Bahadır Çoban / TÜRKGÜN
Soylu, “Diyarbakır anneleri meselesi aslında Türkiye’nin bir dönem yoksunluğunu istismar etmeye çalışanlara, Türkiye’nin kardeşliğini istismar etmeye çalışanlara, başka bir oyun kurgulamaya çalışanlara karşı bir itirazdır. Nasıl bir itiraz? “Bizim yakamızdan düşün” itirazı. Peki, bunu niye anne yapıyor? Çünkü onun evladı hem evlattır hem vatandır. Onun evladı hem bugündür hem yarındır. Sadece kendi evladına yapılana karşı bir itiraz meydana getirmiyor. Oradaki ve bundan sonra olabilecek kayıplara yönelik bir imdat zili çalıyor” açıklamasında bulundu.
“Doğu ve Güneydoğu'da hukuk devletinin bütün cüzleri işlemektedir. Terör örgütünün dışında Doğu ve Güneydoğu'da kimsenin bir itiraz yoktur” diyen Soylu, “Gecenin saat 3’üne 4’üne kadar insanlar hür ve özgür dolaşabilmektedir. Böyle değildi. Siz de ben de biliyoruz ki akşam saat 3 buçuk 4, ikindi ezanıyla beraber herkes evine çekilirdi. Böyle bir hayatı biz çabuk unutuyoruz ama böyle bir hayatı kim kabul eder? Bu travmanın kolay kolay sökülüp atılması elbette ki zamana aittir. İnanın bu coğrafya bir cazibe merkezi oluyor ve buranın cazibe merkezi olmasını istemiyorlar. Tabii oradaki yaşayanlar istiyorlar” ifadelerini kullandı.
Diyarbakır Anneleri’nin Türkiye’nin kardeşliğini istismar etmeye çalışanlara karşı bir itiraz olduğunu dile getiren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 24 ailenin evladına kavuştuğunu açıkladı. Bu zamana kadar ikna yoluyla 900’e yakın örgüt mensubunun teslim olduğunu ifade eden Bakan Soylu terör örgütünün yeni eleman temini noktasında açmaza düştüğünü belirterek yılbaşından bu yana sadece iki kişinin örgüte dahil olduğunu söyledi.
Bugün Türkiye’de PKK terör örgütüne karşı verilen mücadeleyle simgeleşmiş bir olgu olarak “Diyarbakır Anneleri” gerçeği var. Siz her fırsatta evlatlarını PKK terörünün elinden kurtarmak için aylardır eylem yapan bu insanların yanında oldunuz. Fakat siyaset üstü bir konu olması gereken Diyarbakır Anneleri meselesine, farklı olaylarda hızlıca örgütlenebilen toplumsal ve siyasal kesimler tarafından yeterli ilgi gösterilmedi. Bu kayıtsızlığı neye bağlıyorsunuz?
Ben hep Türkiye’yi şöyle gördüm: Türkiye’nin doğruları, kabulleri, yaşanmışlıklarının kendilerine bıraktığı tecrübe maalesef nasıl dışarda birtakım itirazlarımızı gerektiriyorsa bu itirazlar da şu; yaşanmışlıklarımızı, tecrübelerimizi doğrularımızı yanlış olarak tercüme edenlerin Türkiye’de de aksülameli, karşılığı var. Onların yıllarca Türkiye’de temsilcileri oldular, ticari anlamda distribütörleri oldular. Bu hala devam ediyor. Yani bunun ticari ilişki olduğunu düşünmenizi arzu ederim. Bu bir ideolojik ilişki değil.
İdeolojik ilişki kılıfı içinde bir ticari ilişki. Bu kadar basit ele alınırsa mesele çözülür. Çünkü bu topraklarda yaşayan insanları görüp, bu toprakların hürriyete nasıl kavuştuğunu bilip, beş vakit ezanını dinleyip, ay yıldızlı bayrağı görüp Türkiye’nin gerçeklerine ve doğrularına sırtını dönmenin karşılığı ancak ticaretle ödenir.
Bunun karşılığı ekonomik gerekçelerdir. Biraz daha ötesi, ülkeyi birtakım ekonomik ve ticari sebeplerle başkalarının arzularına, planlarına ve emellerine tercih etmektir. Bu kadar açık ve net. Onun ötesinde, onlar bizden daha demokrat, daha medeni, daha modern… Böyle bir şey söz konusu değil. Aynı okullarda okuduk, aynı öğretmenlerden eğitim aldık, aynı sokaklarda yürüdük, her hafta aynı İstiklal Marşı’nı okuduk.
Her beş vakit ezanı bu coğrafyada beraber dinliyoruz. Aynı annelerimiz var, aynı babalarımız var, eğitim seviyeleri hemen hemen birbirine benzer. Tam anlamıyla bu meselenin ticari ve ekonomik bir mesele olduğunun altını çizmek lazım.
Öyleyse Diyarbakır Anneleri meselesini sadece terörün elinden evlatlarını kurtarmak isteyen ailelerin çabası olarak okumak yeterli değil…
Diyarbakır anneleri meselesi aslında Türkiye’nin bir dönem yoksunluğunu istismar etmeye çalışanlara, Türkiye’nin kardeşliğini istismar etmeye çalışanlara, başka bir oyun kurgulamaya çalışanlara karşı bir itirazdır. Nasıl bir itiraz? “Bizim yakamızdan düşün” itirazı. Peki, bunu niye anne yapıyor? Çünkü onun evladı hem evlattır hem vatandır.
Onun evladı hem bugündür hem yarındır. Sadece kendi evladına yapılana karşı bir itiraz meydana getirmiyor. Oradaki ve bundan sonra olabilecek kayıplara yönelik bir imdat zili çalıyor. Diyor ki “Biz bununla karşı karşıya kaldık ve insan hakları diyen dünya bize sessiz kaldı.” Hangi insan haklarından bahsediyorlar? 9 yaşındaki çocuğun eline silah veren alçak için hala bugün söz söyleyemeyenler mi? Dünyanın en kirli fotoğrafı Birleşmiş Milletler temsilcisi ile Ferhat Abdi Şahin’in bir masada çocukların terörist olmamasına yönelik güya imzaladıkları metnin fotoğrafıdır. Dünyanın en kirli fotoğrafıdır bu.
Elbette ki Birleşmiş Milletler tarihinde dünyadaki haksızlıklara ve zulümlere sessiz kaldıkları süreçleri de eklemek lazım ama bu Birleşmiş Milletler tarihinin en kirli fotoğrafıdır.
Dünyadan hiç ses çıkmadı bu fotoğrafa ve şunu söylemek istiyorum, Diyarbakır anneleri o fotoğrafa vurulan en büyük tokattır. Korkmuyorlar, anne korkmaz. Çekinmiyor. Can derdim, sıkıntım, tehdidim demiyor.
Onların açtığı istikamet Van’da, Şırnak’ta, Hakkâri’de aynı şekilde devam ediyor. 900’e yakın ikna ile aileleriyle beraber görüşerek PKK’dan terörist geldi ve adalete teslim oldu.
“Biz bir terör örgütünden Türkiye Cumhuriyeti’nin sinesine teslimiz” dedi. Bir taraftan bu sağlanırken diğer taraftan terör örgütüne katılımlar düşük. Yılbaşından bu yana 2 kişi. Ona nazaran yılbaşından bugüne 31 ikna var, gelip teslim olan.
Diyarbakır annelerinden 24’ünün evladıyla buluşması sağlandı. Türkiye buna bir günde gelmedi. Çok bedeller ödedi, çok tecrübeler elde etti, çok acılar çekti.
“TERÖR ÖRGÜTÜ RAHATSIZ, BÖLGE İNSANI MUTLU”
Teröre karşı elde edilen bu başarıyı neye borçlusunuz?
Bakın bugün şu sözü haykırarak söyleyebiliriz: Bizim çocukluğumuzda okullarımızda Doğu ve Güneydoğu ile ilgili söz söylenirken bazen üzgün bazen de çaresiz şu cümleler dökülürdü insanların ağzından: “Buraların makus talihi bu, ne yapacağız? Yol yok, hastane yok, okul yok.” Peki, bugün yol var, hastane var, havalimanı var, sanayi var, fabrika, turizm kültür, sanat, fotoğraf var, Allah’a hamdolsun. Dün şöyle derdik: “Terörle mücadele edeceğiz ama gerekli teçhizat yok.” Yine çocukluğumuzdan hatırlarız, askere gidenler derlerdi ki: “Teröristlerin gece görüşlü dürbünleri var. Gece görüp katlediyorlar.” Bunu böyle etlerini sıkarak söylerdi bizimkiler.
Şimdi savunma sanayimizin millilik oranının yüzde 20’lerden yüzde 70’lere çıkması ile bambaşka bir şey oldu. Kendi helikopterlerimiz, en son emniyetimiz kendi helikopterini aldı, alacak, devam edecek. Jandarmamız, İHA’larımız, yerli mühimmatlarımız, yerli üretimlerimiz, Allah’ımıza şükürler olsun.
Kötü komşu bizi ev sahibi yaptı. Bütün bunları sağlayan bir Türkiye. Üniversiteler, okullar, dün yoktu, bugün var. Doğu ve Güneydoğunun her tarafında bugün okul var, üniversite var. Bu neyi sağlayacak? Bu temel alt yapının gelişimidir. Yol, havalimanı, güvenlik, huzur var. İlkokul, lise, üniversite var. Bunlar oraların yarın daha iyi kalkınmasını sağlar. Oraların başka avantajları daha var, Türkiye’nin diğer bölgelerine göre. Mesela Ağrı, Van, Hakkari İran ile komşudur. Hatay, Antep bütün bu bölge Suriye’yle komşudur. Mardin Suriye’yle komşudur.
Yani buradaki gelişmeler, burada elde edilecek ekonomik büyüme, sosyolojik zenginlik bütün bunlarla birlikte sınırın öteki tarafında da hem bir etkileşim ortaya koyacak hem de bu bölgeyi topyekûn bir şekilde gelişmeye götürecek. Bu anlattığım, şu anda Doğu ve Güneydoğu’da kurulan tekstil, ayakkabı fabrikaları, bütün bunların tamamı, çalışmaya başlayan madenler, dağların güvenlik açısından muhafaza edilmesiyle gelişen hayvancılık, barajların yapılmasıyla sulanan topraklar bambaşka bir zenginliği getiriyor. Esas bugün birilerinin koştur koştur Irak’a gitmesi, birilerinin koştur koştur Suriye’ye gitmesi, birilerinin koştur koştur etrafımızdaki coğrafyada pozisyon tutma çabalarının temel sebebi budur. Coğrafi zenginliğimizi görüyorlar, Doğu ve Güneydoğu'nun sıçramasını görüyorlar. Doğu ve Güneydoğu'nun sıçramasıyla etrafındaki coğrafyayı etkisi altına alabileceğini görüyorlar. Doğu ve Güneydoğu'da hukuk devletinin bütün cüzleri işlemektedir.
Terör örgütünün dışında Doğu ve Güneydoğu'da kimsenin bir itiraz yoktur. Gecenin saat 3’üne 4’üne kadar insanlar hür ve özgür dolaşabilmektedir. Böyle değildi. Siz de ben de biliyoruz ki akşam saat 3 buçuk 4, ikindi ezanıyla beraber herkes evine çekilirdi. Böyle bir hayatı biz çabuk unutuyoruz ama böyle bir hayatı kim kabul eder? Bu travmanın kolay kolay sökülüp atılması elbette ki zamana aittir. İnanın bu coğrafya bir cazibe merkezi oluyor ve buranın cazibe merkezi olmasını istemiyorlar. Tabii oradaki yaşayanlar istiyorlar.
“BİZ MÜTTEFİKLERİMİZİN ARKASINDAN İŞ ÇEVİRMEYİZ”
15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki gücün ABD olduğunu beyan eden açıklamanız sonrası ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü tarafından “Türkiye’nin NATO müttefikliği ve stratejik ortaklık statüsüyle bağdaşmayan” bir dil kullanmakla eleştirilmiştiniz. Buna bir cevabınız olacak mı?
Diplomatik birçok cümle ifade edebilirsiniz. Diplomatik olarak ifade ettiğiniz cümleler sizin yaşadıklarınızı ne kadar onarır? Bizim bu dünyada durduğumuz yer hiçbir müttefikimizin, hiçbir ittifakımızın arkasına dolanmaya müsaade etmez. Bu şu demektir: Biz ittifaklarımızın ve müttefiklerimizin arkasından iş çevirmeyiz. Çevirdiğimizi ispat edemezler. Böyle bir şeyi aklımızdan geçirdiğimizi ve tevessül ettiğimizi ispat edemezler ama buna ait, örneğin Avrupa’da herhangi bir devletin, herhangi bir milletin içine fitne sokmaya çalışanlara Türkiye’de ev sahipliği yaptığımızı ve onları desteklediğimizi kimse söyleyemez.
Keza Amerika dahi dünyanın birçok ülkesinde biz kimsenin kendi ülkesinde fitne üretmesine sebebiyet verecek, o ülkeyi rahatsız edecek herhangi bir adımın sahibi olmadık, olmayacağız da. Ancak dikkat ederseniz içimize nifak ve fitne atmaya çalışanların önemli bir bölümü bu bahsettiğimiz ülkelerin içerisindeler ve onların stratejileri ile beraber adım atıyorlar. Şimdi buradan ne murat edersiniz?
Açıklamada Türkiye’den “müttefik ve stratejik ortak” olarak bahsedilmişti. Bu açıklamayı samimi buldunuz mu?
Söylediğim gibi diplomatik olarak istediğiniz kadar hikâye yazabilirsiniz, istediğiniz kadar söz söyleyebilirsiniz. Benim ülkem Türkiye ahitlerine bağlı bir ülkedir, sözüne bağlı bir ülkedir. Benim ülkemin başka bir özelliği daha var: Ezanına, bayrağına ve toprağına sadıktır, kimseyi tanımaz. Burada bir tek soru sorulacak: FETÖ nerede yaşıyor? Eğer bu Türkiye’de yaşıyorsa biz müttefikliğe karşı adım atıyoruz demektir. Ama burada değil Amerika’da yaşıyor. Peki, Avrupa Türkiye’de darbe gerçekleştirmeye çalışanlara ev sahipliği yapıyor mu? Yapıyor. Bize diplomatik hikaye anlatmasınlar. Hukuk devletinin gereği bir ülkenin hürriyetini, istikbalini, istiklalini, bekasını esaret altına almaya çalışanlarla o ülkelerin insanlarını taammüden katledenlere gereğini yerine getirmektir.
Yani hukuk devleti ölçüleri bu olmalıdır. İttifaklık güzel bir şey, müttefiklik de güzel bir şey ama bir de hukuk devleti olmak vardır. Eğer bu ülkeler Türkiye ile olan münasebetlerini hukuk devleti kimliği çerçevesinde kullanmıyorsa kendileri ile ilgili de bir sorun vardır.
Biz kimseye ikiyüzlü davranmadık, davranmayız da ama ikiyüzlü davrananları da anlarız. Türkiye ikiyüzlü davranılmayı hak eden bir ülke değildir. Çünkü Türkiye bu coğrafyanın dengesidir. Bunu en iyi bizim müttefiklerimiz bilirler. Şu da bir gerçek, mesele sadece FETÖ meselesi değil, aynı zamanda PKK meselesi, aynı zamanda koskoca bir DEAŞ meselesi. Soru şu: Ne oldu Rakka’daki DEAŞ’lılar ve nasıl gittiler? Bu sorunun cevabı yok.
Peki, DEAŞ’la PYD ve PKK arasındaki petrol ilişkisini, bağını nasıl kurdunuz, nasıl oluşturdunuz, bunu nasıl tanzim ettiniz? Bu soruların cevapları yok. Terör örgütleriyle koyun koyuna girilmeyeceğini en çok “Batı medeniyeti” bilmelidir. Çünkü terör örgütlerinden en çok zararı onlar çekebilirler. Bunun bedelini ödediler ama eğer terör örgütleri bu kadar şımartılırsa dişlerine kan değer ve durdurulamazlar.
YARIN:
- İnsan hakları Eylem Planı
- Sosyal Medya Düzenlemesi
- Kadına Şiddet