Kültür ve medeniyet, hepimizin aşina olduğu ve adeta dilimizde bir ikileme gibi var olan kavramlardır. Kültür, medeniyetin bir parçası; medeniyet de kültürün bir parçası hâline gelmiştir. İkisi de millet denilen yapbozun en büyük parçalarını oluşturmuş ve milletin can damarı haline gelmiştir. Öyle ki milliyetçilik tanımı da bu düşünceyi gözler önüne sermektedir. Bir milletin dil, din, ülkü birliğini temele alarak kendisine has gelenek ve kültüre bağlı kalmak kaydıyla yaşama ve gelişme çabası, milliyetçilik olarak nitelendirilir.

Peki bu kültür ve medeniyet kavramları bize neyi çağrıştırmalı ve Türk sosyolojisinin kurucusu, Türkçülüğün fikir babası Ziya Gökalp bu kavramlar hakkında ne demektedir ona göz atalım.

Büyük Türkçü Ziya Gökalp, kültürle medeniyetin ayrı ayrı kavramlar olduğunu kabul etmekte ve kültüre “hars” adını vermektedir. Hars; halkın geleneklerinden, teamüllerinden(eskiden beri yapageldiği davranışlarından), örflerinden, sözlü ve yazılı edebiyatından, lisanından, musikisinden, dininden, ahlakından, estetik ve iktisadî mahsullerinden ibarettir. Hars, bir milletin yaygın terbiye yolu ile toplumdan fertlere geçen manevi değerler bütünüdür.

Kısaca hars olarak nitelendirilen kültür, bir toplumu diğer toplumlardan farklı kılan, geçmişten beri değişerek devam eden, kendine özgü, sanatı, inançları, örf ve adetleri, anlayış ve davranışları ile onun kimliğini oluşturan yaşayış ve düşünüş tarzıdır.

Medeniyet ise, milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünü olarak tanımlanabilir. Gökalp’e göre medeniyet, aynı mamureye dahil birçok milletlerin sosyal hayatlarının ortak bir toplamıdır.

Günümüzde kültür ve medeniyet kavramları birbirlerine karıştırılmaktadır ve büyük fikir adamı Nurettin Topçu’ya göre bu iki kavramı birbirine karıştırmamız Batı taklitçiliğine yol açmıştır. Medeniyet, insanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin bütününden ibarettir. Kültür ise, bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim, sanat, ahlak ve dine ait değerlerdir. Batı tekniği bize asırlardan beri damla damla gelmektedir. Teknik; kültürden sızan bir usare, kültür ağacının yetiştirdiği bir meyvedir. Halbuki, bizim kendi kültürümüz tekniği yaratmadı. Onu emanet bohçalar içinde Batı’dan aldık, yaratmanın zevkini yaşayamadık.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini kültür oluşturmakta ve toplumumuz için büyük önem taşımaktadır. İki yüzyıla yaklaşan bir süredir büyük bir değişmenin içinde olan Türk toplumu, bu değişme sürecinin olgunluk çağını yaşamakta, değişmenin neticeleri olumlu veya olumsuz olarak ortaya çıkmaktadır.

Değişmenin son yıllarda, olağanüstü boyutlarda hızının artması, kültür üzerinde düşünmemizin, üzerinde durmamızın önemini yeniden gündeme getirmiştir. Çünkü bu aynı zamanda Türk milli varlığının, oluşmakta olan yeni dünya şartlarında kendisini hangi ölçülerde gösterebileceği sorusuna da cevap olacaktır.

Atatürk’ün kurduğu devletin ebediyen istiklâlini koruyabilmesi için siyasi yapısını, hukuk sistemini, eğitim ve fikir hayatını Ortaçağ'ın donmuş kalıplarından kurtarıp aklın, çağdaş bilimin ve dönemin gereklerine uygun bir yapıya kavuşturmayı zorunlu gördüğü açıktır.

Geçmişin acı tecrübeleriyle hareket eden Atatürk, yeni bir milli kültür şuuru uyandırarak kültürel bütünleşmeyi sağlamak istemiştir. Kültürel bütünleşme, kültür birliği ve milli kültür şuuru, ırk birliğinden hatta hudut birliğinden daha önemli bir özellik taşır.

Bir milletin kültürü varsa o millet vardır, eğer kültür yoksa veya özünü yitirmişse o toplum kimlik değiştirmeye mahkum edilmiştir. Bu sebeptendir ki kültür emperyalizmi denilen akım, bizim kültürümüzü daha fazla etkisi altına almadan tedbirler alınmalıdır. Alınacak ilk ve en önemli tedbir ise kültürün yapıtaşlarını oluşturan millet, ümmet ve medeniyet kavramlarımıza sahip çıkmak olacaktır. Elbette kültür alışverişi olmalıdır ancak Türk milletinin hangi kültürden neyi, ne şekilde aldığını ve uyguladığını bilmesi gerekmektedir ve tabii hangi kültürel değerleri hangi değerler pahasına feda ettiğini!