veriyordu.

Türkiye ile AB arasındaki bu olumlu iklimin somut adımlara dönüşmesi beklenirken rüzgar bir anda tersine döndü ve Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan bir rapora imza atıldı.

Avrupa Parlamentosu’na göre Türkiye-AB ilişkilerini tarihin en düşük seviyesine düşüren neden Doğu Akdeniz’de izlediğimiz politikaydı.

Suriye, Libya, Dağlık Karabağ ve KKTC ile ilişkilerimiz endişe verici boyutlardaydı.

Türkiye ile AB ilişkilerinin ilerlemesinin yolu yalnızca izlenen dış politikanın terk edilmesinden geçmiyordu.

Mesela Türkiye’de kaybolduğu iddia edilen yargı bağımsızlığının yeniden tesisi Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasına bağlıydı.

Örneğin Türkiye’nin Ermeni soykırımını gerçekleştirdiğini kabul etmesi olmazsa olmaz bir şarttı. O gün bu düşünceleri Avrupalının aklına ancak FETÖ’cüler ile PKK’lıların sokabileceği üzerinde duruldu.

PKK’lıların çaldığı, FETÖ’cülerin söylediği, Rum’un oynadığı, Yunan’ın onayladığı tezlere Türkiye boyun eğmedi, dünyanın AB’den ibaret olmadığını haykırarak AB ile arasındaki köprüleri attı fakat bugün ne olduğuysa bu zırvalar yeniden dillendirilir oldu.

Abdülkadir Selvi ve türevleri işe Osman Kavala’nın serbest bırakılması, gezicilerin salıverilmesini savunmakla başladı.

Haini özgürleştirmenin adı reformculuk olarak kondu, yeniden Avrupa Birliği hedefine yürüyen bir Türkiye’nin ekonomisinin coşacağı ifade edildi.

Bizim payımıza da Avrupa birliği maskeli, ekonomiyi coşturma vaatli bu söylem sahiplerinin asıl derdinin ihaneti pazarlamak olduğunu göstermek kaldı.

AB ile ilişkilerin sadece Osman Kavala’nın serbest bırakılmasıyla tesis edilemeyeceğini, Türkiye’nin daha nice tavizleri vermesi gerektiğini hatırlatmaya gerek var mıydı?