Türk Coğrafyasının Suyla Sınavı

YAYINLAMA:

Su, varlık demektir; hayatın ta kendisidir, gıdadır, sağlıktır, temizliktir, bereket getirir, doğanın güzelliğidir, enerji sağlar, tarımın temelidir, ulaşımı mümkün kılar ve teknolojinin yapı taşlarından biridir. Su, yaşanabilir bir dünyanın vazgeçilmez koşuludur. Ne yazık ki bu değerli kaynak, tükenerek, kirlenerek ya da yer değiştirerek kullanılamaz hale gelebiliyor. Devletlerin varlığını sürdürme ve güçlenme çabaları içinde gıda, enerji, ulaşım, hammadde ve su kaynakları önemli bir yer tutarken, gelecekte belki de en kritik öneme sahip olacak olan ‘su’dur.

Küresel ısınma, dikkatsiz kullanımdan kaynaklanan kirlilik, plansız tüketimle gelen azalma ve doğal yaşamı yok ederek canlı türlerini tehdit eden unsurlar, susuzluğu tüm dünyayı ilgilendiren temel bir tehlike haline getiriyor. Bu durum, bizim coğrafyamızın hem bugünü hem de yarını için ciddi bir sorun oluşturuyor.

Suyun sahipliği ve kullanımı için topluluklar arasındaki çekişme tarih boyunca var olmuşsa da, bugün bu mücadele devletler arası savaşlara yol açabilecek bir boyuta ulaşmış durumda. Tüm dünya bu çatışmaya hazırlanırken, Asya-Avrupa kıtasının önemli bir parçası olarak bizlerin bu durumdan uzak kalması mümkün değil. Bu yüzden, doğudan batıya tüm su kaynaklarının paylaşımı ve kullanımı çok yönlü bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal, ekonomik, hukuki, siyasi ve hatta askeri boyutları olan bu mücadelede, sahip olduğumuz kaynakları doğru bir şekilde belirleyip, uluslararası sistem içinde uygulanabilir çözümler geliştirmeli ve bunları dünya kamuoyuna kabul ettirmeliyiz. Su politikalarında proaktif bir yaklaşım yerine tepkisel bir tutum sergilemek, özellikle dört önemli su havzası için verilecek zorlu bir mücadelede elimizi zayıflatabilir. Su havzaları konusunda, ilgili tüm uzmanlık alanlarında kapsamlı çalışmalar yapılmalı, çok disiplinli bir yaklaşımla analizler hazırlanmalı, devlet ve sivil toplum kuruluşlarının öngörüleri bu doğrultuda güçlendirilmelidir.

Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi ve Aral Denizi havzaları,hem Türk soylu devletler hem de komşuları arasında ciddi krizlere yol açabilecek potansiyele sahiptir. Zaten tarihsel, dini ve siyasi çatışmalarla dolu olan bu coğrafya, su gibi hayati bir meselenin eklenmesiyle daha da ısınarak kontrol edilemez bir güç mücadelesi alanına dönüşebilir. Bu suların hukuki statüleri, kıta sahanlıkları, havzalardaki akarsular, yeraltı kaynakları ve canlı yaşamı, yağmacı bir yaklaşıma kurban edilmeden insanlığın ortak mirası olarak korunmalıdır. Eski devletlerin geçmişten gelen kullanım haklarından vazgeçmek istemeyeceği açıkken, siyasi haritaya yeni katılan devletler de hak gördüklerini elde etmek için her yola başvurabilir. Son dönemde siyasi sınırların ciddi şekilde değiştiği coğrafyamızda, geçmişte yapılan su kullanım anlaşmalarının bir kısmı geçerliliğini kaybetmiş, kalanların çoğu ise işlevsiz hale gelmiştir. Henüz ekolojik dengeyi ve ülkelerin güç-ihtiyaç dengesini tatmin eden bir paylaşım zemini oluşturulabilmiş değil.

Temiz suyun kullanımı kadar, kirli ve atık suların doğru şekilde bertaraf edilmesi de bölgedeki önemli konular arasında yer alıyor. Atık sular yalnızca bulundukları alanı değil, akarsuların ulaştığı tüm bölgeleri ve durgun su çevrelerini de etkiliyor. Elektrik üretimi için yapılan barajlar, çok su isteyen tarım ürünleri, sanayi faaliyetleri ve insanların günlük ihtiyaçları, su kaynaklarının hızla artan nüfusa yetmesini giderek zorlaştırıyor. Aynı zamanda önemli bir gıda kaynağı olan bu dört büyük su kütlesi; kirlilik, bilinçsiz kullanım, düzensiz avlanma ve kuruma gibi sebeplerle fauna ve florasındaki canlı türlerini hızla kaybediyor, bu da yaşamın giderek tükenmesine neden oluyor. Çölleşme, tuzlanma, biyolojik ve kimyasal zehirlerin yayılması gibi ekolojik dengeyi bozan yanlış uygulamalar, insanlığa açlık, hastalık, göç ve yaşam standartlarının düşmesi şeklinde geri dönüyor.

 

 

Aral Denizi, şu anda bu sorunların tümünü en dramatik şekilde yaşayan yerlerden biridir ve insan eliyle ortaya çıkan en büyük çevre facialarından biri olarak 1960’tan beri suyunun %90’ını yitirmiştir. Kirlilik oranı sürekli yükselen Karadeniz, insan kaynaklı birçok çevre felaketiyle karşı karşıya kalmıştır. Petrol ve doğalgaz gibi çağımızın vazgeçilmez enerji kaynakları açısından stratejik bir konuma sahip Hazar Denizi’nin geleceği de bu tehditlerden uzak değildir. Kuruyan Aral Denizi tabanı dahil diğer üç deniz, zengin petrol ve doğalgaz yataklarıyla dikkat çekmektedir. Türk devletleri, kardeş ve komşu toplumlarla iş birliği içinde, ortak bir gelecek için bu dört havzanın korunması ve yaşatılması mücadelesini üstlenmek zorundadır. Türkiye’de ve diğer Türk devletlerinde bu meseleyle ilgili bilinçlendirme çalışmaları yapılarak ortak bir kamuoyu oluşturulmalıdır. Bölgedeki gerilimlerin yerini diyalog ve dayanışmaya bırakması hepimizin lehinedir. Su, mücadele için değil, hayat için vardır. Şunu hep hatırlamalıyız: “Su yaşamın ana kaynağıdır.”

 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *