Ortak Türk Alfabesi ve Gaspıralı’nın Mirasını Yaşatmak

Tarihin derinliklerine kulak verdiğimizde, millet olmanın bir kimlik meselesinden çok daha fazlası, bir süreklilik ve direnç meselesi olduğunu fark ederiz. Tıpkı doğal yatağında akan bir nehir gibi. Bu nehir, taşkınlarla coşar, kuraklıklarla sınanır, ama asıl gücünü yatağını terk etmeden ilerleyebilmesinden alır. Milletler de binlerce yılın süzgecinden geçerken, zorlu mücadelelerden zaferle çıktıkları ve sürekliliklerini koruyacak koşulları gelecek nesillere aktarabildikleri ölçüde tarihin sayfalarında yer alırlar.
Türk milleti de binlerce yıllık tarihinde sayısız badireyle karşılaşmış, ancak her defasında kimliğini, dilini ve kültürünü koruyarak dünya sahnesinde yerini almıştır. İşte bu noktada, İsmail Gaspıralı gibi ileri görüşlü bir düşünürün mirası, Türk dünyasının birliğini sağlama yolunda bize rehberlik etmektedir.
Gaspıralı, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Türk dünyasının içinde bulunduğu dağınıklığı ve iletişim kopukluğunu çok net bir şekilde teşhis etmiştir. Tercüman gazetesinin 15 Mart 1906 tarihli sayısında, “Umumi edebî bir dili olmayan millet, millet sayılmıyor,” diyerek çarpıcı bir gerçeğe işaret eder. O dönemde Türk evlatları –Tarançılar, Sartlar, Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Kumuklar, Nogaylar, Azerbaycanlılar ve daha niceleri– Türkçe konuşmalarına rağmen, şivelerindeki farklılıklar nedeniyle birbirlerini anlamakta zorlanıyordu. Bu durum, yalnızca günlük iletişimi değil, aynı zamanda birleşmeyi, fikir alışverişini, bilginin ve ilmin yayılmasını, edebiyatın gelişmesini, dostluk ve kardeşlik bağlarının güçlenmesini de engelliyordu. Gaspıralı’ya göre çözüm, “umumi bir lisan, yani edebi Türkçe dil”di. Bu, kolay bir hedef değildi; farklı coğrafyalarda, farklı siyasi ve kültürel etkiler altında yaşayan Türk topluluklarını tek bir dil çatısı altında birleştirmek, büyük bir irade ve çaba gerektiriyordu. Ancak Tercüman gazetesinin Bahçesaray’dan Kaşgar’a, İstanbul’dan Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyada okunup anlaşılabilmesi, bu hayalin imkânsız olmadığını kanıtlıyordu.
Gaspıralı’nın bu vizyonu, Türk dünyasının birliğini dilde, fikirde ve işte sağlayarak geleceğe taşınması gerektiği fikrine dayanıyordu. Onun için dil, bir milletin yalnızca iletişim aracı değil, aynı zamanda ruhu, kimliği ve hafızasıydı. Farklı şiveler ve lehçeler, Türk milletinin zenginliğini yansıtsa da, kötü niyetlerce bu çeşitliliğin bir ayrılık unsuru olarak kullanılması mümkündü. İşte bu noktada, ortak bir alfabe fikri devreye giriyordu. Ortak bir alfabe, Türk topluluklarının yazıda birleşmesini sağlayarak, farklı şiveleri bir araya getiren köprü vazifesi görecekti. Bu, sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda Türk dünyasının kültürel, bilimsel ve hatta ekonomik dayanışmasını güçlendirecek bir adımdır.
Günümüzde Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), Gaspıralı’nın bu hayalini gerçeğe dönüştürme fırsatına sahip bir güç olarak öne çıkıyor. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi Türk devletlerini bir araya getiren bu teşkilat, ortak alfabe projesini hayata geçirerek Türk dünyasının birliğini yeni bir boyuta taşımaktadır. Şu anda Türk devletleri arasında farklı alfabelerin kullanımı –Latin, Kiril ve hatta geçmişte Arap alfabesi– iletişimde ve kültürel alışverişte bir engel teşkil ediyor. Örneğin, Türkiye ve Azerbaycan Latin alfabesini kullanırken, Kazakistan Kiril’den Latin’e geçiş sürecinde önemli adımlar atıyor. Kırgızistan ise hâlâ büyük ölçüde Kiril alfabesine bağlı. Bu farklılıklar, ortak bir edebi dilin ve yazılı kültürün gelişmesini zorlaştırıyor. TDT, bu sorunu aşmak için ortak bir alfabe üzerinde uzlaşma sağlayarak, Türk dünyasını birleştiren somut bir adım atmıştır. Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonunu, 1991'de önerilen Latin tabanlı Ortak Türk Alfabesi projesinin üzerinde çalışmalar yapmış iki yılın sonunda Türk dillerinde bulunan farklı fonemleri temsil eden harfleri kapsayan 34 harfli Ortak Türk Alfabesi üzerinde uzlaşılmıştır.
Ortak Türk alfabesi, yalnızca pratik bir iletişim aracı olmakla kalmaz; aynı zamanda Türk milletinin tarihsel sürekliliğini geleceğe taşıyacak sembolik bir anlam da taşır. Dil, bir milletin ruhudur; ortak bir alfabe ise bu ruhu birleştiren sestir. Gaspıralı’nın Tercüman’la ortaya koyduğu başarı, bu birliğin mümkün olduğunu göstermiştir. Eğer o dönemde, sınırlı imkânlarla ve baskıcı rejimlerin gölgesinde bile Türk dünyası bir gazete etrafında birleşebildiyse, bugün modern teknolojinin sunduğu olanaklarla bu hedef çok daha erişilebilir hale gelmiştir. Eğitimde, bilimde, edebiyatta ve dijital dünyada ortak bir alfabe kullanılması, Türk topluluklarının birbirine daha yakınlaşmasını sağlayacak, genç nesillerin ortak bir kimlik bilinciyle yetişmesine zemin hazırlayacaktır.
Gaspıralı’nın mirasını yaşatmak, sadece geçmişe bir saygı duruşu değil, aynı zamanda Türk dünyasının geleceğini inşa etme çabasıdır. Ortak Türk alfabesi, farklı şiveleri ve lehçeleri bir zenginlik olarak korurken, Türk milletini küresel arenada daha güçlü bir konuma taşıyabilir. Bu, Türk dünyasının bir nehir gibi coşkuyla akmasını sağlayacak, engelleri aşarak birleşmesini mümkün kılacak bir adımdır. TDT’nin kabul edilen alfabeye yönelik kararları güçlü bir irade ortaya koyarak uygulaması, Gaspıralı’nın hayalini 21. yüzyıla taşıyarak Türk milletinin tarihteki yerini daha da sağlamlaştıracaktır.