Kıskançlık sosyalizmi
Onlar meydana inerse rejim değişirmiş, miş miş de miş miş…
CHP Faşist Bürosunun başkanı Özgür Özel Bey böyle buyurmuş.
Eh ne diyelim pış pış da pış pış.
***
Sosyalizmin s’sinden anlamayan eski anarşistlere de gün doğacak şimdi. Rejim değişecek, bekledikleri sosyalizm de gelecek. Türk Milliyetçisi Atatürk’ün İlke ve İnkılâpları ilga edilecek, yerine sosyalist umdeler ikame edilecek…
Kaçarı yok rejim değişecek çünkü; Sosyalizm gelecek!
Ama hangi sosyalizm? Peyami Safa merhum 180’ne yakın sosyalizm çeşidi saymıştı. O günden bu güne arttığını düşünürsek, biz diyelim iki yüz, siz deyin iki yüz elli…
Birini seçseler bari...
Bence “Kıskançlık Sosyalizmi” CHP’ye çok yakışır.
“Ah ben de bir başkan olsaydım… ”
CHP’nin sabık Umum Müdürü Kılıçdaroğlu da böyle sayıklayarak gitmişti. Hala da devam ediyor.
Özgür Bey için de durum pek faklı görünmüyor.
Üstelik şimdi “Altılı Ganyan Masası” da yok. Patladı gitti.
Durum böyle olunca da Sayın Özel’e “Henüz üç yaşında bir kardeşim var, seni ondan bile kıskanıyorum” şarkısı kalacak…
Durun durun! Mansur Bey ve Ekrem Bey aklına geldiğinde ise güftesi Teoman Alpay’a bestesi de Hikmet Münir Ebcioğlu’na ait “Kıskanırım seni ben, kıskanırım kendimden” şarksı… Ama illa Gönül Yazar’dan dinlemeli…
PARS İLE SARIKAMIŞ YOLUNDAYIM
Pars’ı tanıyacağınızı düşünüyorum… Ben kendisiyle bir önceki kitabı “Afganistan’da Sıra Dışı Bir Tanık” sayesinde müşerref oldum. Ve dahi çok da memnun oldum.
Kitap için “sıra dışı” demişlerdi. Gerçekten de öyle… Üzerine basarak söylüyorum; yazarın “tutturduğu” yöntem, bilindik yazımlardan çok farklı. Anlattığı olaylarda orada mıydı, yaşamış mıydı, bilmiyorum ama okuyunca “kesinlikle böyle olmuştur” diye şahadete zorluyor insanı…
Olabilir… Kuantum tezlerinin epey konuşulduğu çağımızda zaman ve mekan yolculuğunu pek de tartışmamak gerekiyor diye düşünüyorum.
Hem neden olmasın?... İnsan dediğimiz Kutlu-Eşref-i Mahlûk bilinmezlikler içinde akıl sınırlarını zorlayan Allah tarafından bahşedilmiş bir kudrete sahip. Gitmişte olabilir Pars. Pars mı dedim? Gerçek ismini söyleyeyim öyleyse müellifin; Özgür Süleyman Kılıçarslan…
Okunası yazar…
İkinci kitabı ile birlikte yine yoldaş oldum Kılıçarslan’a… Bu defa “Pars’ın Ayak İzleri-Sarıkamış Yolunda Sırra Erenler” in sayfalarında sefere çıkıyorum…
Yine sıra dışı, yine çok farklı bir eser… Yoksa Roman mı demeliydim? Evet. Evet ama gerçekle omuz omuza yürüdüğünüz bir roman…
Bildiğimiz tarihi romanlardan çok farklı “Sarıkamış Yolunda Sırra Erenler”… Kronoloji düşkünü tarih yayıncılığının hiç anlatmadığı daha doğrusu anlatamadığı acılarla, inkırazlarla ve ayrılıklarla, yüzleşiyor insan sayfalar arasında…
“Sahi ya” diyor insan, sahi… Savaşlarda askerlerin, şehitlerin ve gazilerin yaşadıkları yanında geride kalanlar da bir cidal vermiyor mu? Milli Mücadele denilen cihat da esasen hem cepheyi hem de cephe gerisini içine alan top yekûn bir direniş değil mi?
İmkânsızlık ve yokluk; hüzün ve umut; dua ve şükür ile elde olanı korumak için verilen savaş; cephe gerisinin varlık mücadelesi aslında üzerinde çok az durulmuş gerçekler değil midir?
Hele hele bizim gibi neredeyse bir dönemin yüzyılını savaşlarla ve mağlubiyetlerle geçmiş bir millet için ne kadar gaddar acılar saklıdır bu yaşanmışlıklar arasında?... Kim bilir anlatılmamış ne hazin öyküler vardır üzeri örtülmüş milli hafızamızda.
Özgür Süleyman Kılıçarslan, kaderleri kaderlere bağladığı eserinde şehit ataları namına fizik ötesi bir imza atarken aslında hepimiz adına bir bilinmezliğin de çözüm şifrelerini veriyor.
Yoksa Sarıkamış nere, Selanik nere?
***
Bir de hepimize dair son bir sözle Pazar gününüze bir selam bırakalım: Kalbini sakinleştir, burası yalan dünya… Abartma yani, abartma!