MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Hidayet Vahapoğlu, TÜRKGÜN gazetesinden Bahadır Çoban’ın sorularını cevapladı.
SORU: Harekâtın beklenilenden hızlı ilerlemesini neye bağlıyorsunuz?
CEVAP: Harekât hızlı ilerliyor. Yanılmıyorsam 140 km’ye yakın bir genişlik, 30 km’ye yakın bir en söz konusu. Burayı kontrol ederek Türk ordusu ilerliyor. Bunu şuna bağlamak lazım. Türk ordusu uzun süredir terörle uğraşan bir ordu, dolayısıyla diğer ülkelerin ordusu gibi ihtiyaç duyulduğunda sefere gönderilen bir ordu değil. 1984’ü baz alırsak eğer, günümüze kadarki süre içerisinde teğmenliğinden başlayıp bugün general olan ya da astsubaylığından başlayıp bugün kıdemli başçavuş rütbesindeki insana kadar ordunun profesyonel kadrosu bu konularda eğitimli. Şu anda oraya askeri müdahale yapılmasına gerekçe teşkil eden gerçekler de bizim ordumuzun, askerimizin motivasyonunu yükseltiyor. Neden? Türkiye’nin artık bu beladan kurtulması lazım. Bu da ciddi bir motivasyon etkisi oluşturuyor. Evet, harekât hızlı gidiyor. İnşallah da sıkıntısız bir şekilde biter. Aynı zamanda askeri harekâtla elde ettiğimiz başarıları kamu diplomasisi ve diplomasi yollarıyla desteklememiz de çok önemli.
“SIRA İMHA ETMEYE GELDİ”
Terör örgütü PKK’nın Türkiye’nin güvenli bölge olarak belirlediği alanın dışına doğru kaçtığı gözleniyor. Türk ordusu terörle mücadele için bu hattın aşağısına geçer mi?
Aslında şu anda hükümet ne yapar onu bilmiyorum ama Türkiye’nin aşağı inmesi lazım. Bu inme zaten bir işgal hareketi değil, Türkiye’ye o bölgeden yönelik tehdidin bertaraf edilmesi. Şimdi güvenlik konseptleri hep değişti. Düne kadar tehditleri kendi ülkemizin içerisinde karşılıyorduk. Ancak yabancı ülkelere bakacak olursak, örneğin Amerika Birleşik Devletleri, örneğin Rusya bu konuda dünya gündemini sürekli meşgul eden ülkeler olarak, sınırlarından binlerce kilometre ötede yuvalanan ve kendilerine zarar verme ihtimali olan örgütleri yok etmek üzere silahlı tedbir alıyorlar. Bizim sınırımızdan taş atsalar Türkiye’de bir insanın kafasına değiyor. Böyle bir ortamda bizim “içeriyi temizledik” deyip oturma gibi bir durumumuz olamaz. Nitekim bu harekât başlamadan önce münferit zamanlarda ve başladıktan sonra sıklıkla karşılaştığımız gibi havan topuyla ülkemize ve sivil vatandaşlarımıza yönelik saldırılara şahit olduk. Bunlar terörist olduğu için sivil ya da üniformalı olması fark etmiyor, basın mensuplarına bile saldırabiliyorlar. Niye? Çünkü basın mensuplarının onların düzmece haberlerinin perde gerisini dünyaya sunabilme imkanları var. Dolayısıyla harekatı daha aşağılara indirme hususunu bu askeri operasyona karar veren merciler belirleyecektir. Takip etmek suretiyle, sıcak takip diye literatüre girmiş bir terminolojinin gereğini yaparak imha etmeleri söz konusu olabilir. Çünkü terörle mücadelenin iki genel esası vardır: Biri ıslah etme, topluma karıştırma, onun çevreye zarar vermesini bu şekilde engelleme, ikincisi ise imha etmektir. Büyük devletler, geleceğini düşünen devletler eline silah almış bir örgütü ıslah etme peşinde koşmaz ki bunun mümkün olmadığını biz gördük. Bu sefer sıra imha etmeye gelmiştir, kaçtıkları yere kadar kovalamak gerekir.
“BİLİNÇLİ BİR PROPAGANDA UYGULAMASI”
Türkiye’nin terörle mücadele konseptiyle yürüttüğü Barış Pınarı Harekatı’nın Batı basınında bir Türk- Kürt savaşı olarak sunulmasına ne diyorsunuz?
Bu tamamen bilinçli bir propaganda uygulaması. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türkiye’de yaşayan, soyu, etnik mensubiyeti ne olursa olsun insanların kendini Kürt olarak tanımlayan kesimle herhangi bir sorunu bulunmamaktadır. Böyle bir sorun hukuken de yoktur, kişilerin zihinlerinde de yoktur. Bu operasyon herhangi bir etnik gruba karşı değil, terör üreten yapılara karşı yapılmaktadır. Nitekim PKK açıklamalarında diyor ki bizim içimizde Arap var, şu var, bu var. O zaman bu tezleri tamamen çürümüş oluyor. Bu tezi çıkaran kaynaklar, yurt dışındaki yabancı ülke kaynakları. Türkiye üzerinde belli hedefleri olan ülkelerin kaynakları. Bunlar bizim uluslararası zeminde sıkıştırılmamız için yapılıyor. Ben burada bir şeyin altını çizmek istiyorum. 2003’te meclisten çıkan bir yasa var. 4963 sayılı yasa. Bu yasa ile kamu diplomasisi adına yürütülecek planlama ve uygulamayla ilgili istihbarat toplayan, yani psikolojik harekat istihbaratı yapan birimler kapatılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de bu konuda hukuki olarak çok ciddi bir boşluk var. Şu anda Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki İletişim Başkanlığı da bu görevi yapamamaktadır. Niye bunu söylüyorum? Bunu söyleme sebebim, dünyanın inanmayacağı bir argümanı bize karşı kullanma cesareti buluyorlarsa buna karşı bir tedbirimizin olmadığındandır. Türkiye’de etnik kökenine bakılmaksızın her vatandaşımız seyahat özgürlüğünde, mülkiyet özgürlüğünde, siyaset yapma özgürlüğünde, basın yayın imkânlarını kullanmada herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmamaktadır.
Çeşitli uluslararası örgütlerden Türkiye’ye tepkiler ve yaptırım tehditleri geliyor. Türkiye dış politikada yalnızlaştırılıyor mu?
Bir terör örgütü Batılı devletleri bu kadar etkilediyse iki konuda eksiğimiz var demektir. Bir, kamu diplomasisi alanında; iki, diplomasi alanında. Ben diplomasi alanında bir eksikliğimizin olduğunu zannetmiyorum ama 2003’ten bu zamana kadar kamu diplomasisi alanında çok ciddi bir boşluk oluşturuldu. Özellikle sosyal medya üzerinden insanların sinir sistemini bozacak hale getiriyorlar. Bunu önleyici derken sosyal medya imkanları kısıtlansın, durdurulsun falan demiyorum ama buna karşı, bizim maruz kaldığımız saldırıya karşı planlı olarak karşı koyacak, devletin bir biriminin olma zorunluluğu var. Devlet çapında bunu planlayacak, uygulatacak, uygulamayı koordine edecek, kontrol edecek ve devletin başına, Sayın Cumhurbaşkanına bu konudaki gelişmeleri arz edecek bir mekanizmaya ihtiyaç var. Türkiye’yi hasım görenlerin hangi adımları attığı ya da muhtemel adımların ne olduğunu önceden tespit edecek kadrolara ihtiyacımız var. İvedilikle bu boşluğun doldurulması lazım.
“TERÖRİSTLERİ TEMİZLEYECEĞİZ”
Suriye içerisinde operasyonlar ilerledikçe rejim güçleriyle Türk ordusunun karşı karşıya gelme ihtimaline nasıl bakıyorsunuz?
2011 yılından itibaren, olayların patlak verdiği tarihten itibaren Esad kendi açısından akıllı bir politika izledi. Her ne kadar diliyle Türkiye’ye sataşmada bulunsa bile Türk ordusunun karşısında bir cephe açmayı düşüneceğini zannetmiyorum. Çünkü o zaman iş farklı bir mecraya girer. Biz teröristi kovalıyoruz. Bize yönelen silahları, saldırıları susturmaya çalışıyoruz. Niye Suriye’deyiz? Ülkemizin güvenliği için. Ama Esad Türk ordusunu doğrudan karşısına alır ise o zaman dünyaya izah edebileceği hiçbir gerekçe bulunmaz. Çünkü biz Esad’ın ordusu ile savaşmaya girmedik, biz teröristi yok etmeye girdik. Biz terörle mücadele ediyoruz. Esad eğer Türkiye’ye karşı öyle bir cephe alırsa kendi ipini çekmiş olur, bunun hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Esad itibarını korumayı düşünüyorsa kendi ülkesinde terörist grupları barındırmaması lazım. Barındırmasının sebebi zayıflığı ise, bu konuya zaman, asker veya mühimmat ayıramıyor ise o zaman bu temizliğe seyirci kalması lazım. Biz Suriye’ye herhangi bir işgal için, orayı kendi topraklarımıza katmak için falan girmedik. Teröristleri temizleyeceğiz, geri çekileceğiz.
“FATURAYI BİZE KESEMEZLER”
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın PKK’lı teröristlerin DEAŞ militanlarını serbest bıraktığı yönünde bir açıklaması oldu. Türkiye uluslararası kamuoyunda zan altında bırakılmak mı isteniyor?
PKK’nın bunu yapması ihtimal dâhilindeydi. Çünkü IŞİD, DEAŞ ya da DAEŞ militanlarını Amerika Birleşik Devletleri bunlara emanet etti. Bunların önemli bir kısmı da sakalını keserek PKK safına katıldı. Bakın bu gözden kaçmasın, İngiliz televizyon kanallarından birisi Amerikalıların kamyonlarla tırlara yüklediği IŞİD elemanlarını PKK’lılara teslim ettiğinin görüntülerini yayınlamıştı. Şimdi bunlar, bunların saflarına katıldı. Bu teröristler bize karşı bir tezgah olarak kullanılabilir ancak şu anda biz oranın sorumlusu değiliz. Ayrıca IŞİD denilen grup İsrail’in ve Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolündeki bir grup. Bunu dünyanın gizli servisleri biliyor. IŞİD teröristleri yaralandığı vakit gidiyor İsrail topraklarında tedavi oluyor, İsrail’den ilaç yardımı alıyor, İsrail’den tedavi desteği alıyor, muhtemelen mühimmat alıyor. İsrail’in arkasında kim var, ABD var. Bunun faturasını bize kesemezler. Bunun için de bizim dünyayı doğru bilgilendirmemiz lazım. Yani kamu diplomasisi derken dezenformasyonlara izin vermememiz lazım. Onun için bir doğru bilgilendirme kanalının işletilmesi lazım. Önüne gelenin ekranlarda yorum yapmaması lazım. Haber anlamında söylüyorum. En azından o haberleri yapacak personelin de eğitilip gönderilmesi lazım. Dün pazar yerinde domates, biber fiyatlarını haberleştiren muhabir bugün sınırdan yayın yapıyor. Her şeyin bir ihtisas alanı var.
“KIBRIS’TA TÜRK KANI AKTI”
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Barış Pınarı Harekatı’na yönelik olumsuz açıklamaları oldu ve siz de sosyal medya hesabınızdan kendisine tepki gösterdiniz…
Kafa kirliliği maalesef çok geniş bir kesimi kapsamış durumda. 1973 yılında yanılmıyorsam Mustafa Akıncı, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden mezun. 1974 yılında Kıbrıs’ta ve Lefkoşa’da. Ben attığım tweette 1974’te neredeydin diye sordum. Hiçbir yerde yok. Muhtemelen dehlizlerde, sığınaklarda saklanıyor. Muratağa’da, Sandallar’da ve Atlılar köylerinde soykırım yapıldı. Kıbrıs halkı Beşparmakların sırtını aşıp Girne’ye giremiyor. Kıbrıs halkına 1963 anayasasıyla verilmiş olan haklar kullandırılmıyordu. Sampson orada EOKA’nın lideri olarak ENOSİS’i uygulamak üzere gelmişti. Makarios hakeza aynı şekilde. Bütün bunları unutup çıkıp o yorumu yapması kabul edilebilir bir şey değil. Bu yorumu yapan herhangi bir insan olmuş olsa güler geçersiniz. Cahil dersiniz. Ama bu insan yıllarca siyasetin içerisinde bulunmuş, 74 harekatından sonra Meclis’e alınmış, sonra Lefkoşa Türk kesiminde belediye başkanlığı yapmış ve bugün de siyasetin aktif aktörlerinden birisi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı. Evet, Kıbrıs’ta kan aktı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan askerlerimiz Kıbrıs’taki soydaşlarımızın rahatı, güveni, huzuru için kanlarını akıttılar. Bugün Kıbrıs’a barış gelmiş ise sulh gelmiş ise insanlar rahat yaşayabiliyorsa o günkü harekâta, o günkü şehitlerimize ve oradaki çatışmalarda gazi olan kardeşlerimize borçlu olduklarının idrakinde olması lazım. Maalesef bazı insanlar var ki bu kişilerin idrak yoksunluğu ve zafiyetleri temsil ettikleri ya da yönettikleri halkların, milletlerin felaketine sebebiyet veriyor.