Sahte adalet sancıları ile memleketin göbeğinde, tahammülsüz hırslarını çığıra çığıra pisliklerini peydahlıyorlar. Demokrasi diyorlar; dediğimiz gibi tahammülsüzce. Sadece kendi fikirlerine hürriyet içeren, sadece kendi fikirlerini haklı gören, sınıfsal ve ötekileştirici bir demokrasi(!) anlayışı ile… Yok böyle bir demokrasi, elbette. Laiklik diyorlar, laiklik tanımı ile alakası yok. Değerlere, maneviyata, inanışlara ve esasen İslam’a düşmanlık duyan bir hırsla… Bu tahammülsüz hırslarını haklı görerek bir de adalet sancısı çekiyorlar, çığıra çığıra… Maalesef peyda oluyor pislikleri; memleketin göbeğinde, milletin zihin dünyasına…

***

Popülizm tutkusu için hukuku bir maşa olarak kullanan ve Polatgiller davasının yakaladığı kamuoyu ilgisinden nasiplenmek üzere dedikodu ve magazin programlarında boy gösteren ancak kendi mal varlığı sorgulanınca; “…kanser başlangıcıydım, çocuk emziriyordum…” cümleleriyle demagoji yaparak, iftira algısı ile konuyu kapatan Feyza Altun… Demokratik, laik ve adaletin kılıcı olarak çizdiği profilinden; insanların maneviyatına, değerlerine, inanışına, kutsalına küfretti. Açık açık… Tabi ki ifadeye çağırıldı, adli kontrol kararı ile salındı. Sonra ne oldu..? “Herkese kelepçeleri yetmez.” diyerek ilk açıklamasını yaptı. İşte bu nedir biliyor musunuz..? Giriş cümlemizdeki pislik peydahı… Bir hukukçu olarak, hukuka dair tamamen ters bir algı oluşturuyor. Sanki suçsuzmuş da, suçsuz yere iktidar kanadı tarafından tutuklanmaya kalkılmış ama güç yetmemiş… Hakaret başlı başına bir suçtur, kaldı ki küfür var. Bu bir suç olmasa, Feyza hanım kendine her hakaret edene ne için dava açıyor..? Hukuk onun yanlısı mı, güç onun elinde mi, onun kelepçeleri herkese yetiyor mu..? Milli ve manevi değerlere hakaret de resmi bir suç. Burada da toplumun yoğun bir kesiminin değerlerine küfür var. **Haliyle hak vuku buluyor, batıl akılla oynuyor. **

Verilmeye çalışılan mesaj, yani peyda olan pislik şu; “bunlar hukuku ellerine almış, şeriatı getirecek, hepinizi kapatacak, kadınları öldürecek,… ama korkmayın bana güçleri yetmez, ben adaletin(!) kılıcıyım.” Bir hukukçu olarak, hukuku ayakları altına alıyor ve kendi tahammülsüz adaletinin çığırtkanlığını yapıyor. Ne kadar acınası bir durum, herkes için… Bu şizofrenik cümleleri alkışlayanlar için de, hukukçu meziyeti verenler için de ve en çok da şahsın şahsiyetten uzak şahsı için de acınası bir durum.

***Peki kişiler ve olaylardan uzak, politik bir meze haline getirilen şeriat nedir..? ****Alimlere hadsizlik olmadan, sürç-ü lisan edersek affola diyerek ve bir Müslüman olarak da ifadeyi kendimizde hak görerek açıklamaya çalışalım.**** Şeriat, İslam’a dair Kutsal kitapta vahyedilen insani, ahlaki ve dini değerler düzeninin adıdır, kurallar bütününün kavramsal ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Kur’an-ı Kerim’de ise şeriat,  “kainatın işleyişinin yüce düzeni.” olarak ifade edilmektedir. Bakınız: Casiye Suresi-18 / Necm Suresi-49.   Şeriat, politik bir rejim değildir, İdeolojiye indirgenecek bir kavram hiç değildir. Bazı grup, cenah ve hatta ülkelerin İslam profili ile şeriat adı altında sergiledikleri nefsi ve İslam’dan uzak tutumlarla alakası olmayan ve ulvi nizamı ifade eden bir kavramdır. Maalesef ki bu kavram çatısında yanlış yorumlama ve yanlış uygulama ile baskıcı bir profil çiziliyor. Ancak İslam’ın güzelliğine vakıf olan her arifin bildiği gibi İslam, zorlayıcı ve zorba değildir. Çünkü İslam’da gönüllülük esastır, zorlamanın katiyen olmadığı da kutsal kitapta vurgulanmaktadır. Bazı gruplar, yanlış algı ve tanımlamalarla bazı kavramları farklı kullandığı zaman, o kavramların gerçek manası yok oluyor mu..? “Demokratiğiz biz” diyerek farklı fikirlere tahammül edemeyenler, aşağılık ve cahil görenler var. Bunlar var diye, demokrasinin asıl anlamı değişiyor mu, varlık felsefesi değişiyor mu, demokrasi kavramı kirleniyor mu..? Şeriat da, nefsinin kurbanı olarak yanlış yorumlayanların dilinde kirlenmez. Haliyle bir değer atfedilen bu kavrama küfretmek, değerlere küfretmektir. Belli bir grubun, dini kullanarak yaptığı yanlışlar eleştirilir. Ancak bu eleştiri o dinin değerlerini kapsayan kavramlar üzerinden yapıldığı anda, eleştiri olmaz, hadsizlik olur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.216/3’e tabi olur. Hukuksuz olur.

Hukukçu ama, hukuksuz; akıl ukalası ama cahil bir avukat(!) hanım. TCK m.216/3’de dediği gibi dini değerleri alenen aşağıladı, bu aşağılama kamu barışını tehdit eder nitelikteydi ve ifadeye alındı. İfade sonrası bir avukat olarak Türk Ceza Kanunu’nu yok saydı! TCK m.216/1’de dediği gibi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etti. Bu apaçık bir tahriktir çünkü. Keyfi olarak almışlar da kelepçeleri yetmemiş iması ile Türk Polisi’ne iftira ederek halkı polise karşı kışkırtıyor. Hukuki bir suç işlediği ve bunun sonucunda ‘en azamisinden’ hukuka uygun olarak adli kontrol kararı alındığı halde, hiçbir şey olmamış edasını takınarak cezasını gizliyor. Burada da edalı bir kışkırtma var, yalan var, ukalalık var, algı şovu var… Bir tek hukukçuluk yok, hümanizm yok, demokrasi yok ve üzgünüm ama laiklik de yok. O dillerinden hiç düşüremedikleri laiklik, maalesef akılları ile henüz temas edememiş. Konuyu derinlemesine incelersek aslında bu zihniyet uzun vadede kurucu iradeye de saldırıyor. Kurt postu giyen çakallar misali, Atatürk’ün fikri güzergahında postları ile geziyorlar, karalıyorlar. Her türlü zarar, ziyan…

*Sözün nihayetinde ne küfre götürenin ne de küfrü edenin tarafı değiliz, hak olan söze dönsün dilimiz…*